Akbank Caz Festivali

İrlanda: Yeşilin ve Gürültünün Ezgisi

İrlanda… Yağmurun toprağı usulca dövdüğü, sisin vadileri sarıp sarmaladığı bir ada. Efsaneleriyle, şairleriyle ve hiç dinmeyen müzikal nabzıyla dünyanın dört bir yanındaki ruhlara dokunan bir coğrafya.

İrlanda’da müzik, yalnızca bir sanat formu değil; aynı zamanda, yaşayan, nefes alan bir hafıza. Köy meyhanelerinde çalınan, Celtic türkülerine yakışan geleneksel enstrümanları fiddle’dan, stadyumları dolduran dünyaca ünlü rock yıldızlarına kadar uzanan bir serüven…  Kadim İrlanda ezgilerinden, Kelt kalbinin atışını, İrlanda’nın müzikal DNA’sı eşliğinde, amfiye yaslanan çığlıkların sesini, gelin birlikte duyalım. 

Her nota bir başkaldırı, her ezgi bir kimlik beyanı

İrlanda’da müzik kültürü, Orta Çağ’da dilden dile yayılan efsanelere, arpın dinginliğine, gece boyunca sisli sokaklarda ve publarda yapılan danslara, tüm bu destansı ada ruhundan ortaya çıkan ve halkın diline pelesenk olan baladlara kadar uzanır. Meşhur İrlanda flütü, tin whistle’ın ince sesi ve İrlanda davulu bodhrán’ın kalp ritmiyle şekillenen bu geleneksel yapı, halk müziğini bir eğlenceden çok bir direniş biçimine dönüştürdü. İngiliz yönetimine maruz kaldıkları yıllarda, pek çok alanda yasaklar gelse de, ülkede müzik asla susmadı. Her nota bir başkaldırı, her ezgi de esasen, bir kimlik beyanı oldu. İrlanda halkı, kendi hikâyesini müziğin içinde sakladı ve onu nesiller boyu taşıdı.

İkinci Dünya savaşının ardından, Amerika Birleşik Devletlerinde peydahlanan rock’n roll dalgası, 1950’li yıllarda, İngiltere ve İrlanda sahillerine de çarptı. Elvis Presley ve Chuck Berry’nin plakları Dublin’in arka sokaklarında gizlice dinlenirken, gençler gitarlarını eline aldı. Ama bu yalnızca bir taklit değil, yepyeni bir ifade biçiminin doğuşuydu.

Müziğin Kadim Ruhu ve Rock’un Asi Yankısı

1960’lı yıllarda, Them grubu ve onun karizmatik lideri Van Morrison, blues tabanlı rock anlayışını İrlanda’ya kazandırdı. Van Morrison’ın müziği, Belfast’ın sisli sokaklarından taşan bir ruh gibiydi. Onun ardından gelen Thin Lizzy, rock sahnesinde adeta bir devrim yaptı. Liderleri Phil Lynott, İrlanda müziğinin ilk siyah yıldızlarından biri olarak yalnızca müziğiyle değil, kimliğiyle de kalıpları yıktı. The Boys Are Back in Town gibi parçalar, yalnızca birer şarkı değil; dönemin sosyal yapısına atılmış tokatlar gibiydi. 

1970’li yılların sonunda Dublin’de kurulan U2, kısa sürede yalnızca İrlanda’nın değil, dünyanın en büyük rock gruplarından biri haline geldi. Bono’nun sahnedeki karizması, The Edge’in yankılı gitar tekniği ve grubun sosyal adalete olan bağlılığı, U2’yi salt bir müzik grubu olmaktan çıkarıp bir hareketin sembolüne dönüştürdü. Sunday Bloody Sunday yalnızca bir şarkı değil; Kuzey İrlanda’daki trajik yıllara tutulmuş bir aynaydı. U2, İrlanda’nın geçmişini unutmadan, küreselliğin  bir parçası olarak, müziğini şekillendirdi.

1990’lı yıllara gelindiğinde, İrlanda müziği artık yalnızca geleneksel değil, tamamen alternatif bir sesi de temsil etmeye başlamıştı. The Cranberries, Dolores O’Riordan’ın eşsiz sesiyle, hem melankoliyi hem de öfkeyi taşımayı başardı. Zombie, savaş karşıtı bir ağıt değil; doksanlı yılların bir ruh haliydi.

Aynı dönem Ash ya da Therapy? veya Whipping Boy gibi gruplar da kuzeyden gelen sert ve karanlık tonları müziklerine taşıdılar. Bu dönem aynı zamanda İrlanda rock’unun ana akım dışında da geliştiği bir devirdi. Dublin’in arka sokaklarındaki küçük kulüpler, genç müzisyenlerin kendine has hikâyelerini anlattığı kutsal mekânlara dönüştü.

Günümüzde İrlanda Müziği

2000’li yıllarla birlikte İrlanda’da rock müzik şekil değiştirmeye başladı. Pop-rock ve indie etkisi ülkede görünür hale geldi. Snow Patrol, duygusal yoğunluğu yüksek parçalarıyla liste başı olurken; Bell X1 ve Damien Rice gibi isimler daha lirik ve kırılgan bir rock anlayışı sundular.

Günümüzde ise Fontaines D.C. gibi gruplar, post-punk estetiğiyle İrlanda’nın karanlık, melankolik yüzünü yeniden yorumluyor. Dublin’in kenar mahallelerinden çıkan bu genç adamlar, hem geçmişin hayaletleriyle hesaplaşıyor hem de bugünün kaotik dünyasına keskin bir dille karşılık veriyor. 

Bir coğrafya değil, bir bilinç hali

Peki, İrlanda rock’u neden bu kadar farklı? Şarkı sözleri sıradan temalarla yetinmez. Aşk, ölüm, göç, savaş ve hafıza her zaman merkezdedir. Sosyal ve politik duyarlılık tavandır. U2, Cranberries ve Fontaines D.C. gibi gruplar, müziklerinde daima sosyal sorumluluk taşırlar. Gelenekçiler. En sert rock gruplarında bile geleneksel melodik yapıların izlerine rastlamak mümkün. Eklemem gerekirse, diaspora ruhunun etkisi oldukça yüksek. Göçmenlik, sürgün ve yurtsuzluk duygusu, rock müzik üzerinden, ülkede yeniden inşa ediliyor.

İrlanda’da müzik, bazen bir pub’da içilen biranın fon müziği, bazen de binlerce insanın bir stadyumda birlikte söylediği marş esasen… Kısaca her zaman ama her zaman bir anlatısı var. Geleneksel ezgilerin gözyaşları, rock’un gürültüsüne karışıyor. Arp telleriyle distortion pedallarının kardeşliğidir bu.

Ve ne garip bir uyumdur ki, sisli bir sabahta, Dublin’in taş sokaklarında yürürken, kulağınıza Enya’nın büyüleyici sesi kadar, Fontaines D.C.’nin çığlığı da çalınır. Demem o ki, İrlanda’da müzik bir coğrafya değil, bir bilinç halidir. 

Mine Gürevin’in Dark Blue Notes’daki diğer yazıları
Dark Blue Notes’da görüş yazıları
The Sound of Irish Rock

Mine Gürevin

Yeme içme kültürüne düşkün bir matematikçi. Fermantasyon etkisinde müzik yazıları üretmeyi seviyor.

Mine Gürevin 'in 91 yazısı var ve artmaya devam ediyor.. Mine Gürevin ait tüm yazıları gör