Akbank Caz Festivali

Başucu Albümüm: Roy Hargrove Quintet: Earfood

Dergideki yazar dostlarımdan “Başucu albümüm” hakkında yazma fikri geldiğinde kısa bir süre düşündüm. Çok fazla albümün hayatımın farklı dönemlerine katkısı var. Pek çoğu, notaları arasında konuşmadan söylenen sözler barındırıyor. Düşünüyorum da bazen dinlediğim, sevdiğim müziklerde kendimi, yazdığım ya da konuştuğum sözlerimden daha iyi ifade edebiliyorum. Benim yerime onlar konuşuyorlar. Yaşanmışlara, bazen ise yaşanamamışlara tanıklık eden gerçek yol arkadaşlarım. Mutlu zamanlara ve kaybettiklerime ağıt ya da her şeyin üzerine örttüğüm bir ruhsal arınma örtüsü. Bu albümler arasında sadece belirli bir döneme ait olmayan, tüm hücrelerimi saran bir albümden bahsetmek istersem elim Roy Hargrove Quintet: Earfood albümüne gider.

Cazda özellikle Lee Morgan’a atfedilen “Genç Aslan” ifadesinin en çok yakıştığı isimlerden biri Roy Hargrove, siyah Amerikan müziğin Miles ya da Dizzy kadar değerli süper kahramanlarından biri. 1969 Texas doğumlu yaratıcı ruh Hargrove, basit fikirleri dahi bir armoni şaheserine çevirmesi ile tanınırdı. Trompet ve flugelhorn üzerindeki hakimiyeti ile hip hop, neo soul, R&B ve alternatif rock türleri de dahil olmak üzere pek çok türde stil yaratacak kadar katkılar sunmuştu.

Roy Hargrove’un tüm büyük müzisyenler gibi sürekli yollarda geçen ama çoğunlukla yalnız bir hayatı vardı. Yolda olmanın verdiği yorgunluk ve 14 yıldır çektiği böbrek yetmezliği kaynaklığı diyaliz uygulaması kendisini çok yıpratsa da çoğunlukla konunun üzerini kapatır, hayatta en sevdiği şey olan müziğe sığınırdı. Burada müziğe sığınmak çok kullanılan bir klişe olarak görülmesin. Röportajlarından öğrendiğime göre Hargrove, dayanılmaz ağrılar çekerken sahneye ayak basıp, ilk notayı üflediği anda yaşama tutunuyormuş. Smalls‘da hemen her akşam sabahlara kadar süren doğaçlama sahnelerine takılmaktan büyük keyif alırmış. Hatta New York’un efsanevi kulübü Village Vanguard’ın civarındaki pizzacıların sırf etrafta müzik var diye dünyanın en iyi pizzalarını yaptıklarını, müziğin yemeğe bile lezzet katacak kudrette olduğundan bahsediyor. Müziğin benim de yaralarıma iyi geldiğini bildiğim için kendisini çok iyi anlıyorum. Henüz lise zamanı Wynton Marsalis‘in yer aldığı bir etkinlikte ilk parlamasını yakalayan ve hızla ilerleyen Hargrove, oldukça genç bir yaş olan 49 yaşında hayata veda ettiğinde gerisinde para, pul değil nesillerce yetecek kadar büyük bir müzikal miras bıraktı.

Peki acaba böbrek nakli olup hayatını kurtaramaz mıydı? Bu sorunun cevabını da bizzat kendisi hakkında yapılmış bir belgeselde veriyor. Muhtemel nakil dönemi uzun bir süre müzik yapamama durumu olduğunu ve buna yetecek gücü olmadığını söylüyor. Bu zorunlu tercihi maalesef bu yeri doldurulmaz dehayı bizden aldı.

Dinleyiciye sonik zevk vermek için yapılan bir albüm: Earfood

Gelelim 2008 tarihli Earfood albümüne. Bu albümde Roy Hargrove, trompet ve flugelhornda, Justin Robinson alto saksofon ve flütte, Gerald Clayton piyanoda, Danton Boller basta ve kısa süre önce kaybettiğimiz davulcu Montez Coleman davulda yer alıyor. Albüm 2008’de kalp krizi sonucu vefat eden, Los Angels’ın tanınmış caz mekanlarından Catalina Restaurant’ın sahibi Bob Popescu’nun anısına ithaf edilmiş. Albümü dinlediğinizde aldığınız en temel his; ufak ve nezih bir kulüpte içtenlikle müzik yapan bir beşlinin müziğini dinlerken hissedebileceğiniz haz. Fikir vermesi açısından albümün yayımlandığı dönemin Amerikası hakkında ufak bir iki not paylaşayım. O dönem George W. Bush görevdeydi, Papa Benedict, Amerika’yı ziyaret etmişti ve genel anlamda pop kültürünün yoğun olarak hakimiyet sürdüğü bir dönemdi.

Aralarında Earfood’un da yer aldığı zamansız albümlerin ortak özelliği, sizi aslında kaydedildiği döneme götürmesi ama bir yandan içerisindeki cümleler henüz tazeliğini koruduğu için yakın dönemde kaydedilmiş hissi de vermesi. Son döneminde Tommy LiPuma ile ortak işlere imza atan efsanevi ses mühendisi Al Schmitt’in bu albümün kaydında yarattığı hava müthiş. Albüm Clifford Brown/ Max Roach albümlerinin de yapımcısı olan Emarcy firmasından yayımlanmış. Bu prestijli firmanın (yakın zamanlarda) caz albümü yayımladığını çok görmeyiz, bu açıdan ilgi çekici bir detay. Albüm, Capital Studios LA’de 3 gün gibi rahat bir sürede kaydedilmiş ama yine ilginç bir not olarak çoğu parçanın ilk seans kayıtları tercih edilmiş.

“… dinlerken aldığınız hazzın, süreçte yaşadığımız hazza denk olmasını umuyorum.”
– Roy Hargrove

Hargrove, albümün tanıtım notlarında bu benzersiz albümün çıkış mottosunu ve başarılı olma nedenini çok net ifadelerle anlatıyor. “Bu kayıt dinleyiciye sonik zevk vermek için yapıldı. Turnedeyken canlı çaldığımız şarkılardan oluşan bir repertuar çalan, birkaç yeni orijinalle karıştırılmış, çalışan beşlim. Basit melodiler, zengin akorların etrafında hareket ediyor, dikkati çekmemizi sağlıyor ve bir aşkınlık hissi veriyor. Grubun tutarlı sesi, sürekli turne yapmamızın ve sahnede ve sahne dışında birbirimizi tanımamızın bir sonucu. Bunlar sıkı bir ses geliştirmenin ve stüdyoda daha az zaman harcamanın temel unsurları. Bu projedeki hedefim, melodik sadelik duygusunu korurken gelenek ve karmaşıklıkla dolu bir kayıt yapmaktı. Bu hedefe ulaşmaya çalışırken bir diğer önemli unsur, tüm zamanların en iyi kayıt mühendislerinden biriyle ilişki kurmaktı. Teknik tarafı tamamen unutmanızı ve müziğe odaklanmanızı sağlayan Al Schmitt. Sonucu dinlerken aldığınız hazzın, süreçte yaşadığımız hazza denk olmasını umuyorum.”

İflah olmaz bir Hargrove hayranı olarak bu albümde ilgimi çeken çok fazla favori husus var. Öncelikle bu albüm safkan bir caz albümü. Hargrove, tam bu dönemlerde farklı türlerde de müzikler üretiyordu ve akustik caz formatında yaratılan bu albüm, Hargrove’un köklere dönüşü olarak algılanmıştı. Ben Hargrove’un tüm projeleri arasında tam bu formasyonu ve bu müzikal yaklaşımı seviyorum. Her parçada cazın makul sınırları içerisinde kalan zamansız, muazzam müzikler var. Earfood, repertuvar seçimi, tansiyon dengesi ve trafik olarak bir caz beşlisinin canlıda çaldığında en çok keyif verecek müzikleri içeriyor. Sololar, eşlikler, orijinal besteler ve yeniden düzenlemelerin dengesi son derece güzel.

Üstüne üstlük bu hazine sandığı albüm son yirmi yıl içerisinde bir caz standardına dönüşen klas parça Strasbourg / St. Denis’i de içinde barındırıyor. Bas intro ile başlayan parça, eşlik etmeden durmanın imkansız olduğu bir nakarat ile devam ediyor. Alto ve trompetin soru-cevap bölümlerinin ardından, o dönemler henüz 20’lerinin başında olan Gerald Clayton’ın alışılmadık solosunu dinliyoruz. (Clayton’ın bu albümdeki başarısı bütün dikkatleri kendisinin üzerine yöneltmişti.) Ama parçanın en enfes bölümü Hargrove’un armonik zenginliği yüksek ve uçuk yükselişlerle örülü trompet solosu. Parçayı sonuna kadar dinlediğinizde Hargrove, sizi tüm gün ıslık ile eşlik edeceğiniz nefis bir melodiyi cebinize koyarak gönderiyor. Enfes!

Earfood, bazı otoriteler tarafından temiz bir kayıt oluşu, içerisinde barındırdığı kutsal hazineler ve kaliteli sonucu bakımından neredeyse Kind of Blue ile bile kıyaslanır. Ben bu tartışmalara hiç bir zaman girmemeyi tercih ederim. Sizin tercihiniz nasıl olur bilmem ama bu albüm benim için kendimi iyi hissettiğimde ve kötü hissettiğimde doğrudan doğruya uzandığım birkaç kaçış alanımdan biri.

Roy Hargrove & Burak Sülünbaz

Roy Hargrove hakkında detaylı bilgi BURADA
Burak Sülünbaz’ın diğer yazıları BURADA
Başucu Albümüm serisi
Dark Blue Notes’da Vitrin

Burak Sülünbaz

Co-Founder, Jazz Writer // Kurucu Ortak, Caz Yazarı

Burak Sülünbaz 'in 219 yazısı var ve artmaya devam ediyor.. Burak Sülünbaz ait tüm yazıları gör