Barok /12
Barok Müziği önceki bölümler: [Bölüm 1] [Bölüm 2] [Bölüm 3] [Bölüm 4] [Bölüm 5] [Bölüm 6] [Bölüm 7] [Bölüm 8] [Bölüm 9] [Bölüm 10] [Bölüm 11]
Purcell [1659-1695] çoğu zaman, İngiltere’nin Downland, Byrd, Gibbons ve Morley ile başlayan ve bir nesilde biten altın çağının fitilini yeniden ateşleyen besteci olarak görülür. İsabetsiz bir yorum. Bukofzer’in de dediği gibi “Purcell başlamak için değil tamamlamak için gelmiştir.” İngiliz müziğinin son nebisi gibi görülmelidir. Devrinin geleneklerine ve tavrına sırtını dönmemiş, tam tersine onları özümsemiştir. Onun dehasını burada –yüzeyselliğe kattığı derinlikte– aramak gerekir. Mükemmelde kusur, kusurda mükemmellik gören sıra dışı bir figürdür.
Eserleri dört ana başlıkta toplanabilir; anthem ve diğer dini müzikler, çalgısal müzikler, ode ve welcome songs (karşılama?), sahne için bestelediği müzikler. Anthemleri ile başlayalım. Anthem, İngiliz dini müziğine ait bir formdur. Katolik Kilisesindeki karşılığı motet olabilir. Purcell anthemlerinde -belki sıkıcı havayı dağıtmak için- sık sık geniş aralıklarda atlayışlar, John Gostling için yazılmış alışılmadık ölçüde kıvrak bas partisyonları, dissonanslar, unprepared (‘hazırlanmamış’) akorlar ve İtalyan operalarındaki trompet ezgilerini anımsatan notalı ritmler kullanmıştır. Z 20 numaralı I will give thanks unto Thee, O Lord saydıklarımı duyabileceğiniz örneklerden biridir. Her şeye rağmen bu eserler günümüz dinleyicisine hitap edecek kuvvete değildirler. Onların üzerine oturacağı bir kaide devrimizde yok.
Anthem dışındaki dini eserlerinden bazıları esasında kilisede çalınmak için bestelenmemiştir. Bunlar cenaze merasimleri için tasarlanmış şeylerdir. II. Charles’ın ölümü sonrası bestelenen Z380 numaralı If Pray’rs and Tears, yayıncı John Playford için yazılan Z464 numaralı Pastoral Elegy On the Death of Mr John Playfordve Kraliçe Mary’nin cenaze merasimi için bestelenen pek şöhretli eserleri Z 27, Z 860 ve Z 17 günümüzde de canlılığını koruyan, hakiki şaheserlerdir.
•
İkinci başlık çalgısal eserler. Purcell’in erken dönem eserlerinden birini seçtim: Trio sonatları. Melodiyi seslendiren iki çalgının, üçüncü bir çalgıyla desteklendiği bu formun (trio sonata) çerçevesi ilk kez 17. yüzyılın başında Salamone Rossi [1570-1630] tarafından çizilmişti (Yazı dizisinin 4 ve 6. bölümünde besteciden bahsetmiştim). Purcell, eserlerini yayınlarken okuyucuya hitaben şunları yazmış:
Purcell’in komşumuz dediği Fransa oluyor. Bu müzik için uygun gördüğü sıfat levity. Laubali, ciddiyetsiz, hoppa anlamına geliyor. Biraz daha eşeleyince kelime kökeninin Latince’de hafiflik anlamına gelen ‘levitas’ olduğunu görürüz. Karşı kefeye de İtalyan müziğini koyuyor. Bu müziği tanımlarken de gravity sözcüğünü seçmiş. Ağırlık demek. Özenle seçilmiş bu iki sözcük tıpkı İtalya ve Fransa gibi, birbirlerinin tam karşı kutbundalar. Purcell’in kutbu belli: İtalya. Z790 – Z801 sayılı 12 sonat ve Z802 – Z811 sayılı 10 sonat, bu kutba layık olma çabasının ürünüdür. Peki Purcell’in levity ile kast ettiği ne? My lady’s coachman, John diye şarkı yazan biri (sözlerine bakarsınız) nasıl olur da Fransızların müziğini hoppa bulur? Z 799 numaralı sonatını dinleyiniz bir de. Apaçık şekilde Fransız üslubuyla yazılmıştır. Purcell, yazmış olduğu önsözde bu soruya cevap olacak bir ipucu veriyor. Mezkur sonatlarda, ‘ağır’ müziğe yaraşır şekilde kontrpuan ustalıklar sergilediğini söylüyor. “Double ve hatta triple fügler göreceksiniz” diye yazmış. Öyle anlaşılıyor ki sanatçının ciddi müzikle kast ettiği şey ustalığın sergilenmesi. Cephanesindeki en kıymetli şey ise füg. Hatta ilginçtir kitabında füg kelimesini fiilleştirerek, fugeing falan diye kullanıyor. Purcell’den önce böyle bir kullanıma hiç rastlamadım. Lafı kenara bırakıp biraz müziği eşeleyelim. Z 799 numaralı sonatı kabaca analiz edelim.
Tipik bir Fransız üslubuyla açılıyor parça. En amatör kulak bile duyar buradaki dans ezgisini. Bu temayı parça boyunca farklı tonlardan duyacağız. Sonra ufak ufak disonanslar katılıyor. Küçük uyumsuzluklarla dinleyicinin dikkatini çektikten sonra parçanın tonu oynaklaşmaya başlıyor. Bir taraftan da kesintisiz kromatik düşüşlerle merkez iyice flulaşıyor ve takip güçleşiyor. Altılılar çemberi (A – F# – D – Bm – G# …) oluşturarak yanıltıcı finaller inşa ederek bir fırtına koparıyor ve nihayet la majörde diniyor. Üstelik ritm vurgusu, armonik değişimlerin vurgusu ve kontrpuan vurgusunun çakıştırmayarak karmaşayı iyice katmerliyor. Beklentiyi bu kadar iyi manüple etmek hakikaten çok büyük ustalık. Başta duyurduğu Fransız üslubundaki laubali ezginin adeta içinden geçiyor. Kusurda bulduğu mükemmelliği sergiliyor. Peşi sıra gelen largo bölüm de nefis. Armonik tansiyonlar durulmuş, yerine nakış gibi işlenmiş zekice bir ritmik oyun gelmiş. Aşağıdaki videoda bahsettiklerimi takip edebilirsiniz. Bazen okuyucular videolardaki kaba analizleri anlaşılması güç bulduklarını söylüyorlar. Gözünüz korkmasın. Kendinizi vererek 3-4 kere dinleyin/izleyin, muhakkak anlayacak ve tadına varacaksınız. Müzisyen olmayan okurların da izlemesini öneririm.
Z 800 numaralı sonatından da kısaca bahsetmek istiyorum. Dinleyicisini ciddiye alan, küçümsemeyen bir besteci Purcell. Çok suzişli, dokunaklı bir giriş henüz başında un kurabiyesi gibi dağılır. Dağılır ama o kasvetli hava etkisini kaybetmez. Sadece ekseni kayar. Böylelikle dinleyici o duyguyu uyanık bir şekilde, yudum yudum tadar. Çok üstünkörü analizini izleyiniz.
Üçüncü olarak bestecinin Ode and welcome songs başlığında (Z320-344) topladığı eserlere bakacağız. En şöhretlisi Hail! Bright Cecilia’dır. Aşağı yukarı 1 saat süren, gevezelikten uzak, dinleyiciyi bir an olsun sıkmayan bir şaheser. Bölümler birbiriyle uç uca öyle güzel dizilmiştir ki hayranlık uyandırır. Tespih gibidir fakat koparıp eline de al taneleri, öyle de güzeller. Bunlardan bir tanesi ‘Tis Nature’s Voice. Dinleyince bu adamın nasıl nağme zengini biri olduğunu anlayacaksınız. Bir fragmanı paylaşacağım sadece:
İnici seyirde Purcell kadar zeki, çarpıcı ve kusursuz bir besteciye daha rastlamadım. Adamdaki belagatin kuvvetine bakar mısınız? Arkasından gelen koro bölümüyle beraber (Soul of the world) bestecinin tarif ettiği duygu iyiden iyiye pekişiyor. Eserin, parçalarının toplamından büyük olduğunu siz de fark edeceksiniz. Ustalık budur işte!
•
Dördüncü sırada sahne için bestelediği eserler var. En şöhretlisi, bestecinin tek operası olan Dido ve Aeneas’tır. Müzik tarihçileri ve eleştirmenler bu eserle John Blow’un [1649-1708] Venus ve Adonis’i arasındaki benzerliklere haklı gerekçelerle çok dikkat çekmişlerdir. Fakat iki opera arasındaki farklılıklar, benzerliklerden daha büyük ve önemlidir. Purcell’ineserin astarına bile nakşettiği dehasını görünce siz de hak vereceksiniz bana.
İlk sahnede kraliçe Dido’nun kızkardeşi Belinda’yı dinleriz. Kardeşini “shake the cloud from off your brow” [alnındaki bulutu silkele] gibi sözlerle neşelendirmeye çalışır ama Dido’nun kederi dinmez. Koro da Belinda’ya arka çıkar: Banish sorrow, banish care; grief should ne’er approach the fair [Kov acıyı, kov kaygıyı; keder güzele yaklaşmamalı]. Üç kez yineler son cümleyi ve keder (grief) melodik olarak da gitgide büyür. Son tekrarda greif sözcüğü inici seyirde iyice uzar fakat alto ses, akorun yedinci sesinde ısrarla durarak kederin bitmeyeceğini vurgular.
Zaten söz sırası Dido’ya gelince kederin ne denli büyük olduğunu görürüz. “I languish till my grief is known” [Kederim bilinene kadar acı çekeceğim] kısmında languish kelimesi dikkat çekecek kadar uzar. Hatta eserdeki hiçbir kelime belki bu denli uzamamış, genişlememiştir.
Dikkat çekici bir başka detayda Dido’nun Belinda ile aynı tonda olmamasıdır. Eser Do minör tonuyla açılmıştı fakat sıra Dido’ya gelince ton Do minörün dominantına yani Sol minöre döndü. Dido meşhur ağıtını yakarken de yine sol minörde kalacak. Ağıt bildiğiniz gibi bas eşliğiyle meşhurdur. …Toprağa, kara toprağa verildiğimde, hatalarım sızlatmasın ciğerini... gibi laflarla ölüm tasvir edilir. Ona eşlik eden baslar kromatik şekilde pese düşüyor. Adım adım. 11 kez. Toprağın altına giriş ancak böyle ifade edilebilirdi müzikal olarak. Dikkat çekmek istediğim diğer kısımsa sözlerin gramatik yapısının vurgulanmasındaki incelik. “Earth”, “breast”, “fate” kelimelerinin bas yürüyüşündeki karşılığı her zaman tonun dominant sesiyle (re) desteklenir. Böylelikle cümlenin henüz bitmediğini, bir nefesçik dinlenip yola devam edeceğini sezdiriyor dinleyene.
Dido ve Aeneas dışında da sahne için eser yazmıştır. Z 570 numaralı Abdelazer’in rondeau bölümü, Z 583 numaralı Oedipus’tan Music for a While, Z 627 numaralı Dioclesian’dan Since From My Dear Astraea’s Sight, Z 628 numaralı King Arthur’dan Fairest Isleve bilhassa What Power art thou?dinlemeye değer, çok esaslı şeylerdir.
•
Son olarak kategori dışı kalan müziklerinden, Z240-292 numaralı ‘Catch’lerden bahsetmek istiyorum. Türkçe ismi yok bu formun. Kanonik meyhane şarkısı denebilir belki. İki veya daha fazla ses için yazılmış, dini olmayan şakacı şarkılardır bunlar. Genellikle tüm partisyonlar aynı melodiyi söylerler ancak farklı zamanlarda girerek birbirlerini yakalarlar. İngilizlere özgü olduğu söylenebilir. The Deller Consort 1979 yılında bu parçaların bir kısmını kaydetti [Tavern Songs, Catches And Glees]. Bir numuneyi kenara ayıralım: Sir Walter Enjoying His Damsel.
Sözler, müzik, konu seçimi vs. her şeyiyle basit ve basit olduğu kadar da muzip, eğlenceli. Buradan Purcell’in veya dönemin müziğine dair bir şeyler çıkarmaya çalışmak abes. Bestecinin içine doğduğu cemiyet ve zamanın dekorunu tarif eder bu müzikler. Purcell’in de buna bigane kalmadığı anlaşılıyor.
•
Purcell, Avrupa Sanat Müziği’ne İngiltere’nin son kayda değer katkısıdır. Bu iddia karşısında öne sürülen Britten, Edward Elgar veya Gustav Holst, katiyen Purcell ile aynı kefeye konamayacak, hafif sıklet figürlerdir. Purcell’in müzikal kimliğinin en belirgin silüeti, dinleyiciyi sıkmayan ancak gevşemesine de izin vermeyen süspansiyonlar, disonanslar ve onların çözülüşleridir. Nağme zengini bu besteci, bilhassa inici melodiler yaratmada ve bas eşlikleri yazmada günümüzde dahi aşılamamış bir ustadır. Umarım ona layık bir yazı yazabilmişimdir.
Sevgiler.