Barok Müziği /9
Almanya’daki din savaşının başından (1517) Münster Barışı’na (1648) kadar geçen sürede, Avrupa siyaset dünyasında meydana gelmiş her dikkate değer olayda Reform hareketinin payı vardır. Bu devirde dünyanın başka yerlerinde vuku bulan olaylar dahi esasta Reformdan neşet etmeseler de yine ona bağlıdırlar. Büyüklü küçüklü tüm devletler Reformun etkisini az veya çok, doğrudan veya dolaylı olarak duymuşlardır.
Friedrich von Schiller’in 1790’da yayınladığı şaheseri Otuz Yıl Savaşı Tarihi bu sözlerle başlar. İki hizip birbiriyle çatıştığında hemen her zaman aralarındaki çatlak derinleşir ancak başka bir şey daha olur; bitaraf olanlar bertaraf olma korkusuyla hiziplerden birine dahil olurlar. İsveç ve Danimarka gibi Avrupa’ya ‘uzak’ ülkelerin Avrupalılaşmasının âmili de bu büyük savaştır. “Evvelce birbirleri için varlık veya yoklukları hemen hemen bir olan devletler Reform sayesinde temasa geçip kaynaşmışlardır.“ Nihayetinde bu savaş Almanya için nüfusunun üçte birini kaybettiği çiğ bir şiddet repertuarı olmuştur. Bu katastrofik vahşet Hollanda’da olduğu gibi Almanya’da da halkı iki kutba ayırmıştır: Katolikler (güneyde) ve Protestanlar (kuzeyde). Bu ayrılık siyaset ve dini etkilediği kadar müziği de etkilemiştir elbet. Barok devrin başlangıcı yani 17. yüzyılın başı aynı zamanda Protestanlığın skolastik dönemidir. Binlerce fikir tartışması irili ufaklı yeni hizipler peydahlamıştır; Luteryen, Pietist, Kalvinist falan filan… Mesela Luteryenler kilisedeki ayinlerde müziği iyi eğitilmiş bir koronun söylemesi gerektiğini savunurken, Pietistler ve Kalvinistler ilahileri tüm cemaatin söylemesinde ısrar ediyorlardı. Bu yüzden de ilk başlarda ‘sığ’ eserler imal ettiler. Öyle veya böyle Protestan kilisesi Tanrı’nın sözünü müzik vasıtasıyla yorumlayan bir mercii oldu. Bunu ilk başta koro için yazılmış eserlerle yaptı. Daha sonra orgun da eşlik ettiği bu eserlerde Tanrı’nın sözü doğrudan aktarılıyordu. Haliyle bu yorum objektif olan yorumdu. Daha sonra ikinci bir yol daha açıldı; çalgısal müzik. Bu da Tanrı sözünün subjektif yorumuydu. Önce vokal için yazılmış eserlere bakalım.
Erken dönem Alman Barok’unun ilk ustaları olan Hans Leo Hassler (1565-1612), Michael Praetorius (1571-1621), Johann Hermann Schein (1586-1630) ve Samuel Scheidt (1587-1654)’ın koro eserlerinden ufacık parçaları kronolojik sırayla dinlediniz. Modal müziğin tonale, serbest ritmin izometrik ritme evrilişini fark etmiş olmalısınız. Aynı yollardan İtalyan besteciler de geçmişti fakat daha önce ve daha şık adımlarla. Bu yüzden Almanya’nın erken barok dönemini bağımsız bir okul gibi görmek zor. İtalyan Barok’unun bir lehçesi gibi değerlendirsek yeridir. Bu lehçenin ilk büyük ismi Heinrich Schütz (1585-1672)’dür. Venedik’teyken bestelediği Op.1 katalog numaralı çıraklık dönemi eseri olan İtalyan Madrigalleri (1614) son derece ölçülü, bir o kadar maceracı ve sevimlidir. Monteverdi’ye rakip olacak kadar kusursuz bir işçiliğin mahsulüdür. Diğer önemli koleksiyonu ise Psalmen Davids’tir (1619). Alman barok müziğinin kendi sesini bulma çabalarının miladıdır. Niçin? Bir veya birden çok ses için yazılmış, çalgıların eşlik ettiği monodik bir form olan chorale concertato’dan; ses ve çalgılar için ayrı partisyonların yazıldığı, tonal ve çok parçalı bir form olan chorale cantata doğmuştur. Bir o kadar önemli olan şey ise sözlerin Almanca oluşudur. İngilizce nasıl Purcell ile şereflendiyse, Almanca da Schütz ile şereflenmiştir. Koleksiyonda yer alan Ist nicht Ephraim mein teurer Sohn, Alman Barok üslubunun canlı kanlı ilk temsilidir. Eminim Almanlar o zaman kadar dillerinin bu kadar güzel olduğunu bilmiyorlardır. Üflemeli saz partisyonlarının vakarı da cabası.
Almanya’nın erken ve orta Barok dönemi vokal müziğinde bana kalırsa en dikkat çekici şey lied formunun yeniden filizlenmesidir. İlk kıpırdanışlar Thomas Selle (1599-1633) ile olur. 2013 yılında yayınlanan bu albümde emekleme çağının sıkıcı eserlerini dinleyebilirsiniz. Adam Krieger (1634-1666)’e dek bu banallik devam eder. Krieger ile beraber dinlemesi zevkli, kolay ve dokunaklı şeylere kavuşuruz. Şansımız var ki bahsi geçen liedleri Andreas Scholl seslendirmiş. Fark ettiyseniz liedlerde İtalyan üslubundan pek iz duymuyoruz. Madrigallere hiç mi hiç benzemiyor. Daha çok İngiliz şarkı formunun –song– tesirinde.
Geriye kaldı opera. Ne yazık ki Alman barok dönemi operası Panama sinemasından farksız. Arasam yazaca bir şeyler bulurum elbette ama yazdığıma değmez. Uçsuz bucaksız bir tundradan farksız.
Gelelim çalgısal müziğe. Başka bir deyişle Tanrı sözünün subjektif yorumuna. Merkezde yine org var tabii. Üç ekol belirgindir. İlki Gabrieli ve Merulo’dan türemiş, Güney Almanya’da semirmiş olan İtalyan ekolüdür. kalbur üstünde kalan iki isim Hassler ve Johann Erasmus Kindermann (1616-1655). Kindermann’ın yazmış olduğu Harmonica organica (1645) ekolün iyi mahsullerindendir. İkinci ekol Sweelinck’den türemiş ve kendine Kuzey Almanya’da yer bulmuştur. Franz Tunder (1614-1667) ve Johann Reinken (1643-1722)‘i anmaya değer. Ülkenin merkezindeki okul ise geleneksel ve dini Alman vokal melodilerinden neşet etmiştir. Samuel Scheidt bu ekolün alemdarıdır. Bestecinin Tabulatura nova(1624) başlıklı koleksiyonu Alman org müziğinin ilk şaheseri kabul edilir.
Klavsen müziği Frescobaldi’nin öğrencisi olan Avusturyalı besteci Johann Jakob Froberger (1616-1667)’e kadar son derece cılızdır. Froberger İtalya ve Fransa’ya sık sık seyahat etme fırsatı bulmuş, hasadını da toplamış. Gustav Leonhardt’ın Deutsche Harmonia Mundi etiketiyle yayınlanan albümünü dinlemelisiniz. Nefis bir şey. Teknik gösterişe bulaşmamış, kitsch batağına düşmeden çarpıcı olabilmiş eserler bunlar.
İtalya’dan farklı olarak Almanya, barok dönemin başında lavta için vasatın üzerinde eserler vermiştir. Her ne kadar şöhreti pek uzak menzilli olmasa da ilk büyük lavta bestecisi şimdiki Polonya’da doğmuş olan Esaias Reusner (1636-1679)’dir. Günümüzde anılan bir isim değil. Delitiae testudinis başlığı altında topladığı eserlerin iyi bir kaydını şurada bulabilirsiniz. Zekice hamlelerden yoksun, insanı duygulandıracak kadar saf bir müzik. Kazanılmış değil bahşedilmiş bir sadelik. Reusner’in ardından yine günümüz Polonya’sında doğmuş olan Sylvius Leopold Weiss (1687-1750) geliyor. O da Reusner gibi Katolik. Weiss lavta repertuvarı için Dowland’dan sonraki ikinci büyük isimdir. Dowland’daki gözü pekliği ve ölçüsüzlüğü Weiss’te duymayız. Dowland bir esin, Weiss ise bir okuldur. Tek başına bir okul. Lavta müziğinin kurumsallaşması ve Avrupa sanat müziğinde hüsnü kabul görmesi bu okul sayesinde olmuştur. Michel Cardin’in 12 CD’lik (!) heybetli albümü Weiss’i tanımak isteyenler için bir gözdağı. Merak eden buyursun. Ömrü pek kısa olan lavta müziği 19. yüzyılın sonunda Tarrega (1852-1909) ve Villa-Lobos’un (1887-1959) hünerleriyle gitar müziği olarak dirilmiş ancak yazgısı aynı olmuş, fazla yaşayamamıştır.
Keman müziğinin gelişimindeki ilk kıvılcım Viyanalı besteci Johann Schmelzer (1623-1680)’dir. İmparatorluk orkestrasının ilk İtalyan olmayan şefidir (kapellmeister). Döneminin star kemancılarındanmış. Bir keman ve bir continuo için yazdığı Sonatae unarum fidium başlıklı keman sonatları koleksiyonu, halefleri için ilham verici bir ilk adım olmuştur. Halefleri içerisindeki en önemli isim şüphesiz Heinrich Biber (1644-1704)‘dir. C 90-105 katalog numaralı Mystery sonatas (1674) ve C 138-145 katalog numaralı solo keman için yazılmış sonatları (1681) Alman keman müziğinin ilk tastamam mahsulleridir. Bu eserlerde erken barok dönemde sıkça kullanılan disonansı ve tansiyonlu armonileri çok duymayız. Baharatsız, taratorsuz, makyajsız bir keman müziğidir bu. Japon mutfağına benzetilebilir belki biraz. Sunulan yemekte bir odak nokta vardır -diyelim ki turp– ve amaç olabildiğince az içerikle –tuz, şeker, kombu yosunu ve sirke– odağı güçlendirmektir. Biber’in yaptığı da bu, odaktaki çalgıyı perçinlemek.
Mystery sonatas başlıklı koleksiyonda yer alan Passacaglia’sı, bestecinin müziğini tanımak için iyi bir numune. Dinleyince fark edeceksiniz ki Biber, virtüözlüğün kendi başına bir amaç haline gelmesine müsaade etmemiş. Onu kemanın ve keman müziğinin aracı kılmış. Barok dönem için şaşırtıcı bir sadelik. Sürekli tekrar eden bir bas motifi (chaconne) üzerine çeşitlemelerden oluşan yapı, Bach’ın solo keman için yazdığı eserlerle birlikte zirveye ulaşacak. Bunu da gelecek yazılarda okuyacağız.
Bu yazıyla birlikte Avusturya, Almanya ve Hollanda’daki Erken ve Orta Barok dönemi faslını kapamış olduk. İtalya’da Orta Barok dönemi ile devam edeceğiz.
Bâki hemişe saadet ü kâm-râni dâim bâd.