Lars Danielsson, John Paricelli, Verneri Pohjola – Trio (ACT 2024)
Mekanların ruhu veya karakteri olduğuna inanmamak, mimari de dahil olmak üzere pek çok şeyi reddetmenize neden olur. Bu kadar büyük bir yanlışa yol açmak istiyorsanız elbette mekanların karakterine inanmamayı seçebilirsiniz. Bazen insanlar yanlışlara meyilli oluyor. Hepimiz böyle dönemlerden geçmişizdir. Müzik, zamana ve mekana bağlı olarak kendini biçimlendirir. Buna inanan plak şirketi ACT ve Fransa’nın Bordeau bölgesindeki en önemli bağlarından biri olan Chateau Palmer güçlerini birleştirerek çok iyi bir ortaklığa imza atmış: Müzisyenleri bir araya getirip orada kayıtlar yapmalarını sağlıyorlar.
Joachim Kühn ve Michael Wollny’nin DUO başlıklı albümleriyle başlayan ACT ve Chateau Palmer ortaklığının yeni meyvesinin adı Trio. Kontrbas ve çelloda Lars Danielsson, gitarda John Parricelli ve trompette Verneri Pohjola’nın bir araya geldiği, kuzey Avrupa cazının sükunetini net bir şekilde dinleyicinin kulaklarından zihnine işleyen bir kayıt. Uzun süredir beraber çalan ve pek çok performansa imza atan Danielsson ile Parricelli’ye bu kayıtta katılan Pohjola ile birlikte bu mekana ve caza dayalı ortaklık büyük bir deneyim sunuyor.

Ahşap panellerden oluşan bir salonda kaydedilen albüm için üç müzisyen de orada çalınmak üzere besteler yapmış. Bu bestelerin her biri dingin, usul usul çalınan ve nedense sanki gerçekten iyi bir gününüzde içtiğiniz güzel bir şarap kokusu veren besteler. Katmanlı ama karmaşık olmayan, bir tür meditatif duygu dağılımı ekseninde dönen bir albüm Trio. Bu yönüyle de aslında bana Kuzey Avrupa cazını hissettirmesi normal. Lars Danielsson’un daha önceki işlerine benzer ancak bazı Danielsson işleri kadar da üzerine büyük binalar inşa edilmemiş bir çalışma. Pohjola’nın usul usul üflediği trompet, çoğunlukla dalındaki üzümü ürkütmemek için sesleniyor sanki. Odada en gür ses onun elbette. Ancak varlığıyla da tüm dünyayı kaplamıyor. Gerçekten Verneri Pohjola’ya hakim bir üslup bu.
Albümün ilk dört parçası Danielsson’un imzasını taşıyor. Açılış parçası Le Calme au Château, açılışındaki gitar, kontrbas ve trompetin peş peşe konuşmaya başlamasıyla sizi hemen sohbete dahil ediyor. Bilindik Lars Danielsson üslubuna yakın bir beste bu. Arada kendini gösteriveren ritmik yükselişler ise aslında albümün başında size “Bak böyle sakin gidiyoruz ama sıkılacağını sanma” diyor. Bu dört parçada, hemen albümün başlarında, edindiğiniz ilk izlenim de aslında albümün dengeleyici unsurunun Parricelli olduğu… Onun gitarı, aralıklarla da olsa Kuzey Avrupa dokusunun üstüne Akdeniz mavisini ve yeşillerini taşıyor.
İsveç’in Glögg adı verilen sıcak şarap karışımının (albüm Bordeaux’ta kaydedilse bile) İtalyan bağlarının kokusuyla karışması da tam buralarda gerçekleşiyor. Şarap kokusu sabit! Onu hiçbir şey bu albümden almıyor. Albümün kapağı için seçilen resim de dahil olmak üzere herkes ve her şey, sakin bir cumartesi akşamı evde yalnız başınıza içtiğiniz ama kederle alakası olmayan bir şişe şarabı hissettirmek için orada gibi. Peşinden gelen diğer Danielsson parçalarının da ilk parçadan hiç aşağı kalır yanı yok. Hatta, bunu söylememe izin verin, ikinci parça Cattusella, albümün sanki ikinci parçayla tekrar başladığını hissettiriyor.
Tam burada üç müzisyenin ortak imzasını taşıyan Improvisado’dan bahsetmem gerektiğini düşünüyorum. Pohjola, Danielsson ve Parricelli’nin birlikte doğaçlama bestelediği bu parça, mekanın ruhunu bütünüyle içselleştirmiş bir anlatı içinde gezdiriyor sizi. İstisnai bir “akışta olma” hissi taşıyan parça, sanki gözleriyle kayıt yaptıkları salonda süzülen bir kuş tüyünü izleyen üç kişinin izlenimleriyle ortaya çıkmışcasına dingin ve kendine ait. Peşinden ise Duke Ellington’un Mood Indigo’su geliyor ki bir doğaçlama ancak böyle tamamlanabilir. Mood Indigo’da, Pohjola’nın gözünden bir Duke Ellington bestesi dinliyorsunuz. Öyle de yakışıyor ki Verneri Pohjola’ya, bir noktada “Bunu dinlediğime çok mutluyum” diyorsunuz.
Albümde Parricelli’nin bestelediği tek eser, Lacour. Lacour, bana göre Akdeniz kışlarının tınılarıyla bezenmiş bir izlenimciliğin ortaya çıkışı. Burada Pohjola’nın arada Fransız romantizmine de göz kırpan dokunuşlarıyla parça kendiliğinden sizi içine çekip o kadını veya o adamı düşünmenizi sağlıyor. Pohjola’nın peşinden parçaya dahil olan Parricelli solosuysa hiç yabancılık çekmeyeceğiniz bir anlatının bütününe katkıda bulunuyor.
Verneri Pohjola’nın albümdeki tek bestesi ise Lacour’dan sonra gelen ve albümün de son parçası olan Peu d’Amour. Fin halkının kendine has bir alçakgönüllülüğü vardır. Hayatınızda bir Fin tanıdıysanız bile bunu hissedersiniz. Hangi müzik türüyle ilgileniyor olursa olsun, Fin müzisyenlerde de aynı şeyi fark ediyorum. Yaptıkları bestelerde de icralarında da sakinlik ve alçakgönüllülük iç içe oluyor. Pohjola’nın bestesinde hem trompetten dökülen notaların dertleşirmiş gibi hissettirmesi, hem de aslan payını Parricelli’ye bırakması da gördüğüm en tatlı işlerden birinin ortaya çıkmasını sağlamış.
Albümün bütünlüğünü sağlayan ve bu üçlüye ait olmayan diğer iki beste ise Philippe Sarde imzası taşıyan La Chanson d’Hélène ile Ron Sexsmith imzası taşıyan Gold in Them Hills. Bu bestelerin yerleştirildiği yerler de hem çok güzel planlanmış birer güzellik hem de albümün anlatısını destekleyen birer yan hikaye olmalarını sağlıyor.
Trio, ACT’nin yeni ortaklığının çıktılarından biri olarak uzun süre hafızalarda kalacak. Benim için 2024’ün sonlarına doğru karşıma çıkan ve gri günlerde sakinleşip derin nefes almamı sağlayan güzel bir eşlikçiye dönüştü şimdiden. Puan vermiyoruz burada ama verebilecek olsam 5 üzerinden 4.5 yıldızı gözümü kırpmadan verirdim. Mekana özel, mekanı kutsayan, anlatıyı ön plana taşıyan, şaraba benzer bu albüme bir şans verin. Hayallerinizin ötesine çıkacak.
■ Andaç Üzel’in Dark Blue Notes’daki diğer yazıları
■ Andaç Üzel web sitesi
■ Dark Blue Notes’da Vitrin