Barok Müziği /8
[Bölüm 1] [Bölüm 2] [Bölüm 3] [Bölüm 4] [Bölüm 5] [Bölüm 6] [Bölüm 7]
İtalya, barok müziğin doğuşunda ve gelişiminde en önemli kutuptur ancak tek kutup değildir. İkinci kutup ismi pek zikredilmeyen İngiltere’dir. Avrupa sanat müziğine pek az tesir edebilmiş bu ülke, ne yazık ki eleğin üstünde kalabilen üç-beş besteci çıkarabilmiştir bağrından. Bunların ilki John Dowland [1563-1626]. Dört asırdır onunla boy ölçüşebilecek bir şarkı yazarı çıkmamıştır İngiltere’den (Belki Paul McCartney’i kıyısına yaklaşabilenlerden sayabiliriz). Günümüzde dahi taze kalmayı başarabilen, acıklı ve çarpıcı şeyler bestelemiştir fakat barok üslubundan hiç nasiplenmemiştir. Dowland’ın First booke of songes or ayres’i (1597) ile Caccini’nin ıskalanmış baş yapıtı Le nuove musiche‘‘yi (1602) kıyasladığınız zaman farkı duyarsınız. Dowland’da vokal henüz bir çalgıya dönüşmemiştir. İfade gücü pekişmiş ancak sınırları genişlememiştir. Haliyle Dowland’ın vokal müziğinin barok müziğe doğrudan ya da dolaylı bir etkisi olduğunu söylemek zor. Ancak lavta için yazdığı eserler çağı için bir garabettir. Avusturya, Almanya ve Hollanda’da barok üslubun doğuşuna doğrudan etki etmiştir. Bestecinin Forlorn hope fancy başlıklı fantezisini dinleyiniz. Tek başına bir heyûlâdır.
İtalya’nın barok müzikteki silüetini en başta vokal müziğinde görürüz. Karşı kutupta yer alan İngiltere ise yatırımını çalgısal müziğe –lavta ve virginal (bir çeşit tuşlu çalgı) müziğine- yapmıştır. Ve bu enstrümantal yapıtlar hemen her zaman dini müziğe bulanarak sunulmuş. Nasıl ve niçin? Mesela 15 ve 16. yüzyıl virginal müziği repertuarında dikkat çekecek kadar çok sayıda Felix namque ve In nomine başlıklı eser vardır. Bunlar esasında ‘plainsong’dur (Terimin Türkçesi yok bildiğim kadarıyla. Saz eşliği olmadan söylenen, tek sesli ve serbest ritimli kilise müziklerine plainsong deniyor). Yani besteciler bir ‘plainsong’un cantus firmus’unu (ana melodisini) alıyor, bunun üzerine varyasyonlar yazıyorlar. İnsan sesinin görece sınırlı kapasitesini aşmak ve vokal müziğinin yularlarından kurtulmanın çeşit çeşit yollarından biri. İngiliz fantezi müziği bu sayede İtalyanların ricercar ve toccatalar ile kavuştuğu ifade zenginliğine daha erken bir tarihte ulaştılar (İngiliz fantezi müziği ile The Smiths’i yahut Coldplay’i değil bir müzik formunu kast ediyorum tabii). Ancak oda müziğinde büsbütün güdük kalmışlardır. Bilhassa yaylı çalgılar için yazılan eserlerde, rönesans devrinin polifonik yazım tekniği baskındır. Continuo duyamazsınız. Shakespeare’nin still (durağan) ve solemn (ciddi) sıfatlarını uygun gördüğü bu renksiz müzikler, birileri dinlesin diye değil de sadece icra edilmek üzere bestelenmiş gibidirler. Yani İngiltere’nin barok müziğine etkisi sadece solo çalgılar için yazılmış eserlerle olmuştur. Prologu burada bitirelim ve esas hikayeye gelelim.
Hollanda’yı ikiye bölen nehirlere Grote rivieren (“büyük nehirler”) deniyor. Nehrin üst kısmı 16. yüzyıldan beri ağırlıklı olarak Kalvinist (Protestan mezheplerden biri), güneyi ise Katolik. Protestanlık fikri Avrupa müziğinde etkili, hızlı ve şiddetli değişimlere sebep olmuştur çünkü bu fikir San Francesco D’assisi ve Aziz Dominik’inkiler gibi nüve olarak kalmamış, koca bir sistemin iskelesine dönüşmüştür. Payandaları hayatın her sahasına uzanan, büyük oranda Martin Luther ve John Calvin tarafından inşa edilmiş bir iskele. Gelenekten, şatafattan, bayağılıktan ve ruhban sınıfın yozlaşmasından usanmanın kurumsal bir kimlik kazanmasıdır Protestanlık. Aynı zamanda bir müzisyen olan Luther (flüt ve lavta çalarmış) dini törenlerdeki müziklerin düzenlenmesi ve bestelenmesiyle bile ilgilenmiştir. Benzer düzenlemeleri Calvin de yapmıştır. Yani Protestanlık sadece Katolik inanca değil, Katolik inançla yoğrulmuş kültür, sanat ve geleneklere de bir reddiyedir. Peki bu yeni müzik nereden neşet edecek? Yoktan var olmayacak ya? Tabii ki halk müziğinden. Öyle de olmuştur. Souterliedekens başlığı altında toplanan dini müzikler bunlardan en eskisidir (Meraklısı şu albümü dinleyerek ne menem bir şey olduğunu anlayabilir). Kısa zaman sonra bu külliyatın yerini –Calvin’in tasarrufuyla- Huguenot Mezmurları almıştır. Sözü Hollanda’nın tek büyük bestecisine, Jan Pieters Sweelinck’e [1562-1621] getirmenin sırası.
Sweelinck müzisyen bir babanın evladı. Baba Amsterdam’ın en eski ve köklü kilisesinde org çalıyor. Erken yaşta ölüyor, birkaç sene sonra (1577’de) yerini oğlu alıyor. Bir sene geçmeden İspanyol iktidarının güdümündeki Amsterdam’da işler karışıyor. Kalvinistler ayaklanıyorlar ve başa geçiyorlar. İkonaklazm furyası başlıyor. Müzik de nasibini alıyor bundan. Org yasaklanıyor filan… Sweelinck bu sırada Kalvinist oluyor, belediye başkanının kızıyla evleniyor. Günde bir saat org çalmasına müsaade ediyorlar. Maaş, özel ders, lojman derken epey iyi bir hayata kavuşuyor. Venedik müziğine aşina bir adam. Merulo ve Zarlino’nun eserlerini iyi biliyor. Bir yandan da İngiliz virginal müziğini belliyor. John Dowland’ın Lachrimae Pavan’ını yorumlayışındaki gusto ve teknik, insanı ilk dinleyişte çarpan cinsten bir şey.
Esas melodi serpiliyor, dallanıyor, budaklanıyor ama kimliğinden hiçbir şey kaybetmiyor. Sweelinck meyvenin etli kısmının çekirdekten daha lezzetli olduğunu gösteriyor. Tam karşı kutbunda, İtalyan tuşlu çalgılar müziğinin ilk büyük bestecisi Frescobaldi var. Şunu demek istiyorum: Frescobaldi ‘subject’i, Sweelinck ‘countersubject’i çeşitlendirmiş. Sweelinck’in kontrpuan anlayışı ritmiktir. Eserlerinde doruğu armoniler, süslemeler veya kromatik gerilimlerden çok ritmik oyunlarla yapar. Ricercar del nono tono başlıklı eserinde bu tutumunu notalar üzerinden anlatmaya çalıştım. Eser sıkıcı çünkü fazlaca teknik ve akademik gösterişle dolu. Video ise uzun (10 dakika) ancak güzellik zorla oluyor.
Sweelinck’in üslubu kimilerince soğuk ve sıkıcı bulunur. Talkclassical’da bir klavsenci “Nasıl olur da böyle köşeli, süklüm püklüm, sırnaşık klavsen eserleri yazan biri, 17. yüzyılın en büyük klavye bestecilerinden kabul edilir aklım almıyor” demiş. Kendisine Jean Rondeau’dan bestecinin Fantasia cromatica’sını önerdimse de fikrini değiştiremedim.
Sweelinck ile beraber barok müzikte Hollanda faslını kapatacağım çünkü beyefendi Hollanda’nın çıkardığı tek kayda değer bestecidir. İki yönüyle büyüktür Sweelinck; tuşlu çalgılar için yazdığı eserlerle (dini eserler de bestelemiştir ancak bunları spiritüel egzersizler diye tanımlamak daha isabetli olacak) ve öğretmenliğiyle. Tek başına bir okul vazifesi görerek İtalya ve İngiltere arasında köprü vazifesi görmüştür. Gelecek yazıda bu köprünün ayaklarında paklanan Almanya’yı konuşacağız.
Esen kalın.