Müziğin Bıraktığı İzlerle 2024
Hızıyla adeta başımı döndüren 2024 yılına geri dönüp baktığımda, müziğin hayatımdaki yönlendirici etkisini daha önce hiç olmadığı kadar yoğun hissettiğim bir yıl olduğunu fark ediyorum. Gündelik hayatın akışına eşlik eden mutluluk, hüzün ve endişe gibi duyguları çerçeveleyen eser ve performanslar, aynı zamanda kendi sesimi bulma ve benliğimi anlamlandırma yolculuğumda birer rehberdi. Bu yıl, müzik içsel keşiflerimde yine başrolde yer aldı.
2024’ün muhasebesini yapmak elbette kolay değil. Önem verdiğim anlar, gözden kaçırdığım detaylar, bazen hemen kavradığım bazen de anlamını zamanla çözdüğüm her bir iz, kayıplar ve kazanımlar… Tüm bunlar, bu yılın hikâyesini kendi benzersiz diliyle yazdı.
Geride bırakmaya hazırlandığımız yılı pek çok farklı açıdan ele almak mümkün, ancak ben bu yılın anlamını derinleştirenlere odaklanmayı tercih ediyorum. Bu bağlamda, başta Turgay Yalçın ve Burak Sülünbaz’ın olmak üzere tüm Dark Blue Notes yazarlarına teşekkür borçluyum; kendilerine has üsluplarıyla kaleme aldıkları çok katmanlı ve ilham verici yazılar, bu yılı benim için daha da anlamlı hale getirdi.

DBN ailesinin bir parçası olarak, 2024’te de caz divalarının evrenine açılan zamansız yolculuğu devam ettirmeye gayret ettim. Yalnızca seslerine değil, o seslerin ardındaki çatlaklardan sızan ve gölgelerle dokunmuş hikâyelere ulaşmaya çalıştım. Kimi zaman onların dünyasında kayboldum, kimi zaman ise aynı odada, aynı havayı paylaşarak birlikte nefes alıyormuşuz gibi hissettim. Divaların hikâyeleri, ruhumun katmanlarını yansıtan birer ayna oldu ve bu aynalarda kendimi yeniden keşfetmeye çalıştım.
Caz divalarının yaşamlarına uzanan ışıklı patikalarda gezinirken, caz standartlarının kadim geleneklerine ve çağdaş müzisyenlerin yenilikçi dokunuşlarına kulak verdim. Cazın bitimsiz bir labirent olduğunu yeniden keşfettim; her kıvrımında yeni bir duygu, beklenmedik bir ses titreşimi ya da geçmişten gelen bir yankıyla karşılaştım. Dalgalanan ritimleriyle caz, beni sürekli başka sorulara ve başka duygulara sürükledi.
Yazıya döktüklerimin ötesinde, yaşadığım şehir Ankara’da birbirinden özel konserlere katılma fırsatı buldum. Bu bağlamda, caz müziğin nabzının attığı Ahzuita’daki etkinliklere ayrı bir parantez açmadan geçemem. Düzenledikleri her bir etkinlikte, ‘Caz iyi ki var,’ diye içimden geçirdim. CSO Ada Ankara’da folk-caz müzisyeni Petros Klampanis’i ve kısa süre önce Chris Botti efsanesini dinlemek tarifsiz deneyimlerdi. Kerem Görsev Trio ve Ferit Odman Quartet konserleri ise her zamanki gibi damağımda ayrı bir tat bıraktı. Loreena McKennitt’in mistisizm yüklü performansına kulak verirken, benliğimin zamandan ve mekândan sıyrıldığını hissettim.

Seyahatlerimde ise müzik, hayatın içine ustalıkla serpiştirilmiş yol işaretleri gibi karşıma çıkmaya devam etti. Roma Kolezyum’un taş duvarlarına sinmiş tarihî izlerle trip-hop ritimlerinin buluştuğu Morcheeba konserine tesadüfen denk gelmek, bu yolculuğun belki de en duygu yüklü durağıydı. Blindfold, Rome Wasn’t Built in a Day, The Sea ve Blood Like Lemonade gibi klasikler, Kolezyum’un hayranlık uyandıran atmosferinde yankılanarak tüm duyularımı harekete geçirdi. Poznań’da, Genesis’in eski vokalistlerinden Ray Wilson’ın canlı performansına tanık olurken kendimi nostaljinin sıcak kollarına attım. Rastlantısal ve sürprizlerle dolu bu anlar, yalnızca 2024’ün değil, kişisel müzikal haritamın da kalıcı referans noktaları arasında yer aldı.

2024 boyunca dikkatimi çeken ve sık sık kulak verdiğim albümler, müzikal serüvenimde ayrı bir yer tuttu. Yerli sahneden söz etmek gerekirse, Asena Akan’ın aşıklık geleneğiyle cazı incelikle harmanladığı yenilikçi çalışması Aşık ve Kerem Görsev’in ufuk çizgisi gibi dinginlik sunan Clear Horizon albümü, yıl boyunca ruhuma işleyen, tekrar tekrar dönüp dinlediğim eserler arasında yer alıyor.
Çağdaş vokal cazın en güçlü ve etkileyici isimlerinden biri olan, benim için de özel bir yere sahip Samara Joy’un Portrait albümü 2024’ün parlayan çalışmaları arasında. Joy’un vokal tekniğindeki ustalığı, dinleyiciyi etkisi altına alan büyüleyici tınısı ve caz standartlarına getirdiği taze yorum, cesur şarkı seçimleriyle birleşerek vokal cazın sınırlarını genişletme tutkusunu bir kez daha gözler önüne serdi. Britanyalı caz beşlisi Ezra Collective’in dans pistine davet eden Dance, No One’s Watching albümünü de büyük bir keyifle dinledim. Farklı janrlara ve kültürlere hitap eden bu albümün alametifarikası, caz sahnesine evrensel bir neşe taşırken coşku dolu bir atmosfer yaratmasında saklı.
The Bad Plus’tan tanıdığımız Ethan Iverson’ın Blue Note etiketiyle yayımlanan Technically Acceptable albümü, yıl boyunca düşüncelerimi yeni katmanlara taşıyan tınılarıyla benimleydi. The Cure’un 16 yıl aradan sonra sunduğu Songs of a Lost World ise melankolinin karanlık sularına dalarken, o karanlıkta taşıdığı direniş kıvılcımıyla belki de ekibin en çarpıcı manifestosuydu.

Bunların yanı sıra, özellikle sona bırakmak istediğim yeni David Gilmour albümüne değinmek isterim. Uzun zamandır beklediğim Luck and Strange, Gilmour’un en kişisel ve dokunaklı çalışması. Yaş almayı kucaklayan, nostalji ve ölüm gerçeğinin kabulüyle örülen bu albümde, Gilmour adeta kariyerine retrospektif bir zarafetle dokunuyor. Yalnızca bir ustalık eseri değil, aynı zamanda insan olmanın özüne dair derinlikli bir anlatı sunuyor albüm. Benim için şüphesiz, 2024’ün en benzersiz çalışmasıydı Luck and Strange.
2024’ü geride bırakırken, bu yılın müzikle şekillenen hikâyesini tüm yönleriyle anımsıyorum. Kendi adıma, tüm engellere ve gündelik hayatın sıkışmışlığına rağmen daha çok üretmeyi ve daha çok dinlemeyi seçiyorum. Diliyorum ki 2025, hepimize daha fazla iyi müzik, iyi müziği paylaşabileceğimiz ve ruhumuzu zenginleştiren anlarla bezeli deneyimler sunsun.
■ Ardından: 2024
■ Dark Blue Notes’da Gökçen Sena Kumcu yazıları