Şehirler, Yağmur ve Taksiler III: Tom Waits & Jim Jarmusch
Dünya’nın Üzerinde Yavaşça Geçip Giden bir Gece
Los Angeles, 19:12
Tom Waits yağmurlu bir günde bir taksinin arka koltuğunda doğdu. Amcası Robert’ın dediklerine göre taksi kırmızı ve beyazdı, taksimetre çalışıyordu.
büyümek istememiştim ki ben. ne doğduğum kasabada kalmak, para biriktirmek, ne şu koca kredilerden almak istiyorum, ne de canım çıkana dek ödemeye çalışmak. kervana katılmak istemiyorum, aşık olup evlenmek ve sonra pat... nasıl bu kadar çabuk vardım menzile, büyümek istememiştim ki ben. (*)
Dileklerine rağmen Tom Waits büyüdü. Müzisyen oldu, bununla yetinmedi cerrah oldu. En azından olduğunu söylüyor Coffee and Cigarettes’te Iggy Pop’a. Iggy Pop, California’da bir yerde, bir bar masasında Tom Waits’e kahve ısmarlıyor. Tom Waits yorgun. Otoyolda arabasını kenara çekmiş bir ailenin bebeğini doğurtmuş. Cerrahi kariyerinden, müzik ve tıbbın birleştiği o yerde nasıl yaşadığından bahsediyor. Sözlerinin bir kısmı kendi içinden, bir kısmı Jim Jarmusch’un yazdığı senaryodan dökülüyor.
Bu sırada, aynı saatlerde, aynı şehirde, Tom Waits’in tekerlek dönme sesini andıran açılış müzikleri eşliğinde Jim Jarmusch’un Night on Earth filmi başlıyor.
Jim Jarmusch’un etkilendiği yönetmenlerden John Cassavetes’in en önemli başrol oyuncusu, aynı zamanda eşi Gena Rowlands uçaktan inip hava kararmak üzereyken Winona Ryder’ın sürdüğü taksiye biniyor. Işıklı tabelalar ve benzin istasyonlarının arasından geçen, dikiz aynasından gördüğümüz Winona Ryder’ın gözleri doğruyu söylüyor. Hayattaki amacı taksi kullanmak. Farklı şehirler, farklı yolculuklar, farklı sohbetler ve karşılaşmalarla dolu bir gece yolculuğuna çıkıyoruz. Dünya’nın üzerine gece yavaşça çöküyor.
New York, 22:12
Taksiler; karanlık, soğuk gecelerde bir araya gelmeyecek insanları küçük, samimi bir ortamda birbirlerine mecbur bırakıyor. Jim Jarmusch; o küçük ortamda, bir daha karşılaşmayacağımız o insanla geçireceğimiz kısa sürede söyleyeceklerimiz ve yapacaklarımızda özgür olduğumuzu söylüyor.
“You want a taxi? I’m a taxi! I’m here!”
Yo-Yo özgür olmasaydı Helmut’un bu anlamlı sözlerine rağmen taksisini kullanmak istemezdi belki. Kendisinin bir taksi olduğunu söylese de henüz araba kullanmayı bilmeyen Alman palyaço Helmut, Helmut’un adıyla dalga geçen Yo-Yo ve sokakta gezerken yakalanan ve Yo-Yo’nun zorla arabaya bindirdiği görümcesi Angela taksi dışında bir araçta bir araya gelemezlerdi.
New York sokaklarında kaybolan Helmut gibi, genç İngiliz edebiyatı öğrencisi Jim Jarmusch; Charlie Parker hayranlığıyla çekeceği ilk filmi Permanent Vacation’ın geçeceği caddelerde turluyordu.
cebimde param olsun, başımı sokacak bir damım, soframda sıcak aşım, bir de yatağımda yorganım olsun dersen, çok şey istiyorsun demektir, çünkü gökyüzünde gri bulutlar var bugün, yarın ise, sadece gözyaşı, bekle ki geri gelsin dün. ben de new york'a giderim atlarım bir trene, eğer geride kalmaksa niyetin geri döneyim diye çok beklersin, çünkü gökyüzünde gri bulutlar var bugün, yarın ise, sadece gözyaşı, bekle ki geri gelsin dün.
Jarmusch New York’tan uzaklaşmak isterken, Tom Waits New York’taki günlerini düşlüyordu.
Paris, 04:12
Night on Earth filmi beş vignette’den oluşan bir yolculuk filmi olarak tanımlanır. Vignette kelimesi Fransızca vigne’den yani asmalardan gelir. 17 yaşında Paris’e Fransız edebiyatı okumak için gelen Jim Jarmusch kitap bölümlerinin baş ve sonlarına koyulan etrafı asma yapraklarıyla kaplı küçük süslemelere verilen bu isme aşinadır.
Tom Waits’in peynirli parçası Paris Mood (Un de Fromage)’la girdiğimiz Paris gecesinin karanlık ve mavi sokakları aydınlanır. Fildişi Sahilli taksi şoförünün arabasındaki Kamerunlu yolcularla başlayan, kör kadınla devam eden vignette; Night on Earth’ün ortaya çıkmasını sağlayan bölümdür. Jim Jarmusch bu bölümden yola çıkarak, Night on Earth’ün senaryosunu sekiz günde yazmıştır.
Berlin, bilinmeyen bir saat
Yolculuğumuzun rotasını Night on Earth filminden çıkıp Jim Jarmusch’un gençliğinin duraklarından biri Berlin’e çeviriyor, Berlin Üzerindeki Gökyüzü’ne bakıyoruz. Gri gökyüzü düşecek yağmur damlalarının habercisi olduğundan Nick Cave’in barına sığınıyoruz. Jarmusch da bizimle 80’lerde “Nick Cave’in barı” olarak geçen Risiko’ya giriyor. Barın sakinleri Jim Jarmusch’u Nick Cave’in kardeşi sanıyorlar, ben de onları birbirine benzetiyorum. İkisi de Hollywood savaş filmlerinin unutulmaz oyuncusu Lee Marvin’e ne kadar benziyor…
Roma, 04.12
Kısa bir mola ve birkaç içkiden sonra yavaşça geçip giden gece ve yolculuğumuz Roma’nın ışıksız ve sarı sokaklarında Roberto Benigni’yle devam ediyor. Gecenin bir saati Benigni’nin taksisine binen rahip iyi şeylere işaret olamaz. Veya gecenin bir saati taksiye binmek rahip için pek iyi şeylere vesile olamaz, desek daha doğru.
Lounge Lizards caz grubunun kurucularından John Lurie ve Tom Waits’in, Jarmusch’un Down by Law filmindeki karakterleri yağan yağmurda bir köşeye sıkışmış karakterler. Filmin başında bir araba hareket hâlinde, bize sokakları Jockey Full of Bourbon eşliğinde tanıtıyor. Romalı Roberto Benigni bu sefer taksi şoförü değil veya belki de öyle, kim bilir? Sokakta; evden kovulmuş hâlde, puslu sesi, fötr şapkası ve pantolon askılarıyla oturan Tom Waits’le karşılaşıyor.
fazla sessiz gelir gece insan yalnız başına kalınca gökgürültüsünün sarsıntısına rüzgarın uğultusuna ihtiyacım var benim.
Hayat üzücü ve güzeldir. Tom Waits Benigni’nin toz olmasını, ondan uzaklaşmasını ister. Toz da üzücü ve güzeldir.
Ama üzücü ve güzel şeylerin en başında dondurma gelir. John Lurie’nin karakteri Jack, Tom Waits’in karakteri Zack ve Roberto veya Bob hapiste aynı hücreye düştüklerinde dondurma isterler; yiyemeyecekleri o dondurma için bağırıp çağırmak, dondurma istediklerini haykırmak onları bir araya getirir, güldürür. Jack bağırır, Zack bağırır, hepsi dondurma için bağırır. Bu yüzden dondurma da üzücü ve güzeldir.
Filmin bu sahnesine bakılırsa, Jack ve Zack’in yalnızca isimleri değil, yüzleri de birbirine benzemiyor mu?
Helsinki, 5:12
Helsinki taksisine dört buçuk metre saf beyaz karın arasında ayakta uyuyan sarhoş üç adam biner. Taksi kapısını açan taksi şoförünün yüzü Fin yönetmen Aki Kaurismaki’nin filmlerinden tanıdığımız Matti Pellonpää’ya aittir. Kaurismaki ve Jarmusch’u bir arada anmamız tesadüf değildir. Night on Earth’ten iki yıl önce çekilen Leningrad Cowboys Go America filminde Jarmusch küçük bir rol oynamıştır. Leningrad Cowboys’dan karlı, soğuk ve mavi-beyaz Helsinki sabahına Jarmusch kamera arkasına geçtiğinde uyanırız. Taksi şoförünün üzücü hikâyesi gözlerimizde sabahın çiğlerine karışan küçük yaşlar bırakır. Hayat üzücü ve güzeldir.
Üzüntüleri; hayatın güzelliklerinin, doğanın, yeşilliklerin içinden en iyi Tom Waits’in buğulu, özgün sesi anlatır.
hava raporunda bugün diyecek ki yağmur kokusu var havada. tanrı yıldızları aldı, birleştirdi onları, artık kuşlar ayırdedilmiyor tomurcuklardan. benden kurtulamayacaksın hiçbir zaman, tanrı beni ağaca dönüştürecek. bana elveda deme yalnızca gökyüzünü anlat bana ve eğer gökyüzü düşerse sözlerimin üzerine şakacı kuşlar yakalarız seninle … başını, eskiden kalbimin olduğu yere yasla toprak üzerimde kalsın uzan yeşil çimenlere beni sevdiğin zamanları hatırla
Bilinmeyen bir yer, bilinmeyen bir saat
Dünya’nın üzerinde yavaşça geçip giden gecenin sabahında, bir taksi arabasının içinde Jim Jarmusch, Tom Waits, Nick Cave, John Lurie ve Iggy Pop oturuyor. Kurdukları örgütün geleneksel buluşmalarından birine doğru yola çıkmışlar: The Sons of Lee Marvin. Lee Marvin’e veya Lee Marvin’in oğluna benzeme şartıyla üye kabul edilen bu kapalı grubun üyeleri bir Lee Marvin filmi izlemek için yeniden toplanmışlar. Taksiye beş kişi bindikleri için şoför sinirleniyor. Tom Waits “Arabanız zaten bozuk bir saatin içine benziyor!” diyerek kırık camları işaret ediyor. Taksiye ihtiyaçları yok. Yürümeyi tercih ediyorlar.
Kırık bir saatin içinde Bütün Yağmur Köpekleri’yle Şarap sıçratıyoruz etrafa
Taksi mi? Yürümeyi tercih ederiz.
Girdikleri barda bir adam Tom Waits’e yaklaşıyor. Onunla konuşmak istediğini söylüyor. “Şu Sons of Lee Marvin saçmalığı da ne?” diye soruyor. Tom’sa gizli bir örgüt olduğunu, hakkında açıklama yapamayacağını belirtiyor. Tom adamın neden bundan rahatsız olduğunu soruyor, adam cevaplıyor: “Çünkü ben Lee Marvin’in oğluyum.”
Lee Marvin’in gerçek oğlu Christopher Marvin neyse ki müzisyen. Tom Waits belki Mule Variations albümündeki Cold Water şarkısının bateri kısımlarını Christopher Marvin’e onun gönlünü almak için çaldırmıştır.
Konuşmaları tam bitmek üzereyken Nick Cave’in telefonu çalıyor. İstanbul’dan bir telefon çağrısı.
İstanbul’dakiler Lee Marvin’in oğullarını karıştırmış olacaklar ki telefon çağrısı Tom Waits’e değil Nick Cave’e geliyor.
İşte bu yüzden Nick Cave konser verdi İstanbul’da yakın zamanda.
*
Ya Nick Cave’le beraber Tom Waits de İstanbul’a geldiyse? Jim Jarmusch gece İstanbul’un ara sokaklarında pantolon askılarıyla geçen Tom Waits’i nasıl çekerdi?
İstanbul’un bir ara sokağında, yağmurdan ıslanmış sokak ve yere yansıyan tabela ışıklarının arasında, elinde mavi sevgililer günü kartlarıyla Tom Waits otururdu. Jim Jarmusch kamerasını bir kenara bırakır, gitar tellerinden çıkan sessiz notaları dinlerdi. Tom Waits içini çekip şarkıya devam ettikçe üzgün ve güzel sesinden kalan titreşimler İstanbul’un karanlık ve ıslak sokaklarını aydınlatırdı. Ses tellerinden düşen mavi notalar kaldırım taşlarına düşerdi. Jim Jarmusch siyah gözlükleriyle geceyi karartırdı. Tom Waits’in parmakları son notalarda gezindikten sonra sokakta bulduğu gitarı bir kenara bırakır, şapkasını üzerine koyar, yavaşça uzaklaşırdı yağmura doğru…
Yeni bir gün başlarken,
İstanbul’a döndüğüm gün,
kaldırım taşlarının arasında Tom Waits’in mavi notalarından birkaçını bulmayı umuyorum.
* Tom Waits’in yazıda yer alan şarkı sözlerini Açık Radyo’daki Koyu Mavi programını hazırlayıp sunan Gülçin Orgun Türkçe’ye çevirmiştir.