Yanıtı Esen Yelde
Blowin’ in the Wind, her zaman tüylerimi diken diken eden ve bir Bob Dylan klasiği olarak hayatımı derinden etkileme özelliğine sahip bir şarkı. Şarkıda Dylan “yanıtı esen yelde” diyor ve hayata dair arayışlarımız için belirleyici bir sorgulama gereksinimine tabi tutuyor.
Evet; şarkı 60’ların başından ve onca geçen yıla karşın hala aynı yanıtın peşindeyiz:
“Daha ne kadar insan ölmeli ki
bu kadarı fazla desin
Yanıtı esen yelde
Yanıtı esen yelde”
İflah olmaz bir hayranı olarak Dylan tarihi, hayatımın ses örgüsünün bir parçası ve her an yanı başımda. Şarkıyı yazdığında henüz 20’lerinde olan Bob Dylan, an itibarıyla tam 83 yaşında bir anıt isim ve kuşağını oluşturan diğer isimlerle birlikte müziğin dünyayı değiştirdiğinin en büyük kanıtı olarak rock tarihinde ayrıcalıklı bir yere sahip.
Peki; müziğin bir endüstri, eğlence aracı olarak görüldüğü günümüzde müzik hala bu etkiye sahip mi?
Rock, yalnızca bir müzik türü olarak değil, bir yaşam tarzı ve hayata bakış açısı, bir kültür olarak gücünü yitirdi dediğimiz anda yeni bir güçle ve dönüşerek hala burada olduğunu kanıtlamaya devam ediyor. Bir rock programı yapımcısı olarak buna tanıklık yapmak ise ziyadesiyle mutluluk verici.
Yılın bu son günlerinden geriye doğru baktığımda hayatımın can damarını oluşturan rock adına 2024’te neler yaşandı sorusunun yanıtının izini birlikte sürelim isterseniz.
Öncelik taptaze seslere ait.
Her Pazar Radyo ODTÜ’de yayınlanan Kulak Misafiri ile rock tarihinde bir yandan geçmişin izini sürerken taptaze albümlere de yer veriyoruz. Bu bağlamda 2024 yılının gerçekten mücevher değerinde seslere ev sahipliği yaptığına tanıklık yaptık.

Evet; gelin hep birlikte öncelikle her yıl olduğu gibi 2024’te tür ayrımı yapmaksızın bizi etkisi altına alan taptaze seslere kulak misafiri olalım. Listede yer alan albümlerin bir sıralama içermediğini belirtelim. Bir 45’lik olmak üzere 10’u kısa açıklamalı. Çok değişik türler ve ses örgüleri… Umarım seversiniz.
2023 seçkimize bir 45’likle başlamıştık. Bu 45’lik yapay zekâ desteği alınarak, uzun, çok uzun bir aradan sonra yayınlanan The Beatles şarkısıydı. Şarkı an itibarıyla en iyi kayıt dalında Grammy adayları arasında. Merak edenler için bu seçkiye ilişkin yazıyı buraya bırakalım.
Mark Knopfler’s Guitar Heroes – Going Home (Theme From Local Hero)
2024 seçkimize de bir 45’likle başlıyoruz. Mark Knopfler 2024 yılında One Deep River başlıklı taptaze bir albümle çıkageldi. Efsane gitaristin kariyerinin onuncu solo çalışması olarak sıcacık bir albüm bu. Şiirle bezeli şarkılar, hikâye anlatıcılığı, melodik yapısı ve bilindik Mark Knopfler gitarıyla yılın en iyilerinden olarak kabul edebiliriz bu albümü. Ancak Mark Knopfler bu yıl aynı zamanda bir 45’lik çıkardı. Esasen bir güncelleme olarak nitelendirebileceğimiz 45’lik, Knopfler’ın 1983 tarihli film müziklerinden oluşan albümü Local Hero’nun kapanışında yer alan Going Home’u içinde barındırıyor. Şarkının bu güncellenmiş halinde eski yeni rock tarihinin birçok kahramanı Mark Knopfler’ın yanında. Bunların arasında Eric Clapton, David Gilmour, Peter Frampton, Bruce Springsteen, Tony Iommi, Ringo Starr, Slash, Brian May, Joe Walsh ve Sting ilk göze çarpanlar. Dile kolay tam 60 kahraman (ki bunların her birinin aynı zamanda gönül kahramanımız olma özellikleri var) şarkıya katkı sunuyor. Şarkının açılışında yer alan gitar girişi ise Jeff Beck‘in kariyerinin son kaydı olarak dikkat çekiyor. Şarkıda yapımcı olarak yine bir eski Dire Straits üyesi Guy Fletcher’in emeği büyük. 45’liğin kapak fotoğrafı ise Peter Blake dokunuşuyla gerçek bir mücevher. Mark Knopfler, ortaya çıkan sonuçtan çok memnun kaldığını belirtmiş. Ne diyebiliriz, şarkı gerçek bir rock ’n’ roll resmi geçidi ve gerisi teferruat. Son söz olarak şarkının yardım amaçlı olduğunu da ekleyerek değerlendirmemizi bitirelim.
■
Slash – Orgy of the Damned (Gibson)
Slash’tan blues türüne gerçek bir saygı duruşu veya Orgy of the Damned. Slash belki de tüm zamanların en iyi gitaristlerinden biri olarak şarkı söylemeye pek de hevesli değil. Bu nedenle blues klasiklerinin yorumlarından oluşan bu albümde hemen yanı başında efsane isimler şarkıcı olarak yer alıyor. Gary Clark Jr., Billy Gibbons ve Iggy Pop sesleriyle albüme tarifsiz lezzet katanlar arasında. Bir Peter Green klasiği Oh Well ise uyandırdığı defalarca dinleme isteğiyle gerçek bir zirve niteliğinde. Kısaca, blues’a adanmış bir gitar albümü olarak sımsıcak, samimi ve kuşkusuz yılın en iyilerinden.
■
The Cure – Songs of a Lost World (Fiction)
Eşi benzeri olmayan bir grubun tam 16 yıl sonra çıkan albümü; kasvetli, iç karartıcı ama bir o kadar yaratıcı ve Robert Smith dokunuşuyla çok farklı. Evet The Cure ve Songs of a Lost World’ten bahsediyoruz. Robert Smith yaşadığı kayıpları ve hayal kırıklıklarını alıyor ve ortaya sesler denizinden oluşan bir başyapıt çıkıyor. Robert Smith’i çok özlediğimi ve bu albümle özlemimin son bulduğunu belirteyim ve ekleyim bu albüm mücevher değerinde bir dönüşü simgeliyor.
■
David Gilmour – Luck and Strange (Sony)
Konusu itibarıyla karamsar çünkü içinde ölüm ve ölümlülüğü anlatan şarkılar var. Ama albümün sahibi isim David Gilmour olunca, ortaya yumuşacık, insanı içine alan bir albüm çıkıveriyor. Albümün ismi Luck and Strange, an itibarıyla 78 yaşında olan Gilmour, bu kez aile katkısını alarak kariyerinin son albümünü yapıyor. Sözler eşi Polly Samson’a ait. Kızı Romany ve oğlu Joe ise babalarının yanı başında…Pink Floyd ses örgüsünü ve David Gilmour’un özgün gitarını özleyenler için birebir. Ben David Gilmour’un solo yıllarını çok seviyorum. Luck and Strange ise yıllar geçtikçe değeri artacaklardan. Ayrıca, albümün içinde bizden bir şeyler olunca bir başka güzel oluyor.
■
MC5 – Heavy Lifting (Earmusic)
Tüyleri diken diken eden bu albüm aynı zamanda MC5 adıyla yayınlanan son albüm olma özelliğini taşıyor. Bunun nedeni tarifsiz üzüntümüzle belirtelim ki hem gitarist Wayne Kramer’ın pankreas kanseri nedeniyle hem de davulcu Dennis Thompson’un bir huzur evinde kalp krizi geçirerek albüm yayınlanmadan önce bu dünyayı terk etmeleri. Detroit’in has punk’ı yaratan son iki üyesi gider ayak ortaya gerçek bir şaheser bıraktılar. Albümün yapımcısı ise Bob Ezrin. Tek kelimeyle Rock’n’roll’un en yalın ama bir o kadar olağanüstü hali. Rock’n’roll ruhu her daim yaşamaya devam ediyor…
■
Jon Anderson & The Band Geeks – True (Frontiers)
Albüm kapağı berbat denilecek kadar kötü; ancak içerik olarak sıra dışı ve lezzetli bir albüm. Albümün sahibi isim rock tarihinin belki de en özgün vokali olan Jon Anderson; özgün vokali kadar söz yazarlığı ile de çizgi üstü bir isim. Onun vokali Yes ses örgüsünün ayrılmaz bir parçası olma özelliğini gösteriyor. Yes, yoluna Steve Howe liderliğinde çok genç bir kadro ile sürdürürken Anderson 79 yaşında bir başına yoluna devam ediyor. 2024 tarihli True albümünde yanı başında The Band Geeks isimli bir grup var. Grubun lideri Richie Castellano aynı zamanda bir Blue Oyster Cult üyesi. Belirtelim True aynı ismi gibi, gerçek bir Yes albümü ve bu ikonik grubun ses örgüsünü 70’lerden bugüne taşıyor. Bu niteliği ile de bir mirasa sahip çıkıyor. Albümün zirvesi ise Counties And Countries.
■
Paralel – Yansımalar (Rainbow45)
Yumuşak, insanın içini ısıtan flüte yine çok sade ama o kadar sımsıcak bir gitarın eşlik ettiği bir ses örgüsü ve incelikli şarkı sözlerine sahip bir ilk albüm. Yansımalar bir ilk albüm olmakla birlikte geçmişi 70’lere dayanan bir birikimin ürünü olma özelliğini taşıyor. Gitar ve flütte Eril Tekeli, vokal ve gitarda Sina Somay, bas ve vokalde Koray Diker, davulda Kenan Evren ile gitarda Cihan Solak’tan oluşan kadrosuyla Paralel’in Yansımalar ismini taşıyan albümü bizden bir albüm ve ülkemizde progresif rock türünde yayınlanan ender albümlerden olması nedeniyle de bir ayrıcalık taşıyor. Albüme ilişkin detaylı tanıtım yazısını şuradan okuyabilirsiniz.
■
Jack White – No Name (Third Man)
Third Man Records bildiğiniz gibi Jack White’a ait bir plak yapım şirketi. Geçtiğimiz yıl bu plak şirketinin mağazaları müşterilerine üzerinde isim bulunmayan, hiçbir açıklamaya yer vermeyen bir plak hediye etti. Bu üzeri isimsiz plak aslında Jack White’tan taptaze sesleri içeriyordu. Hem de ne sesler! Jack White her daim farklı ve bu fark işte bu şekilde dinleyiciyle buluşan No Name albümünde de kendini buldu. Albümde White en ham haliyle The White Stripes günlerine dönüyor. Biz mücevher değerinde ikilinin diğer yarısı Meg White’a da buradan bir selam çakıyoruz.
■
The Black Crowes – Happiness Bastards (Silver Arrow)
1984 yılında kuruldu ve 15 yıl aradan sonra 2024 yılında yepyeni bir albüm çıkardı. Chris Robinson ve Rich Robinson’un yarattığı ses örgüsünü çok seviyorum. Bunun nedeni folk ve rock buluşmasının beni her daim memnun etmesi. Ne de olsa geçmişimize Allman Brothers Band, Lynyrd Skynyrd gibi mücevher değerinde topluluğun dokunmuşluğu var. Bu anlamda The Black Crowes ve Happiness Bastard epeyce başucumuzda duracak. Albümün kapanış şarkısına dikkat.
■
Pearl Jam – Dark Matter (Monkeywrench/Republic)
2024 seçkimizde Andrew Watt’ın yapımcı olarak yer aldığı ikinci albüm. Watt dokunduğu albümlerde farkını ortaya koyan ve sınırları zorlayan bir isim. Son yıllarda popüler müzik için çok önemli bir işlevi yerine getiriyor bu anlamda. The Rolling Stones’u kariyerinin son örneği olan Hackney Diamonds albümüyle belki de geçmiş mirasına döndürerek yeniden yaratan Watt, Pearl Jam içinde aynı sonuca ulaşmış gibi. Ben kendi adıma Eddie Vedder’’ ve Pearl Jam’i ne kadar özlediğimi bu albümle anladım. Pearl Jam ile buluşmak gerçekten çok güzel.
■
Black Country Communion – V (J&R Adventures)
Henüz Kulak Misafiri’nde yer vermediğim, ama yeni yılın ilk Pazar’ında yer vereceğim bir albüm ve bir süper gruba ait. Bas ve vokalde Glen Hughes, gitar ve vokalde Joe Bonamassa, tuşlularda Derek Sherinian ve davulda Jason Bonham; dolayısıyla hard rock ve blues ekseninde progresif unsurlarda içeren çizgi üstü bir albüm. Bu sene Glen Hughes’ı konser performansı ile pek beğenmedim ama Black Country Communion her daim güçlü bir ses örgüsüyle karşımıza çıkıyor. 70’ler ruhunun izini bu albümde sürmenin gayet memnuniyet verici olduğu düşüncesindeyim.
Şu albümleri de anmazsam haksızlık olur. Bu yılın şölen gibi geçmesini sağladılar:
■ Bruce Dickinson – The Mandrake Project (BMG)
■ Deep Purple -1 (Earmusic)
■ Big Big Train – The Likes Of Us (Insideout)
■ Green Day – Saviors (Reprise)
■ The Taj Mahal Sextet – Swingin’ Live at the Church in Tulsa (Lightning Rod)
■ Bon Jovi – Forever (Island)
■ Sweet – Full Circle (Metalville)
■ Gary Clark Jr – Jpeg Raw (Warners)
■ The Black Keys – Ohio Players (Easy Eye/Nonesuch)
■ Ian Hunter – Defiance Part 2: Fiction (Sun)
2024 yılı genel olarak karanlık# hiç de hoş olmayan bir final yaparken, rock dünyası bize sahip çıktı ve moral verdi. Ama bu yıl rock tarihi açısından bazı kayıpları da içinde barındırdı ve bu kayıplar bizi ziyadesiyle üzdü. Onların geride bıraktıkları rock’n’roll mirası her daim yol göstericimiz olmaya devam edecek.
2024 yılının en büyük kayıplarından birisi Allman Brothers Band üyesi efsane gitarist Dickey Betts olmuştu. Bu güzel gitaristi 18 Nisan 2024 tarihinde kaybetmiştik.
Bir diğer kayıp ise 2024’ün şubat ayında yitirdiğimiz MC5 grubunun efsane gitaristi Wayne Kremer’dı. Wayne Kremer, grubun Rock and Roll of Fame’e kabulünü göremediği gibi yılın belki de en iyisi olan ve büyük emek verdiği MC5 albümü Heavy Lifting’’i de göremedi. MC5 2024 yılında bir kayıp daha verdi. Topluluk davulcusu Dennis Thompson, 9 Mayıs 2024 tarihinde aramızdan ayrılmıştı. Thompson da Heavy Lifting albümünde yer almıştı.
Aslında adı In The Garden of Eden ama rock tarihinde In-A-Gadda-Da-Vida olarak yer aldı. Şarkı bir Iron Butterfly alamet-i farikası olarak çok farklı yere sahip. Iron Butterfly kurucu üyesi ve bu nadide şarkıyı yaratan Doug Ingle de 2024 yılında kaybettiklerimiz arasında. 24 Mayıs 2024’te sonsuzluğa uğurladık kendisini.
Efsane blues gitaristi, okul niteliği taşıyan Bluesbreakers grubunun kurucusu ve beyaz blues türünün yaratıcısı karizmatik John Mayall ise 22 Temmuz’da bu dünyaya veda edenler kervanına katıldı. John Mayall hayatının son anına kadar blues’a hizmet etmişti.
İflah olmaz bir country tiryakisi olduğumu saklamayacağım. Bu tiryakiliğin nedenlerinden ilki ikonik Kris Kristofferson pek tabii ki; onu ilk olarak bir Sam Peckinpah klasiği Convoy ile tanıdım. Olabildiğince karizmatik, yakışıklı ve Ali MacGraw ile birlikte gerçekten göz alıcıydı bu filmde. Hayatımdaki etkisi bir country efsanesi olarak her daim devam etti. Sevgili Turgay Yalçın’ın belirttiği gibi “Mirası bende olduğu üzere, dünyanın her yerindeki müzikseverlerde yaşamaya devam edecektir.” Bu ikon ismin aramızdan ayrıldığı tarih 28 Eylül 2024. Mine Gürevin’in Kristofferson portresi şurada.
Bu yıl içinde aramızdan ayrılan bir diğer isim ise ikonik grup Iron Maiden’in ilk vokalisti Paul Di’Anno idi. Di’Anno son yıllarda büyük sağlık sorunları yaşamasına karşın konser vermeye devam etmişti. Paul Di Anno, 21 Ekim 2024 tarihinde henüz 66 yaşında aramızdan ayrıldı. Mine Gürevin’in Paul Di Anno portresi şurada.
Psychedelic rock, blues, folk, bluegrass ve caz gibi farklı türleri bir araya getirerek, benzersiz bir ses örgüsü yaratan; Deadheads adı verilen sadık hayran kitlesiyle birlikte, sadece bir müzik grubu değil, bir yaşam tarzı ve kültürel fenomen olan Grateful Dead’ın bir o kadar efsane basçısı Phill Lesh’i 84 yaşında yitirdiğimiz tarih ise 25 Ekim 2024’tü.
İcracı, aranjör, söz yazarı, yapımcı, film müziği bestecisi ve plak şirketi yöneticisi olarak popüler müziğin her anında iz bırakan ve türler arası sınır tanımaz yaratıcılığın simgesi Quincy Jones da 2024 yılında kaybettiklerimiz arasında. Quincy Jones 3 Kasım 2024 tarihinde 91 yaşında aramızdan ayrıldı.
2024 yılında kaybettiğimiz hayatımın her an bir parçası olan bu güzel isimlere dünyaya ve geleceğe bıraktıkları sesler ve yaşamıma kattıkları için saygılar sunuyorum. Bu cehennem dünyayı cennete çevirmek için bıraktığınız miras yolumu, yolumuzu aydınlatmaya devam edecek.

2024 yılında tanıklık yaptığım konserlere gelince…
2023 yılında Ankara’da hemen hemen haftada bir konser olmak üzere çok önemli performanslara tanıklık yapmıştım. Bu tanıklığın büyük kısmı Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrasının Oda Ankara yerleşkesinde gerçekleşmişti. Hizmete girdiği günden itibaren her türden müziğe ev sahipliği yapan ve birçok dünya yıldızını Ankara’da dinleyicileriyle buluşturan CSO Ada bu sene bu anlamda biraz zayıf bir programa sahipti. Biz de bu nedenle konserler için rotamızı İstanbul’a çevirdik.
Konser benim için aynı zamanda tren yolculuğu anlamını taşıyan bir ritüel’in de ayrılmaz parçası olur. Ankara – İstanbul Hızlı Treni ile İstanbul’a gidip gelmek iflah olmaz bir konser izleyicisi olarak benim için gerçekten büyük kolaylık demek. Bu konser yolculuklarının bir diğer anlamı da kalbi rock’n’roll ve caz için atan gerçek dostlarla kısa sürede olsa aynı ortamı paylaşmak demek oluyor ki, bu durum beni ziyadesiyle mutlu ediyor.

İstanbul deyince bu anlamda burada yer vereceğim ilk konser, Bruce Dickinson’a ait.
Kendimi bir metalci olarak niteleyemem ve heavy metal hayranı olduğum da söylenemez. Bu nedenle canlı heavy metal konseri deneyimim yok denilecek kadar az. Ama konserin sahibi Bruce Dickinson olunca bize de doğal olarak bu konsere gitmek düştü. İstanbul’da KüçükÇiftlik Park’ta sıcak sımsıcak çok farklı bir Temmuz gecesi; alanda yarı yaşımdaki damadımla buluşuyoruz. Ayrıca onun da yarı yaşında olan tam bir Bruce hayranı Aslan da bizim ekibe dahil oluyor. Ekibin bir diğer üyesi ise pek tabii her daim izini sürdüğüm arkadaşı olmaktan gurur duyduğum Aptülika, hemen onun yanında da Meralika ve Cenk var. Dolayısıyla, benden daha mutlusu yok. Konser alanındaki boşluk Bruce Dickinson’un sahne almasına yakın doluyor. Ön grup her daim severek dinlediğim Malt; ancak bu konser için ne kadar uygun tam da karar veremiyorum. Ama Bruce Dickinson sahneye çıktığında iyi ki buradayım diyorum. Dikkatimi çeken ilk şey Dickinson’un sahne hakimiyeti. Mandrake Projekt albümünden ve İron Maiden tarihinden şarkılara seyirci hep bir ağızdan eşlik ediyor. Eşlik edenler arasında benim damadın olması ise beni şaşırtmıyor değil. Bu olağanüstü konsere eşlik eden bir diğer şey ise bol bira… Kısaca, Bruce Dickinson ile çok değişik bir konser deneyimi yaşıyorum.
23 Kasım çok soğuk bir Ankara günü ve İstanbul’a yolculuk var. Ancak her zamankinden farklı olarak trenle değil arabayla yapılacak bir yolculuk. Yolculuğun nedeni efsane Jethro Tull’ın o gece İstanbul’da sahne alacak olması. Tren değil arabayla gitmemin nedeni ise tren biletimi zamanında alamamam. Yoğun kar yağışı haberlerine karşın rahat bir yolculuk oluyor. Konserde hemen yanı başımda Dark Blue Notes’tan yol arkadaşlarım ve sevgili İzzet Öz de var.

Ian Anderson çok genç bir ekiple oluşturduğu Jethro Tull ile sahneye çıktığı anda konserin tek hakimi olduğunu da kanıtlıyor. Gerçek bir grup lideri olarak sahneye hakimiyeti sonsuz. Jethro Tull tarihinden şarkılara son yıllarda çıkardığı iki albümden mücevher değerinde şarkılar ekleniyor. Topluluk performansına aynen bir plak kaydı gibi kulak misafiri olmak gerçek bir ayrıcalık. İki bölümden oluşan konserde görüntü almak yasak. Bu kurala uymayan bir seyirci Anderson tarafından uyarılıyor. Ancak konser öncesi birayı fazla kaçırarak o kadar kendinden geçmiş ki bir güvenlik elemanının müdahalesi ile yerine oturtulan bu şahsı, konserin ikinci bölümünde göremiyoruz. Bu hayatımdaki üçüncü Jethro Tull konseri, ama hemen belirteyim bu konserlerin belki de en iyisi. Konser sonrası Ankara’ya dönüş ise hayatımın en zor yolculuklarından biri olarak kişisel tarihime geçiyor. Teşekkürler Ian Anderson ve teşekkürler Jethro Tull.

Benim için yılın son konseri 26 Kasım 2024’te Ankara’da küçücük bir mekandaydı. Mekan küçüktü ama o mekanda sahne alacak topluluk kendi deyimiyle “Halk Rock” yapan Objektif’in ta kendisiydi ve benim için çok önemliydi. Dile kolay 40 yıl önce Samsun’da başlayan bir kariyeri bugüne taşıyor Vecdi Yücalan ve biz de hemen konser öncesi yanı başındayız bu güzel ismin. Vokal ve gitarda Vecdi Yücalan, gitarda Umut Mutlu, bas gitarda Murat Tükenmez, davulda Sertan Soğukpınar ve tuşlularda İlkay Özbayar var. Bu kadronun her biri rock müziğe gönülden bağlı ve enstrümanlarına hakim. Aynı Vecdi Yücalan’ın dediği gibi her biri “rock ’n’ roll böyle bir şey…” sözünün kanıtını oluşturuyor. Her zaman olduğu gibi ayağında deri pantolonu var Vecdi’nin. O başındaki simge şapkası ve sakalları ile gerçek bir rock kahramanı; ama bir o kadar mütevazı. Topluluk sahne aldığında saatler tam hatırlayamamakla birlikte 21.30 gibi… Ortaya çıkan ses örgüsü ise rock’ın en güzel hali. Ertesi gün İzmir’de sahne alacak olan grup ile Objektif tarihinden en özel şarkılarla bir 3 saat; şarklılara seyirci desteği ve katılımı sonsuz, dolayısıyla tadına doyum olmaz saatler yaşıyoruz. Objektife veda etmek zor geliyor ama her güzel şeyin bir sonu var diyerek uzun yolculuk öncesi topluluğu dinlenmeye bırakıyoruz.
Evet; 2024 yılını bitirirken müziğin dünyayı değiştirebileceği inancımı yineliyorum. Huzur, sağlık ve güler yüz ile daha yaşanır bir dünya için yeni yılda müzik her daim yanı başınızda olsun…
■ Ardından: 2024
■ Dark Blue Notes’da Bülent Seyitdanlıoğlu
Blowin’ in the Wind (Bob Dylan 1962)
“Daha ne kadar yol gitmeli ki bir insan
Ona adam denebilsin
Daha ne kadar denizlere yelken açmalı ki bir beyaz güvercin
Gün gelip kumda yatabilsin
Daha ne kadar uçuşmalı ki mermiler
Sonsuza dek yasaklanabilsin
Daha kaç yıl var olmalı ki bir dağ
Eriyip denize kavuşabilsin
Daha kaç yıl var olmalı ki bazı insanlar
Bir gün özgür bırakılsın
Daha kaç kez başını çevirebilir ki bir insan
Görmezlikten gelebilmek için
Daha kaç kez yukarı bakmalı ki bir insan
Gökyüzünü görebilsin
Kaç kulağı olmalı ki adamın
Ağlayan insanları duyabilsin
Daha ne kadar insan ölmeli ki
Bu kadarı da fazla desin
Yanıtı dostum esen yelde…
Yanıtı esen yelde”
Yorumlar kapatıldı.