The Connection: Kediler Caz Yapar Mı?
Kedinin ayaklarına kablolar dolandı. Pikap çalmıyor artık. Marmaduke, plağı baştan çalar mısın?
45’lik bir plak. Bir oda dolusu jazzcat* aynı plağı üst üste dinliyor. Dinledikleri parça Charlie Parker’ın karısı Doris’in kedisinin adı: Marmaduke**. Dinlediğimiz kaydın adıysa: Marmaduke Short Take 3 / New Take 4.
Kendi içinde kayıt sürecini barındıran bu Charlie Parker kaydını kendi içinde film çekim sürecini barındıran The Connection filminde duymamız tesadüf değil. Bu ilişki bizi Parker’ın kedisinden hareketle caz ve sinemanın bağlantısına doğru keşfe çıkaracak.
Washington Square’deki The Living Theatre’ın önünden geçen yönetmen Shirley Clarke, Jack Gelber’ın 1959’da yazdığı tiyatro oyunu The Connection’ı izlemek için sokaktaki kedilerin yanından geçerek tiyatro salonuna girdi. Yanından geçen kedinin sesi, aklına en sevdiği çizgi film Felix the Cat için Paul Whiteman ve orkestrasının kedi miyavlamalarıyla başlayan bestesini getirdi. Etrafı cazcılarla çevriliydi. Bilet almak için girdiği salonda bir cazcı ona yaklaştı, terlemişti, elleri titriyordu. Uyuşturucu istiyordu. Shirley Clarke, saksafoncu Jackie McLean’le karşılaştı. Oyun başlamıştı.
Cinéma vérité **** akımı, belgesel yapımı, buluntu görüntüler ve bütün bunların aracılığıyla sinemada gerçekliğin nasıl temsil edileceği üzerine düşünen Shirley Clarke; sahnenin dışında başlayan, içinde gerçek cazcıların bağımlı rolü oynayarak caz konseri verdiği, yarı-doğaçlama tiyatro oyunu The Connection’ı izlediğinde aklında bir fikir belirdi. Karşısına çıkan cazcılarla tanışmaya başladı.
Gençliğinde komşuları Thelonious Monk, Bud Powell ve Charlie Parker’dan aldığı derslerle alto saksafonuna bağlanan Jackie McLean, henüz yirmi yaşındayken Miles Davis ve Sonny Rollins’e Dig albümünde eşlik etmişti. Birçok önemli kayıtta McLean’in saksafonundan çıkan notalar bulunsa da gençlik kariyerindeki kayıtlar uyuşturucu bağımlılığı sonrası kesintiye uğradı.
The Connection, 1957’de uyuşturucu nedeniyle tutuklanan ve barlarda çalması yasaklanan Jackie McLean için yeni bir şanstı. Tiyatro oyunundan sonra Shirley Clarke’ın filminde de oynayacak, 1959’dan itibaren Blue Note Records için yeniden kayıtlar yapmaya başlayacaktı.
Freddie Redd Quartet
Oyunun yönetmeni ve yapımcıları en başta The Connection’ın oyuncu rolü yapacak gerçek müzisyenlerden oluştuğunu ve bu müzisyenlerin Charlie Parker geleneğine uygun şekilde caz standartlarını yorumladıklarını hayal etmişlerdi. Blue Note’un hard bop piyanisti Freddie Redd onları Charlie Parker geleneğinde orijinal besteler kullanmaya ikna etti. Bop hisli, doğaçlamalara fazlasıyla açık yedi parça besteleyip bunları Jackie McLean, basçı Michael Mattos ve baterist Larry Ritchie’yle beraber çaldı. Blue Note’da 1960’ta kaydedilecek The Music from The Connection albümü, Freddie Redd’in Jack Gelber’ın oyunu için bestelediği parçalar sayesinde oluştu.
The Connection (Bağlantı), Shirley Clarke, 1961
50’lerin New York’u, karmaşık apartmanlar ve caz arasındaki bağlantı Shirley Clarke’ın ilgisini çekiyordu. Küçüklüğünden beri dansla ve müzikle ilgilenen Clarke sinemayla tanıştığında yeni bir ifade biçiminin mümkün olduğunu gördü. Gözleriyle gördüklerinin gerçekliğini sorgulayacağı, özgürce kendini ifade edebilmenin ne kadar mümkün olduğunu seyirciye sorgulatacağı; bunları yaparken müzik ve dansın ritimlerinden, içerdikleri hareketlerin koreografisinden faydalanacağı sinemaya yöneldi. Bridges Go Round isimli kısa metrajında New York köprüleri ve caz müzikteki köprüleri ve sesleri birleştiren Clarke, The Connection filminde bizi neler bekleyeceğine dair birkaç işaret çoktan vermişti. Shirley Clarke’ın caz yolculuğu burada bitmeyecek, free jazz öncüsü Ornette Coleman adına çektiği belgeseli Ornette: Made in America ile The Connection’dan yirmi yıl sonra devam edecekti.
The Connection oyununu izledikten sonra evine giden Shirley Clarke’ın kulaklarında Freddie Redd’in melodileri dönüyordu. Kameranın ardındaki yönetmenin otoritesi üzerine düşünüyor, “cinéma vérité” üzerine Filmmakers, Inc’deki ***** yönetmen arkadaşlarıyla tartıştıkları günlerde; doğallığın kurguyla iç içe geçebileceğini, doğaçlama hareketlerin ve seslerin koreografisini yapmanın mümkün olduğunu fark etmişti. The Connection, gerçek ve kurgu, caz ve sinema arasındaki bağlantıyı sağlayacaktı.
Salonun dışında başlayan tiyatro oyunu gibi el kamerasıyla Harlem sokaklarında çekilmesi planlanan The Connection’ın daha sonra, maddi sebeplerle, sette çekilmesine karar verildi. Gerçek bir apartman dairesine benzeyen setin içine cazcılar, oyuncular, Charlie Parker fotoğrafları ve müzik enstrümanları girdikten sonra çekimler başladı.
Belgesel yönetmeni Jim Dunn, bu filme “The Connection” adını verdi ve gitmeden önce, çektiği tüm görüntüleri bana teslim etti. Onun kameramanıydım, bütün filmi geçen sonbahar, bir akşamın erken saatlerinde, bir uyuşturucu bağımlısının dairesinde çektik. Çektiğimiz görüntüleri bir araya getirme sorumluluğu tamamen bana ait. Bunu olabilecek en dürüst şekilde yapmaya çalıştım.
– New York’tan J.J. Burden’ı dinlediniz.
J.J. Burden’ın bu sözleriyle başlayan filmiyle Shirley Clarke seyircileri filmin oluşum süreciyle ilgili bilgilendirse de Jim Dunn ve J.J. Burden’ın varlığını ve sözlerinin gerçekliğini film boyunca sorguluyoruz. Tamamı apartman dairesinin içinde geçen The Connection, bize uyuşturucu bağlantılarının gelmesini bekleyen, beklerken müzik yapan, sohbet eden, bilinçsizce odanın etrafında dolaşan cazcıları gösteriyor. Buluntu görüntüler sayesinde çekildiğini giriş sahnesinde duyuran ilk film olarak anılan The Connection’daki görüntülerin gerçek buluntu görüntüler olup olmadığı üzerineyse bilgiye sahip değiliz.
Shirley Clarke bu filmiyle seyirciye caz ve uyuşturucu dünyasının gerçek halini göstermeyi amaçlamıyor, seyircinin kendi gözleriyle gördüğü gerçekliğin ne kadar gerçek olabileceği üzerine düşünmesini istiyor. Filmin içinde film çekmeye çalışan, cazcıların dünyasını tanımayan yönetmen kameranın arkasındaki asistanıyla tartışıyor, hiddetle kaydı durdurmasını istiyor, sonra “Neden çekmeyi durdurdun?” diyerek onu şaşkınca azarlamaya çalışıyor. Oyuncuların etrafında dönen kamera bazen bir sinek gibi kulaklarının dibinden ayrılmıyor, bazen bu oyuncular elleriyle kameranın yönünü değiştiriyorlar, bazense kamera kendi özgürlüğünde hareket edip filmin öznesi olmayan nesnelere odaklanıyor: yukarı tırmanan böcek, yatağın arkasındaki duvarda yazan yazılar, masadaki ananas, pencerenin köşesindeki sigaralar, piyanonun yanına asılı Charlie Parker fotoğrafı. Kamera birkaç saniye bu nesnelere takılıyor, sonra Jackie McLean’in saksafonundan başlayıp çıkacakları konser için prova yapan ekibin enstrümanlarının arasında dolaşıyor. Freddie Redd’in piyano tuşları üzerindeki ellerinden ağzındaki sigaraya geliyor ve sigaranın dumanıyla beraber kayboluyor. Ekran kararıyor.
Charlie Parker
Belirsizliklerin ve dumanın içinde kaybolan Charlie Parker, gecenin karanlığında gözleri parlayan kediler gibi eline saksafonunu alarak yolunu buluyor.
Bir kuş gibi gelip geçen, dar apartman dairelerinin arasında notaları dolaşan Charlie Parker’ın hayatı The Connection’ın kendisi kadar bulanık, karmaşık ve içindeki caz kadar doğal ve özgür. Charlie Parker’ın adını anarak tasarlanan Jack Gelber oyunundan genç komşusu Jackie McLean’le yaptıkları derslere ve Freddie Redd’in piyanosunun yanında asılı fotoğraflarına kadar Charlie Parker’ın tınıları müzikle ve sinemayla yaşamaya devam ediyor. Çünkü önemli olanın tınıların gerçekliği değil, bu tınıların hissettirdikleri.
Marmaduke
The Connection filmi, filmde Jackie McLean’in saksafonunu çalarken oturduğu tabureye dolanan kablolar kadar karmaşık. Taburenin etrafını saran ve bir filmin içinde olduğunu fark etmeyen cazcılar veya kediler kadar dağınık.
Bir odanın içine sığan hayatın dağınıklığı ve karmaşası kablolarsa, hayatın kendisi bu kablolar prize takıldığında çalmaya başlayan plak kadar güzel. Film bittiğinde belki bu yüzden yeniden başlasın, Marmaduke plağı yeniden çalsın istiyoruzdur. Sonuçta, tüm bu karmaşaya rağmen, herkes kedi olmak ister. ******
Geceleri bu apartman dairesi kedilerle dolar hep. Oyun oynuyorlar burada. Ama keşke kablolarla oynamasalar. Marmaduke, plağı baştan çalar mısın?
-/-
* İngilizcede “cat” caz müzisyeni anlamında kullanılır. Kediler cazcılar gibi geceleri dışarıda gezdikleri, bir şekilde “dört ayak üzerine düştükleri” ve toplumdan ayrı kaldıkları için bu terim kullanılmaya başlamıştır.
** Amerikalı caz tarihçisi ve gazeteci Ira Gitler’ın caz parçalarının isimleri üzerine verdiği röportajdan
*** The Connection basın kitapçığından
**** Hayatı olduğu gibi ekrana yansıtmayı amaçlayan, 1950’lerde ortaya çıkmış, Dziga Vertov etkisiyle yönetmen Jean Rouch’un öncülüğünü ettiği akım
***** Shirley Clarke, D.A. Pennebaker, Willard van Dyke gibi yönetmenler tarafından ofis ve kamera ekipmanlarını paylaşmak üzere kurulmuş, “Yeni Amerikan Sineması” akımının önünü açacak kooperatif
****** “Everybody Wants to Be A Cat” Floyd Huddleston ve Al Rinker bestesi, Aristokediler (1970)