Akbank Caz Festivali

Sonny Rollins: Retrospektif

Sonny Rollins 93 yaşında. Artık emekli.

19 yaşında, 1949’da vokalist Babs Gonzales’in orkestrasında çaldığı plaktan, nefes yetmezliğinden ötürü müzik yaşamını sonlandırdığı 2012’ye kadar çaldı. Hem de ne çalma! 63 yıl boyunca modern cazın tanığı ve ana aktörlerinden biri oldu.

Mitik denebilecek yaşamı boyunca, müziğini, hedeflediği zirveye çıkarabilmek için uğraştı ve tıpkı Yunan mitolojisinin çileli kahramanı Sisifos gibi, tepenin en yüksek noktasına çıkardığı düşünüldüğü anda, başkalarına bırakmadan kayayı aşağı yuvarlanmaya bıraktı. Dünya onu saksofon anıtı olarak gördü; o ise istediği gibi çalamadığını düşündüğünden ötürü defalarca inzivaya çekildi.

Eğer cazın temel öğesinin müzisyenin çalışındaki özgün tavır ve seslendirme olduğunu düşünürsek, Rollins gelmiş geçmiş en karakterli tonlardan birisinin sahibi. Caz bir doğaçlama sanatıysa, Rollins onun en yaratıcı isimlerinden birisi. Sonu dibi yokmuş gibi düşündürten fikir zenginliğiyle, çaldığı her icrayı özgün hale getirmeyi başarmış bir zanaatkar. Yaşayan en büyük doğaçlamacı olarak anıldığını görürseniz, şaşırmayın. Bu denli büyük bir iddianın doğruluğunu kanıtlamak mümkün olmasa da, yanlışlığını kanıtlamak için de çok uğraşmak gerekir.

Caz dinleme zevkine erişmeyi arzu edenlere (evet, böyle bir insan topluluğu var) verilmesi muhtemel reçetelerde ismine sık rastlanabileceği gibi, cazı yaşamının odağında tutanların da favorilerindendir Sonny Rollins.

Tanıyanlara hatırlama, tanımayanlara fark etme, daha önce dinleyip de onu elinin altında tutmayanlara değerlendirme fırsatı olsun diye bir liste hazırlayalım dedik. Her liste gibi eksiklerden muaf değil tabii ki. Arzu edenlerin, listeye kendi favorilerini ekleme, listedekileri eleştirme hakkı saklı. En iyiden kötüye doğru sıralanmış bir liste hiç değil. Peşinen uyarayım, uzun bir liste; 63 yılın hakkını bir kaç parçada vermeye çalışma cahilliğinde bulunmak ona yapılabilecek en acımasız haksızlık olacaktır. Daha da önemlisi, seçmediklerimin seçtiklerimden daha iyi olabileceğini; bu listeyi başka bir zaman hazırlamaya yeltensem farklı parçalardan oluşacağını garanti edebilirim.

Başlıklarda kayıt yılını esas aldığımı da ekleyip başlayayım dinlemeye; bir yandan da yazmaya.

1949: Babs Gonzales And His Orchestra (Capitol)

Sonny Rollins, formal eğitim almamış, kendi kendisini yetiştirmiş 18 yaşında bir Harlemli olarak dönemin uvertür vokalistlerinden Babs Gonzales’in grubunda ilk kaydına giriyor. 78’lik plağın zaman sınırının izin verdiği ölçüde ilk soloları da böylelikle kaydedilmiş oluyor. Müzik dünyası bu kayıtları, bir çeşit inisiasyon töreni olarak kabul ediyor; Rollins bir yandan modern cazın dev isimleriyle ve yeni yetenekleriyle çalışmaya başlıyor, öte yandan, bir çok akranı gibi, önündeki yılların bir kısmını acınası halde geçirmesine neden olacak olan uyuşturucu alışkanlığını ediniyor.

1951: Miles Davis Sextet (Prestige)

Önceki yıl uyuşturucu parası bulabilmek için giriştiği silahlı soygun suçundan 10 ay hapis yattıktan sonra, Rollins kendisi gibi bir junkie olan Miles Davis‘in grubuna katılmış; dengesiz yaşamlarından ötürü güven telkin etmeseler de seyirciden büyük takdir gören bir grup olarak sahne almışlar. Ne Miles ne Rollins, henüz kendi tınılarına ve cümleleme yapılarına kavuşmamış halde yolun başındalar. Bununla birlikte Rollins, bir parça Coleman Hawkins’den ilham sert tonu ve tavırlı çalışıyla dikkati çekmiyor da değil. Çok değil bir kaç ay sonra, Rollins bir türlü kurtulamadığı uyuşturucu kullanımı nedeniyle tekrardan hapse girecek.

1953: Thelonious Monk Quintet Featuring Sonny Rollins (Prestige)

Henüz profesyonel olmadığı yaşlarında büyük desteğini gördüğü Thelonious Monk’un grubuna katılması, Rollins’in kariyerinin başlangıç dönemindeki önemli adımlardan. 1955 sonrasında erişeceği son derece kişisel yaklaşımının izlerini görmek mümkün. Monk nasıl bir yeteneği yanında taşıdığının farkında; o da Miles gibi Rollins’in adını albüm kapağına taşımaktan geri durmuyor.

1954: Miles Davis And The Modern Jazz Giants

Yaşamındaki düzensizliğe rağmen, saksofon ustalığındaki gelişimin zaten farkında olan caz aleminin, Airegin, Doxy ve Oleo gibi müthiş bestelerle tanıştığı kayıtlar.

1955: Worktime (Prestige)

Sonny Rollins nihayet 1955’de uyuşturucu iptilasını yenebilmek için tıbbi yardım almaya karar verir. O dönemde deneysel nitelikte olan metadon tedavisini kabul eder ve temizlenmiş olarak klinikten çıkar. Ardından da, ileride bir kaç kez daha çekildiği inzivaların ilki için Chicago’ya gider. Bu dönemde trompetçi Booker Little’la aynı evi paylaşır, kapıcılık gibi gündelik işlerle geçinmeye başlar, bir yandan da müziğin yaşamındaki yeri üzerine düşünmeye başlar. Neyse ki bu ilk inziva, dönemin süper grubu Clifford Brown – Max Roach Beşlisi’nin şehre bir ziyareti sırasında onlarla birlikte sahneye çıkmasıyla ve gruba katılma teklifini kabul etmesiyle kısa sürer ve ortalığı kasıp kavurduğu muhteşem 4 yıllık maratonuna başlamak üzere New York’a geri döner.

Davulda yeni patronu Max Roach’un da yer aldığı birinci sınıf bir grupla kaydedilen Worktime, bu dönemde yapacağı albümlerin provası gibidir. Caz alemi, Rollins’in, dinleyiciye dimdirek seslenen çalışıyla, korkusuz doğaçlamalarıyla ve alaycı üslubuyla tanışır.

1956: Clifford Brown and Max Roach at Basin Street

Caz tarihinin en önemli gruplarından biri. Hard bop estetiğinin doruk noktalarından. Daha sonraları bu stilin takipçilerinin esinleneceği trompet/saksofon beşlilerinin öncülerinden, en iyilerinden. Sonny Rollins, Max Roach ve Clifford Brown başta olmak üzere kendi sıkletindeki müzisyenlerin varlığından ilham alarak müthiş özgüvenli çalmaya başlıyor.

1956: Sonny Rollins Plus 4 (Prestige)

Eksiksiz halde, Clifford Brown & Max Roach Quintet. Rollins, albümün lideri olduğunu gösterecek şekilde Quintet’in müziğinden ayrı bir grup tınısı ortaya koymuş. Beşli, Rollins’in ileride caz klasikleri arasına katılacak olan Valse Hot ve Pent-Up House bestelerinin yanı sıra 3 standard parçayı müthiş bir işçilikle yorumluyor. Hard bop stilinin doğumunu müjdeleyen ilklerden ve türün en iyi örneklerinden biri. Çok değil, 3 ay sonra Clifford Brown ve Richie Powell bir trafil kazasında yaşamlarını yitirecekler; grup dağılacak ve Rollins yoluna gidecek.

1956: Tenor Madness (Prestige)

Bu dönemi incelemiş olanlar bilirler; Miles Davis’in daha sonra efsanevi olarak kabul edilecek olan beşlisi için aslında ilk tercihi Sonny Rollins imiş. Rollins’in uyuşturucudan kurtulmak üzere olduğunu farkedip kariyerinin ivmeleneceğini tahmin etmiş olması tam Miles’lık bir öngörü. Bir anlamda halef ve selef de sayılan, cazda iki farklı duruşu sergileyen ve daha sonra (çok lazımmış gibi) sıklıkla birbirleriyle kıyaslanan Sonny Rollins ve John Coltrane’nin bir arada kaydedildikleri tek seans olması, Tenor Madness albümünü caz tarihi açısından eşsiz kılıyor. Beklendiği üzere Prestige Records’un dahi patronu Bob Weinstock, jam session havasındaki bu buluşma için eşliği, Miles Davis’in, Garland, Chambers ve Joe Jones’dan mürekkep üçlüsüne teslim etmiş.

Tonalitelerinden de ayrılabilirler, ama biz yine de belirtelim: sololar Coltrane, Rollins, Garland, Chambers; sonra Jones’la atışmalarda Coltrane, Rollins, Coltrane, Rollins diye ilerliyor; ikinci bölümde de Coltrane ve Rollins kibar kibar atışıyor.

1956: Saxophone Colossus (Prestige)

“Ne söylesek, yazsak kafi değil” cinsinden bir seans. Saxophone Colossus, Rollins’in sergilediği müzisyenlikle artık ağırsiklet şampiyonu bir saksofoncu olduğunun cümle alem tarafından kabul edildiği, her icranın ayrı güzellikte niteliğinde olduğu; piyanoda Tommy Flanagan, basta Doug Watkins ve davuld Max Roach’dan kurulu ekibin müthiş çaldığı, Rollins başyapıtlarından biri. Rollins’in ömür boyu sürecek olan kalipso aşkının en güzel ürünlerinden birisi olan ve caz klasiği haline gelen St. Thomas, Kurt Weill’ın Üç Kuruşluk Opera’sının hit parçası Mack The Knife’ın çeşitlemesi olarak Moritat gibi iki Rollins klasiğinin yanı sıra, tematik doğaçlamanın mükemmel örneği olarak akademik nitelikte yazılara konu olan Blue 7, bir cazseverin uzun süre ayrı kalamayacağı güzellikte icralar. Ancak bir balad var ki albümde, herhalde bu bestenin en mükemmel yorumu sayılabilir. Bir şarkının, sözlerine bu doğrudanlıkta uyan sonik ifadeyle aktarılması, gerçekten de benzerine az rastlanacak bir durum. Haksız mıyım?

1956: Thelonious Monk – Brilliant Corners (Riverside)

Basta Oscar Pettiford, davulda Max Roach gibi ustaların ve alto saksofonun erkenden göçen şairlerinden Ernie Henry’nin yer aldığı bu seans, Rollins’in, Monk müziğini yorumlayan tenorcular içinde en iyisi olduğunu apaçık göstermesi açısından özel bir anlam taşıyor.

1957: Way Out West (Contemporary)

Saksofonun ana ses olduğu, piyano ya da gitar gibi, icraya akor eşliği verecek (ve tabii ki yönlendirecek) bir enstrumanın olmadığı türden trio grup biçiminin -ilk örneği olmasa da- görkemli ilk örneği. Tabii ki Rollins’in kariyerinin doruklarından da biri. Rivayet edilir ki, Ornette Coleman, özgür yaklaşımıyla caz alemini alt üst edecek grubundan piyanoyu çıkarmaya, o dönemde birlikte takıldığı Rollins’in trio üslubunu tanıdıktan sonra karar vermiş. Ray Brown’ın, zamana titizlikle bağlı ritmik yürüyüşü ile tezat olacak şekilde Shelly Manne’nın aksak salınışına kattığı muzip dokunuşların önünde, Rollins’in avare, yer yer alaycı ve son derece otoriter çalışı, caz müzisyenleri için onyıllar sürecek bir etki yaratmış. Rollins’in sololarındaki yaratıcılığı hazmedilebilir halde sergileyebilme yetisi, cazda benzerine az rastlanır düzeyde.

1957: A Night at the Village Vanguard (Blue Note)

Canlı kaydedilen ilk albüm olduğu için değil, mekanın ruhunu ve sahneden gelen sesi sahici şekilde yansıtan ilk kayıt olduğundan ötürü, caz kulüplerinde verilen konserlerin kaydedilip ticari olarak piyasa sürülme geleneğinin başladığı an. Way Out West albümünde ortaya koyduğu trio formunu billurlaştırdığı efsanevi konserin kaydı.

Rollins, kendisiyle müthiş uyumlu çalan ritim enstrumanlarının önünde, zamanı bükerek, armoniyi bozarak, melodiye yer yer mikrotonal yaklaşarak bestelerden adım adım uzaklaşan, bir sonraki adımını nasıl atacağını düşünmeden insiyaki şekilde ilerleyen, tahmin edilemeyecek denli şaşırtıcı yanyollara dalan ve tüm bunlara rağmen dinleyicinin anlamsız diye niteleyebileceği tek bir kelime sarf etmeden ve daha önemlisi, bestelerin özünü kaybetmeden muazzam bir esriklik düzeyinde çalıyor.

1958: Freedom Suite (Riverside)

Rollins’in diskografisinin en ayrıksı albümü. Rollins’in albüm notlarından alıntılayalım: “Amerikan kültürünün kendisine ait olduğunu herkesten daha fazla iddia edebilecek olan siyahların, sistematik olarak zulüm görmesi ve baskı altında tutulması; varlığıyla insaniyeti temsil eden siyahların, insanlık dışı muameleyle ödüllendirilmesi ne kadar da ironik!”

60’larla birlikte yükselecek olan ırkçılık karşıtı, eşit haklar mücadelesinin habercisi niteliğindeki albüm, türünün de ilk örneklerinden. Bu politik duruşun cazdaki öncülerinden Max Roach’un da muhtemel ilham kaynağı. Freedom Suite, yalnızca müzikal özgürlüğü değil, aynı zamanda siyahların ve caz müziğinin birleşik bir çabayla özgürleşmesi arzusunu da tasvir ediyor. Eleştirmenler, albümün ilk yüzüne yayılan suitin uzunluğunun, bir anlamda, siyahların uzun zamandır çektiği acıları temsil ettiğini iddia ediyor. Bana kalırsa, Freedom Suite, Rollins’in kendi hayatı için biçtiği özgürlük idealini de simgeliyor.

Tabii ki tüm bu yorumlar, nihayetinde, laf ve aslolan müzik diyorsanız, Freedom Suite, müthiş bir müzikal sunuma sahip. Albümün geri kalanı da, Rollins’in eriştiği ifade düzeyinin kusursuz örneklerini içeriyor.

1962: The Bridge (RCA)

Sonny Rollins, 1959 yılı başında Avrupa turnesine çıkar ve New York’a geri dönüşünün ardından sessizliğe bürünür ve iki yıldan daha uzun sürecek şekilde inzivaya çekilir. Bu dönemi onun anlatımından dinleyelim:

“Çok ünlüydüm. Zanaatımın muhtelif yönlerini tazelemem gerektiğini hissediyordum. Fark ettim ki, çok erken şekilde çok şeye erişmeye başlamışım. İnsanların beni, olmamı gerektiğini düşündükleri yere iteklemesine dur demeliydim. Aksi halde düşüp yuvarlanmaya başlayacaktım. Kendimi toplamak istedim. Ne yapacaksam kendi bildiğim şekilde ve yalnız başına yapmalıydım.”

Yunan mitolojisinin meşhur karakteri Sisifos’un, aşağı yuvarlanacağını bildiği bir kayayı tepeye doğru itme cezasına mahkum olmasının modern zamandaki karşılığı gibi, Rollins de iki yıldan uzun süre boyunca her gün evinin yakınındaki Williamsburg Köprüsü’nün ayaklarına gider ve yaz kış demeden orada saatlerce, bazı günler 15 saat boyunca alıştırma yapar. 1961 yazında yolu oradan geçen gazeteci Ralph Berton, Rollins’in seçtiği yeni yaşamı hakkında Metronom dergisinde yazı yayınlasa da, o bildiğini okumaya devam eder.

O dönem oturduğu dairenin bulunduğu apartmanın isminin The Rollins olarak değiştirildiğini, ancak, yürütülen onca kampanyaya rağmen Williamsburg Köprüsü’nün isminin hala aynı kaldığını da not edelim.

Neyse ki, Zeus bu defa merhametli davranır ve Rollins’in inzivasını New York’da Jazz Gallery’de sahne alması ve ardından Jazz Casual adlı televizyon programına çıkışı bitirir.

Sonny Rollins 1962 yılının başında yeni bir albümle kayıt dünyasına geri döner.

Sonny Rollins’in üç yıllık inzivasını geçirdiği Williamsburg Köprüsü’nden ilham alarak isimlendirilen The Bridge, aynı zamanda eski Rollins ile yeni Rollins arasındaki köprüyü de simgeleme iddiasında. Bu geridönüş albümü, genel bir bakışla 1959’dakinden çok da farklı bir Rollins sergilemiyor, ancak nüanslar da yok değil. Misal, balad icralarına bakınca, eski Rollins’in kendinden eminliğinin yerine izlenimci bir ifade tarzının geldiği; tempolu icralara bakınca tonunun pürüzleştiği ve otoriter tavrının bir parça yumuşadığı görülebiliyor.

İnziva döneminde yoga ile tanışmasının da bunda payı vardır muhakkak, ama daha ziyade Ornette Coleman’ın serbest cazını ve Coltrane’nin modal/ruhani cazını da etüd etmiş olmalı ki ileriki albümlerinde her ikisinin izleri de ortaya çıkıyor.

RCA döneminin en konvansiyonel ve erişilebilir ürünü olan The Bridge, Sonny Rollins’in diskografisinin en güzellerinden ve -aralarında benim de olduğum çoğunluk tarafından- caz tarihinin en rafine albümlerinden biri olarak kabul ediliyor.

1962: Our Man In Jazz (RCA)

Rollins, geri dönüşü ile birlikte imzaladığı sözleşme kapsamında RCA için 1964 sonuna kadar her biri farklı karakterde 6 albüm kaydetti. Köprü metaforunda sonraki diye tarif ettiğim yeni stilinin en belirgin olduğu albüm, Our Man In Jazz, Ornette Coleman’ın ekibininden iki usta müzisyenle kaydedilmiş bir konser. Belki Don Cherry’nin varlığının ve daha önemlisi Billy Higgins’in funky çalışının etkisi olmuştur; Rollins’in bu albümde, eskisine oranla -mesela The Bridge’deki kendinden emin ifadelerinin tersine- daha köşeli, aceleci ve saldırgan cümleler kullanmaya başladığını işitiyoruz. Anlaşılıyor ki, Coleman, Taylor ve Coltrane’nin başını çektiği avangart cazın basın ve dinleyici tarafından takdir gördüğünü fark etmesi, Rollins’in, çalışına daha serbest öğeler eklemesine neden olmuş.

Bu değişimin en net örneği olarak, 25 dakikalık maraton niteliğindeki Oleo icrasında Rollins post-bebop ile avangart arasındaki sınırı muğlaklaştıran ve ritmik/armonik açıdan çok zengin bir icra çıkarıyor ki, bana kalırsa Our Man In Jazz, Vanguard konseri kadar olmasa da Rollins’in en heyecan verici (ve keyif veren) canlı kayıtlarından.

1963: Sonny Meets Hawk (RCA)

Tenor saksofonu caza hediye eden ve bu enstrumanın en büyük stilistlerinden efsanevi Coleman Hawkins’le dönemin en önemli saksofoncularından sayılan Sonny Rollins’in buluşması, kayıtlı cazın istisnai birlikteliklerinden biri. Bu baba ve oğulun buluşması. Birbirlerine öylesine ilham veriyorlar ki, bu kayıt her ikisinin diskografisinin en cesur albümlerinden birini doğurmuş. Kabul edilmiş bir denkliğin verdiği rahatlıkla, her ikisi de her anın tadını çıkarmaya çalışmış, birbirleriyle yarışmaktansa, bir diğerini yükselterek aynı anda yaratıcılıklarının doruğunda gezinmişler.

Kim eski, kim yeni, kim genç, kim ihtiyar, kim geleneksel, kim avangart… dinlerken insan tüm önyargıların, önkabullerin anlamsız olduğunu fark ediyor. Bu iki devin özgürce etkileşime girişlerine, bazı anlarda birlikte yürüyüşlerine ama bazı anlarda da geri çekilmemek üzere savaşmalarına tanık olmak bir cazsever için heyecan verici bir deneyim.

1967 East Broadway Run Down (RCA)

RCA’den ayrıldıktan sonra Impulse! ile sözleşme imzalayan Rollins, Alfie ve On Impulse! gibi sıkı albümlerin ardından, klasikleri arasında anılacak olan East Broadway Run Down albümünü yayınladı. Our Man In Jazz’da Ornette Coleman grubunun elemanlarıyla bir araya gelmesine benzer şekilde, bu sefer de John Coltrane’nin ritm müzisyenleriyle stüdyoya giren Rollins, Jimmy Garrison ve Elvin Jones gibi, ortalığı ateşe verebilecek düzeyde enerjiyle yüklü doğaçlama ustalarının genişlettiği avangart uzamda, son derece rahat ve özgüvenli bir şekilde, blues temeli üzerinde, muhtemelen, müzikal yaşamının en soyut, lirik ve en serbest çalışlarını sergiledi.

…ve konserlerine bir süre daha devam ettiyse de 1968’de ikinci kez inzivaya çekildi!

1972: Next Album (Milestone)

Sonny Rollins’in ikinci inzivası, New York’un ikonik bir köprüsünün ayaklarında tek başına saksofon çalan adam gibi çarpıcı bir görsel imge üretmediğinden dolayı, caz dünyasının ilgisine ilki kadar mazhar olamamış gözüküyor. Basın peşine çok düşmemiş, Rollins’in bu süreyi nasıl geçirdiği ile ilgili bir haber çıkmamış. Geri dönüşü sonrasında verdiği röportajlardan anlıyoruz ki, Rollins Jamaica ve Japonya’da kalmış, yoga ve meditasyon yapmış, doğu felsefeleri üzerine tefekkürde bulunmuş, hatta bir süre Hindistan’da manastır hayatı yaşamış.

1971 sonunda Norveç’te, 1972 başında Village Vanguard’da sahne alan Rollins, kesik kesik pasajlar, kirli ifadeler ve hiddetle sıralanan notaların karakterize ettiği yeni çalışına seyirciyi tahrik eden şiddetli bir ton eklemiş şekilde geri döndü. Meraklıların bir sonraki albüm beklentisine cevabı da pek bir muzip: Sonny Rollins’ Next Album. Belli ki, ilk inzivadan dönüşünde kendisini bekleyen müzik ortamına hazırlık yapmamış olan Rollins bu sefer zamanını doğru değerlendirmiş. Vurmalıların yarattığı dans ritmleri, Jack DeJohnette’in soul davulu, Bob Cranshaw’ın funky elektrikli bası, George Cables’ın elektrikli piyanonun gevşekliği bir arada düşünüldüğünde, Sonny Rollins’in, dönemin müziğini çok iyi okuduğu ve akustik cazın sınırlarını, sokaklardan gelen pop, funk, R&B motifleriyle genişletmeye geldiği anlaşılıyor. Öncekilere göre, kesinlikle çok daha eğlenceli bir havaya sahip Next Album, işçiliğiyle ve ustalık gösterileriyle Rollins diskografisinin iyileri arasında.

1972-1995: Silver City A Celebration Of 25 Years Of Milestone

Sonny Rollins’in Milestone kataloğunda yer alan albümlerin büyük bölümünü detaylı sunmayacağım. Aralarında Horn Culture gibi Rollins’in dahi hatırlamak istemedikleri de var, The Way I Feel gibi tümüyle crossover pazara hitap etme kaygısı olanlar da var. Rollins’in sokaktan ayrı düşmemek diye nitelenebilecek kaygılarından kaynaklı olarak tamamına yakınına günün popüler tınılarının bulaştığını söylemek mümkün. Bunlardan da önemlisi, ortayaşlılığı ile birlikte Rollins’in stüdyoya girmekten hoşlanmamaya hatta nefret etmeye başlaması. Yıllar sonra bu durumu şöyle açıklamış: “Canlı çalmak sevişmeye benziyor, gerçek yaşamda sevişmeye. Oysa stüdyo kaydı yapmak en iyi durumda sanal seks!”

Bununla birlikte tüm bu dönemi yok saymak gibi bir tavır haksızlığın dik alası olur. Milestone dönemindeki her Rollins albümünde birinci sınıf diye nitelenebilecek icralar var ancak çoğunluğu öylesine eklektik yapıda ve kendi içinde tutarsız icralar buketi sunuyor ki (en azından benim gibi) bir cazseverin bu dönemdeki bir albümü bir bütün olarak sevebilmesi pek mümkün gözükmüyor.

Şu tespiti yapmak da mümkün; 1980’lerin ortasından itibaren ve özellikle 1989 tarihli Falling in Love with Jazz ve sonrasında Rollins, fusion sevdasından uzaklaştıkça ve konvansiyonel caz formuna dönünce, kendi içinde de tutarlı ve kalıcı albümler yayınlamaya başladı. Bunda eşi Lucille Rollins’in prodüktör koltuğuna oturması ve albümler üzerindeki tasarrufun tümüyle ikisine geçmiş olmasının önemi var mıdır, bilinmez.

Öncekiler için, derleme niteliğindeki Silver City albümünü öneriyorum. Iskaladıklarım varsa da, affedin lütfen.

1993: Old Flames (Milestone)

Lirik ancak kontrollü! Old Flames, Rollins kataloğunun en hisli hatta yer yer melankolik albümlerinden. Ancak onun gibi bir ifade ustasından işi kolayından halletmesini, erişilebilmek için anlatımını basitleştirmesini beklememeli. Birinci sınıf bir ekibin önünde, Rollins anlatmayı ve uzun konuşmayı hala çok sevdiğini gösteriyor. Jimmy Heath’in düzenlemesini yaptığı nefesliler eşliğinin de çok leziz olduğunu not etmeli.

1996: Sonny Rollins + 3 (Milestone)

Sonny Rollins’in uzun kariyerinde değiştirdiği onca şeye rağmen basçı olarak 40 yıl boyunca istihdam edecek şekilde Bob Crabshaw’dan vazgeçmemesi ilginç bir durum. Biraz da sağlık nedenlerinden ötürü Cranshaw elektrik basa geçince Rollins bu durumu müzikal fikirlerinin bir parçası haline getirmişti. Ancak bu tercihin her zaman iyi sonuç doğurduğunu söylemek mümkün değil. Şundan ötürü yazdım: bir öncekinin (Old Flames) ve bundan sonrakilerin önemli bir defosunu söyle derseniz, insan bazen Rollins’in son döneminde başka bir basçıyla, bir akustik basçıyla çalışmış olmasını diliyor. Kadı kızı kusuru diyelim.

Rollins bu albümde favori piyanisti Tommy Flanagan’la çalışmış. Diğer üyeleri de düşününce, fantastik bir grubun eşlik ettiği bu albüm de Rollins’in dinlenilmesi gereken albümlerinden. Böyle bir tecrübem olmadığı için doğrulayamam ancak Scott Yanow bu albümün Rollins’in canlı performanslarındaki heyecanı andırdığını yazmış.

2000: This is What I Do (Milestone)

Kariyeri boyunca aldığı payeleri düşününce, bu albümle Grammy ödülü almış olması ne derece önemlidir bilmem ama daha önce hiç kazanmamış olması da tuhaf gelmedi değil.

Yine birinci sınıf bir modern caz albümü. O yaşında gösterdiği dirilik, dışadönük tavır, kelimeleri ağzında gevelemeden sarf etmesi, dinleyicinin üstüne üstüne çalışı saksofoncular için hala bir rol model olabileceğinin kanıtı gibi. Şu ana kadar bahsi geçmedi ama Rollins’in karakteristiklerinden birisi de repertuvarına cazcıların hiç ziyaret etmediği nuh nebiden kalma şarkıları alması ve aslında cazın a priori parçası olduklarını kanıtlar şekilde onları cazlaştırabilme yeteneği. Özellikle bunlardan birini seçtim.

2005: Sonny Please (Doxy Records)

Çıktığında, bunun Sonny Rollins’in son stüdyo albümü olacağını bilmiyorduk. Önce 11 Eylül 2001 faciası ve sonra da 2004’de 47 yıllık hayat arkadaşı ve menejeri Lucille Rollins’in ölümü, yaşlanmaya başlamış bedenin ağırlığına eklenince Rollins sahne yaşamını ağırdan almaya başlamışsa da, 2005’de çıktığı Japonya turnesinin ardından stüdyoya girdi. Sonny Please, artık kanıtlayabileceği bir şeyin kalmadığının farkındaki bir efsanenin, hayal gücünden bir şey kaybetmediğini, gençliğindeki kadar olmasa da hala sınırlarda dolaşabileceğini gösteren bir albüm. Resmi kanalında bu albümden örnek olmadığı için, başka bir hesabın sunduğu kayda yer veriyorum.

Road Shows Serisi

Sonny Rollins’in son yılları kendi şirketi Doxy Records üzerinden farklı yıllarda yayınlanan Road Shows serisi ile belgelendi. Müziği bıraktığı 2012’ye kadar verdiği konserlerden bizzat kendisinin seçtiği müthiş icralar böylelikle kayıt altına alındı. Yakın dönemde, kendisinin de onayladığı Swiss Radio Days, Vol. 40: Zurich 1959 (TCB) ve Rollins in Holland (The 1967 Studio & Live Recordings) (Resonance) gibi çok önemli tarihsel kayıtlar yayınlanmışsa da, artık yeni kaydedilmiş bir Sonny Rollins albümü işitme şansımız, maalesef, kalmadı. Road Shows serisininden anlaşıldığı üzere, büyük usta’nın son dönem konserleri olağanüstü güzellikte icralar içeriyor. Kim bilir, belki de birileri el atar ve en azından yeni Road Shows albümleri yayınlanır.

Boşuna ona Sisifos demiyorum… Müziği bıraktıktan sonra her ne kadar sanatsal açıdan kendisini tatmin edecek noktaya erişemediğini söylemişse de, biz kendisinden razıyız.

Village Vanguard konserinin 50’nci yılı şerefine, 18 Eylül 2007’de Carnegie Hall’da, basta Christian McBride ve davulda Roy Haynes’den oluşan üçlüsüyle verdiği konserden Some Enchanted Evening yorumu ve aslında 4 albümlük serinin tamamı kendisini yalanlıyor.

Bu yazıya Sonny Rollins’in müziğe veda etmeden hemen önce verdiği Marsilya konserinden bir parça ile veda ediyorum.

Doğum günün kutlu olsun Sonny Rollins…

Sonny Rollins’in diskografisi BURADA.

Turgay Yalçın’ın Miles Davis ve John Coltrane birlikteliğini yazdığı yazısı BURADA.

Turgay Yalçın

Yayın Yönetmeni, Kurucu Ortak, Yazar, Radyo Programcısı.

Turgay Yalçın 'in 201 yazısı var ve artmaya devam ediyor.. Turgay Yalçın ait tüm yazıları gör

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir