Isaiah Collier: Kara İmparator
“Öldürmeyi beceremeyen seni daha siyah yapar.”
English version is here.
Jazzfuel websitesi ile bu yılın başında yaptığı söyleşide, son dönemde keşfettikleri arasından önerileri sorulduğunda Ahmet Uluğ, tek bir isim seçip Isaiah Collier‘i anıyor ve mealen, genç müzisyenin yeni bir tavrı olduğunu, müziğinin kendisini heyecanlandırdığını söylüyordu.
Uluğ bu kanaatinde tek başına değil; Collier 2016’da 18 yaşına henüz adım atmışken AACM’in koca adamı, büyük alto saksofoncu Khabeer Ernest Dawkins tarafından, Chicago’nun dışındaki caz dünyasına tanıtıldığı andan bu yana her yaptığıyla cazseverleri heyecanlandırıyor. Ciddi caz dinleyicileri, Collier’in, geleneği çağdaş ve zamansız kılacak şekilde çevik ve coşku dolu çalan yeni neslin en önemli üyelerinden biri olduğuna emin.
Chicago’nun güney yakasında, müzisyen bir ailede yetişen Collier, on bir yaşında saksafona başlamış, aynı anda Chicago Caz Enstitüsü’nde ve Chicago Sanat Lisesi’nde okumuş. Gene Ammons, Eddie Harris, Johnny Griffin, Clifford Jordan gibi büyük tenorcuları yetiştiren şehirde büyümüş. Straight-ahead çalanlara öykünerek başlamışsa da, şehrin rüzgarı onu kaçınılmaz olarak Ari Brown, Von Freeman, Fred Anderson, Roscoe Mitchell gibi ilham verici ustalara doğru savurmuş ve genç yaşta AACM Chicago ekolüne katılmış.
Collier, cazı ‘ataların mesajı’ olarak tanımlıyor ve tutku dolu saksofon çalışında Büyük Siyah Müziği nehrinin ruhani ve serbest caz kollarını birleştiriyor. Stilinde, Pharoah Sanders ya da Albert Ayler gibi büyük nefese sahip saksofoncuların mirasını gururla taşıyor. Ama bana sorarsanız Collier, en çok da John Coltrane müziğinin özünde yatan ‘tanımlı tüm sınırların dışına çıkma’ arzusunu diri tutuyor. Ortaya koydukları, konserleri, albümleri, hedefini gerçekleştirmeye uzak olmadığını kanıtlıyor.
Return of the Black Emperor (2018 Good Vibes Only), Isaiah Collier’ın The Chosen Few grubuyla kaydettiği ilk albüm. Açılışı yapan June 11th, Collier’in nerede durduğunu, yüzünü nereye çevirdiğini ilan ediyor. Enstrumanın sonik sınırını zorlayan çalışı ve bir vaizin cemaatini avucunun içine alan hitabet gücü ile Chicago’nun blues damarından beslenen dışavurumcu saksofon geleneğine selam gönderiyor.
Aslını sorarsanız, albüme adını veren parçada kendini açığa vurduğu üzere, Collier için gelenek kavramı sadece cazı temsil etmiyor, daha da geniş bir algıdan hareketle blues ve ondan köklenen tüm siyahi kültürü içeriyor. Blues, Collier’in müziğinin, bir form olarak değil siyahilerin her türden sanatsal aktarımının kökünde yer alan hissiyat olarak organik parçası.
Isaiah Collier & The Chosen Few’un ikinci albümü, The Unapologetic Negro (2019 Self-released), saksofoncunun dinleyicisine daha dolaysız şekilde seslenebildiği trio formatında canlı kaydedilmiş.
Aktivist, müzisyen Angel Bat Dawid, albümü, ‘ermiş üstatların kadim bilgelik öğretilerine geri dönüş’, hatta, ‘çok uzak olmayan bir gelecekten gelen bir sesin geri dönüşü’ olarak kutsuyordu; Collier’i de, siyahların müzikal imparatorluğunu geri getiren, yıkıcı derecede kuvvetli Kara İmparator ilan ediyordu.
Albüm adını, siyahların hak mücadelesinin yeni nesil öncülerinden Damon Young‘ın aynı adlı makalesinden alıyordu. Özetle Young, beyazların ne düşündüğüyle ilgilenmemenin, pişmanlık duymaksızın siyah olmanın gereği olduğunu savlıyordu.
Buna paralel olarak Collier’in çalış üslubu da, beyazlar tarafından yönetilen ana akım caz tarafından ehlileştirilmiş, içi boşaltılmış halini bir kenara bırakıp John Coltrane’nin son döneminde ortaya koyduğu müzikal perspektifin uzantısıydı. The Unapologetic Negro, sadece politik söylemi ile değil, müzikalite açısından da ilkinin ötesine adım attığı albümü oldu. Zaten belli belirsiz olan post-bop stili tümden arka plana atılmış ve Coltrane usülü spiritualizm baskın hale gelmişti.
“Hiçbir şeyin bizi sınırlamasına izin vermemeliyiz” diyordu ve üçüncü Collier albümü Cosmic Transitions (2021 Division 81 Records), bekleneceği ve adından da anlaşılabileceği üzere, John Coltrane müziğinin son iki yılında eriştiği aşkınlık mertebesinin yansıması.
Soprano ve tenor saksofonda Isaiah Collier, davulda Michael Shekwoaga Ode, basta Jeremiah Hunt ve piyanoda Mike King‘den oluşan The Chosen Few, yeni albümü Coltrane’nin son yıllarındaki tüm albümlerine (ve özellikle Transitions albümüne) ev sahipliği yapan Rudy Van Gelder‘in New Jersey stüdyosunda kaydetti. Hem de, duvarlarının içinde cazın en görkemli seslerinin izlerini taşıyan bu efsanevi stüdyoya girmek için onun 94 yaşına bastığı günü seçtiler.
Kanaatimi tereddütsüz yazayım, ne Cosmic Transitions taklit bir albüm, ne de Collier ve The Chosen Few klasik dörtlüyü taklit ediyor. Bu seçimlerinin yegane amacı, Coltrane’nin ve onun ihtişam dolu yolculuğuna eşlik eden müzisyenlerinin ruhunu canlı tutup, hatta bir anlamda onları canlandırıp kendi yapacakları müziğe ilham vermeleri.
Sizi temin ederim, dinleyeceğiniz müziğe başka bir isim de verilemezmiş. Tarifsiz bir özgüvenle ve adanmışlıkla çalan Collier ile The Chosen Few arasındaki dinamik bağ ancak transition kavramı ile açıklanabilecek düzeyde. Cosmic Transitions, uyum ve çatışma, kaos ve düzen, güzellik ve çirkinlik arasında geçişlerle dolu ve Coltrane’e yapılan onca atfın da hakkını veren bir başyapıt.
Ertesi yıl, davulcu Michael Shekwoaga Ode ile duo olarak Beyond, I Am‘i (Division 81 Records) kaydettikten sonra, ilk nesil AACM üyesi ve Ethnic Heritage Ensemble’ın kurucusu Khalil El’Zabar‘ın A Time for Healing (Spiritmuse Records) albümünde yer aldı.
Collier, sahneyi, yeni sesler keşfedebileceği bir işlik olarak görüyor, dolayısıyla her performansı dinleyicisini ters köşeye yatırabilecek denli sürprizlere gebe.
Öyle ki bir süredir 12 kişilik The Celestials Project topluluğu ile, Gunther Schuller‘in 1950’lerde ortaya koyduğu ve caz ile klasik müziği birleştirmeyi hedefleyen üçüncü akımından ilham alıp, kendi yaklaşımını olgunlaştırma çabasında. Sahneye elektroniği ve pedalları da dahil ediyor, onları doğaçlamanın enstrumanları olarak görüyor. Performanslarına çoğunlukla görselliği de ekliyor.
Afrika’dan köklenen ve dünyaya yayılan tüm müzikal geleneği, aslında bir anlamda diyaspora müziğini cazın içinde baskın hale getirme gayretindeki bu dördüncü akımda sadece geçmişten değil siyah müziğin bugününden de ilham alıyor. Kendrick Lamar, Earth Wind and Fire, D’Angelo ya da Jill Scott. Cazın sınırları dışında olduğu düşünülenleri alıp kaynağına geri getirmenin peşinde. Collier biliyor ki, sınıflandırmalar yapay ve göreceli; şiveler farklı ama konuşulan dil aynı.
Herkesin acısı var. Collier sadece, insanların, onun ırkının ve toplumununkileri anlamasını istiyor. Erişilmesi kolay bir hedef olmadığının farkında ancak çaba sarfedilmediğinde durumun değişmeyeceğini de biliyor. Müziğin gücüne ve onun, daha insani bir yaşama erişmenin araçlarından olduğuna inanıyor.
Collier’in tavrı, Harlem Rönesansı‘ndan bu yana siyahi sanatın sergilediği politik duruşun mirası. Bir yandan derisinin rengini yüceltiyor, öte yandan hala var olmaya devam eden kafatasçı zihniyete, siyahların da en az beyazlar kadar, hatta bazı koşullarda onlardan daha yaratıcı olabileceğini kanıtlıyor. Bu çabası politik olabilir ancak ortaya koyduğu sanatı ne ideolojik ne de estetik bir kısırlık içinde. Bilakis, Avrupa’dan köklenip ABD’de norm olarak kabul gören estetik kuralların sınırları içinde kalarak kısırlaşmaya dönen müziğin (ya da daha özel ifadeyle cazın) köklerine dönerek yenilenebileceğini, tazelenebileceğini savunup müziğiyle bunun kanıtını inandırıcı şekilde sunuyor.
Sadece atıflarına bakarak karar vermeyin. Collier’ın yapmaya çalıştığı, atalarının en siyahının yürüdüğü yolda ilerlemek, onun sanatıyla vücuda getirdiği anlayışı diri tutmak, bu muhteşem geleneği ancak siyahların ileriye götürebileceğini kuşağına ve kendisinden sonra geleceklere kanıtlamak ama en önemlisi yeni, özgün, cesur, ödünsüz ve özür dilemeyen müziğini icra etmek. Bu kadar çok iddiaya sahip olması gözünüzü korkutmasın. Neticede müzik, meraklanmayın…
Cazın bir süredir ihmal edilen Afrika köklerinin yenilenerek canlandırılması, sadece müzikal değil ruhani unsurlarının eklemlenmesi bu duraklamaya yüztutmuş sanatı yükseltecektir, şüpheniz olmasın. Yoksa gerisi matematik…
Isaiah Collier henüz 25 yaşında. Arkasında bıraktığı yedi yılda yaptıklarıyla eriştiği olgunluk düzeyi hayranlık uyandırıyor. Dünü ve bugünü şahane. Yarının onu nereye götüreceğini merak ediyorum ama emin olduğum bir şey var ki, gelecekte caz olacaksa Isaiah Collier cazın geleceği…
Not: Memleketimizde caz kültürünün yeşermesine yatırım yapan sponsorlardan, festival düzenleyicilerden, caz performanslarına sahnesini açan mekanların işletmecilerden veyahut menejerlerden ricamızdır. Biz Isaiah Collier’i Türkiye’de canlı izlemek istiyoruz!
*
Daha yakından tanımak isteyenler için Isaiah Collier web sitesi.
Chicago cazının anıtsal ismi Von Freeman.