12 Nota Yetmeyince: Von Freeman
Adamım benim! Ya da şöyle söyleyeyim: has adamımsın Von Freeman.
Cazla ilgilenen hatta kafayı onunla bozacak derecede caz seven birçok insanın dahi dikkatinden kaçabilecek bir müzisyensin. Kıymeti bilinmeyen müzisyenleri bir adada toplasak oy birliği ile başkan seçilirsin. Chicago’nun babasısın. Bilen biliyor; sen müzisyenlerin müzisyenisin.
Baban ragtime aşığı bir polisti; annen gitarıyla yaşamlarınızı güzelleştiren bir ev hanımı. Müzisyen dedeni, amcanı saymıyorum. Sen taş gibi bir saksofoncu; kardeşin George Freeman iyi bir gitarist; diğer kardeşin Bruz Freeman da sağlam bir davulcu. Hatırlarsın; daha 12 yaşındayken Chicago gece kulüplerinde çalmaya başladığında annen görevlilere tembih edermiş: “Sigara, içki içmesine, kötü kadınlarla düşüp kalkmasına izin vermeyin! Çalmıyorsa soyunma odasından da dışarı çıkmasın!”.
Öyle ya küçük yaşta babasız kalmışsın. Ailenin sorumluluğunu üstlenmişsin; bunu layıkıyla yerine getirmişsin. Şehirden ayrılmamayı istemenin de belki en önemli nedeni bu. Şan şöhret derdin olmamışsa da, 101 yıl yaşamış annenin, senin ülkende ve dünyada takdir görmeye başladığın zamanlarına tanık olamamasına hayıflanmışsın. Her ne kadar müzisyen olmanı istememiş olsa da, annenin seninle her zaman gurur duyduğunu bilmek de avuntun olmuş.
Her fırsatta çalmışsın. Striptiz şovu, nişan, düğün, konser fark etmemiş. Şehire gelen her müzisyen seni yanında görmek istemiş. Jump, caz, soul, blues, avangart, bop… Her sahneye şeref vermişsin. New Apartment Lounge kulübünde, on yıllar boyunca, her salı gecesi düzenlediğin jam sessionların dolmuş taşmış; seyircini ve müzisyen dostlarını evinde hissettirmişsin.
Elma ağaçtan uzağa düşmezmiş; gördüğünün fazlasını oğluna vermişsin baba Von. Fazlasını da yapmışsın. O çok sevdiğin memleketinin dışına çıkmamayı tercih ettiğin için oralarda çalmışsın; oraların adamı olup oraların insanlarını yetiştirmiş, onlara örnek olmuşsun.
Coltrane yoluna gittikten sonra Miles’ın beşliye katılma teklifini bile reddetmişsin. Düşünsene, koca Miles, Shorter’da karar kılıncaya kadar senin reddettiğin teklife kimler kimler atlamış da olmamış: Sonny Stitt, Hank Mobley, Sam Rivers, Jimmy Heath… hiç birisi beğendirememiş kendini Miles’a. Bazen düşünüyorum da, kabul etmiş olsaydın, nasıl bir müzik çıkardı ortaya acaba? Ona bulaşmış diğerleri gibi kibir ve gösteriş abidesi olmazdın, değil mi? Sessizce geldiğin yere geri dönerdin; eminim.
Pek muhterem caz basını ancak yaşlandığında farkına varmış büyüklüğünün. Kerhen davetleri kabul edip New York’a seyahat etmişsin bir kaç kez. Vanguard sahnesinden indiğinde seyirci uzun süre sessizce oturmuş, onca yıldır neyi kaçırdığının farkına varmış pişmanlar olarak… Rivayet böyle.
Hele ülke dışına çıkmayı hiç mi hiç istememişsin. Defalarca reddettiğin deniz aşırı seyahati de ancak davet eden oğlun olduğu için kabul etmişsin, onunla, Chico Freeman’la aynı sahneyi paylaşıp ne kadar gurur duyduğunu o da seyirci de anlasın diye.
AACM’in radikalleri bile sana öykünmüş. Oysa sen sadece duyduklarından beslenip kendi sesinle şarkı söylemenin peşinde yaşamışsın. Ama hiç de fena değilmiş be baba Von. Korkusuz adammışsın vesselam; tıpkı ataların gibi notaları esnetmiş, eğip bükmüşsün, onları hissettiğin gibi çalmışsın. 12 notanın dışında duyduğun sesleri de çalmak istemişsin de cühela takımı detone olduğunu düşünmüş. Cazın arızalı bir sanat olduğunu en çok senin yanlışmış gibi duran notalarını; sahnedekilerin ve dinleyicilerin kendini kollarına bıraktığı ritmi esnetip de tekrar ona geri dönüşlerini fark ettiğimde hissediyorum. Şöyle mi demiştin bir defasında? “Kafayı makamında çalmaya takma bebek. Sonra ruhunu kaybedersin.”
Hakkında konuşulacak çok şey var ama, lafın kısası makbulmuş; iyisi mi, ben şuraya yedi buçuk dakikalık bir solo icranı bırakıp çekileyim.
Seni, seyircine seslenmeyi çok sevdiğin cümlelerle selamlıyorum: “I Love you Von!”