Biraz Hayal, Biraz Mücadele, Biraz da Caz
Sanıyorum öğrencilik hayatım bittiği günden beri böyle uzun uzadıya bir yazı kaleme almamıştım. Fakat 2024’e dair yazmam gereken sayfalarca düşüncem, hissiyatım, mutluluğum ve şükranım var. Koskoca bir seneyi daha geride bırakıyoruz. Bilmiyorum herkes için öyle mi ama bu sene benim için pek bir hızlı geçti.
Benim müzikle doğrudan alakalı olan hikayem 2023 yılının ortalarında başladı; müthiş bir kırgınlıklar silsilesi üzerine eşimle birlikte hayata geçirdiğimiz projemiz tıpkı bir bebek gibi büyümeye başladı. Ben arkeoloğum, eşim ise müzisyen, Türkiye şartlarında hayatta kalmaya çalışmak tahmin edersiniz ki bu meslek dalları için bir hayli zorlayıcı. Pandemi bitmişti ancak biz hala kendimize gelmeye çabalıyorduk. Ankara’da müzik bir garipleşmeye, mekanlar bir acayipleşmeye başlamıştı. Pandemi döneminde yaşanan maddi kayıpların acısı, tabii ki şaşırmazsınız, öncelikle sanattan sepetten çıkıyordu. Lokal sanatçıların sahne aldığı mekanlar fikirlerini değiştirip yüksek maliyetlerle bile olsa, daha fazla maddi kazanç elde edebileceklerini düşündükleri için yalnızca Ankara dışından sanatçı getirmeye tercih etmeleri burada işleri bir hayli çıkmaza soktu.
O dönemlerde kültürel mirasın korunması ve tanıtılması üzerine çalışıyordum fakat fark ettim ki ben daha yanı başımdaki değeri koruyamıyorum. Gelecekte ülkenin kültür mirasını oluşturacak olan sanatçıların bugün yaşadığı problemleri gördükçe çalışma alanımı değiştirmeye karar verdim. Bir gecede oldu her şey desem yeridir. Açtım bir emlak sitesini, cebimizde eşimle birlikte toplamda yüz lira yok, buldum kelepir bir dükkan, konumu muazzam ama o kadar kötü durumda bir kasap dükkanı ki… Hiç korkutmadı bütün bunlar gözümü, kalktım sabah ilanı aradım. Kimselere vermiyormuş kasap amca dükkanını, biraz da bu durumun arkasına sığınarak şansımı denedim. Projeyi anlattık dükkan sahiplerine, bayıldılar veresileri tuttu dükkanı. Bir baktık ki cebimizdeki üç kuruşla sözleşme imzalıyoruz. Krediler çekildi, inşaatlar başladı… 2023’ün ikinci yarısı tamamen kurulum aşaması ve neyi nasıl yapacağız planlamasıyla tamamlandı.

ahzuita’yı kurmak hiç kolay olmadı. Başlangıçta yalnızca maddi sıkıntılar vardı, zamanla işin içine detaylar girmeye başladı. Önce bulunduğumuz bina istemedi bizi, evlerinin altına bir bar açacağımızdan korkup her gün kapımıza polis, zabıta gönderdiler. Kıldan tüyden dünya kadar ceza yazdırdılar. Günümüzde alkol ruhsatı almak çok zor iş, tamı tamına dokuz ay sürdü. Bu dokuz ayda dokuz doğurdum, yalan değil. E biz müzik yapacağız diye çıktık yola, o belgeler, evraklar, izinler, ölçümler derken dokuz ayda dokuz yaş birden yaşlandım. Ancak böyle bir alan açmak görünmeyen bir güç tarafından bize yüklenmiş bir görev gibiydi ve yapılmalıydı. Başlangıçta yaşadığımız olumsuzluklar bir bir ortadan kalkmaya başladı. En büyük problem olan evrak kitap işleri 2024’e girmemizle birlikte kendi kendine çözülmeye başladı.

İşletme kuruluş aşamamızda konser takvimi yapabilecek zaman bulamıyorduk, ekipmanlarımız yeterli değildi, idare etmeye çabalıyorduk. Bu sırada Cem Aksel atölye düzenliyor, Sibel Köse, İpek Dinç, Önder Focan, Ceren Temel, Alp Kıyıcı gibi Ankara dışında yaşayan dostlarımız ahzuita’da konser düzenleyerek bize destek oluyorlardı. Derken evrak işlerinin çözülmesiyle biraz rahatlamaya başladık ve tüm dikkatimizi konser takvimine verdik. 2024 ayının ilk ayı itibariyle haftada iki konser yapmaya başladık.
İzmir’den canımın ta içi Soykan Akkaya geldi, ortaya yepyeni Asit Baz Caz projesi çıktı. Ocak ayının başlarında İstanbul’da yaşayan davulcu can dostu arkadaşımız Batuhan Toyhan ailesiyle birlikte Ankara’ya taşındı. Onların gelmesiyle bize de bir enerji geldi. Önce onun gelişini bir konserle kutladık, ayın devamında ise Alican Demirtaş devasa ekibi Bopcap’le sahneydi. Bir taraftan Aralık ayı içinde Caz Talks serisinin startını vermiştik, sevgili Metin Paksoy caz nedir nereden gelir bizleri engin bilgileriyle dolduruyordu. Aynı ay sevgili Turgut Alp Bekoğlu’yla bir davul atölyesi düzenledik. Ayın kalanında Onur Aymergen acayip bir projeyle geldi, içinde Alper Yılmaz, Turgut abi ve Barış Arslan var. Of ateş gibi bir akşamdı. Turgut abinin bagetinin kırılıp tavandan sekerek önüme düştüğü anı asla unutamayacağım sanırım. Hazır dedik Barış gelmişken ve tam albüm çıkış aşamasındayken albümünü dinleyelim bi kanlı canlı. Peter Shalamov ve Sergei Maltsev ile bizi resmen büyülediler, bu yüzdendir ki canım Barış’ın Zenith albümünün yeri bende bambaşka.

Şubat ayı Ocak ayından da iyi geçti benim için. 2024’ün ikinci ayında alkol ruhsatımız çıktı. O kadar rahatladık ki bilmiyorum bu durumu nasıl doğru kelimelerle ifade edebilirim, öyle kocaman bir rahatlama düşünün. Şubat’ın açılışını yine dev gibi bir ekiple yaptık. İstanbul’dan çok kıymetli dostlarımız Bulut Gülen ve Anıl Deniz geldi, Cem Aksel ile enfes bir konser verdiler. Kız kardeşim kadar çok sevdiğim canım Ceren Temel ile aramızda hep bir geyik vardı. Ben Ceren’in scatlerine bayılıyorum, bana sorarsanız sesini enstrüman gibi kullanan sayılı vokallerden biri. Bir gün bir mekan açarsam Ceren’in bütün şarkıları scat olarak söylemesini isterdim o da hadi be ordan derdi. Bu hayal gibi bir şeydi bizim için, nerede sahneye çıkarabilirdik ki böyle bir projeyi… ahzuita Ceren’le geyikle karışık bu hayalimizi gerçekleştirmemize vesile oldu. Aynı ay içerisinde Norveç’ten Marie Sahba’yı Efe Demiral ile birlikte ağırladık. Simon Shiriaev geldi, İsmail Tepe geldi, Graz’a okumaya giden öğrenci dostlarımız Eren Kutlu, Onur Yalçın ve Teoman Özdoğru geldi. Ay sonunda Hacettepe Üniversitesi Ankara Devlet Konservatuarı öğrencileri sahne aldılar. Onlara bir alan yaratmış olmanın mutluluğu o kadar doyumsuz ki.

Mart ayının açılışını anneciğimin doğum günüyle yaptık. Babam zamanında TRT Radyosunda saz çalardı, annem de Türk halk müziği sever. Canım annem için çok sevgili dostlarımız Telli Sazlar Üçlüsü’yle bir konser düzenledik ve Anadolu türküleriyle köklerimizi yeniden hissettik. Muazzam sevgi dolu bir başlangıç oldu. Ayın devamında Metin abi Caz Talks ile başlayan projesini sahneye taşıdı. Bu ay da İstanbullu dostlarımız bizi yalnız bırakmadı. Tamer Temel ve Alp Kıyıcı’yla enfes konserler yapıldı. Mart ayını benim için özel yapan iki kişi vardı. Biri güzeller güzeli peri sesiyle çok çok sevdiğim Yağmur Yılmazlar diğeri ise zamanla elim kolum herşeyim haline gelen Ulaş Özdemir. Her ikisi de bölüme yeni girmiş vokal öğrencileriydi tanıştığımızda. Onları cesaretlendirip sahneye çıkarmak başta biraz zor oldu ama her ikisi de öyle güzel konser verdiler ki beni bir an bile haksız çıkarmadılar sağ olsunlar.

Nisan ayının açılışını lokal müzisyenlerimizle bir beste projesiyle başlattık. Ayın devamında enerjisiyle beni kendine çok çok daha öncesinde aşık eden İpek Dinç geldi. Öyle bir konserdi ki maksimum kapasitemizin kat ve kat üstüne çıktık, kaldırımlara taştık. Doğru bir iş yapıyor olduğumu en derinden hissettiğim akşamlardan biriydi. Ortada yalnızca leziz müzik ve bol sevgi vardı. Ankara’da yaşayanlar hatırlar, eskiden her 23 Nisan’da yabancı ülkeden misafir çocuklar gelirdi, evimizi kültürümüzü paylaşırdık. Avusturya Büyükelçiliği ile ortak bir proje kapsamında tam da 23 Nisan’da Guido Spannocchi geldi ve Ankaralı müzisyenlerle müthiş bir konser gerçekleştirdi, kendimi çocukluğuma dönmüş gibi hissettiğim bir andı. Aynı ayın devamında Barış, Onur abi, Alper abi ve Turgut abiyi bir kez daha ahzuita sahnesinde ağırladık. E tabi normal ilkinde tadı damağımızda kalmıştı. Ay sonunda iki farklı atölye düzenledik biri uzman psikolog Betül Akçaöz Toyhan ile üç hafta sürecek bir sanat terapisiydi diğeri ise benim için bir fizik problemi kadar karmaşık olan Selçuk Ergen ile Modular Synthesizer atölyesiydi. Sanıyorum en çok bu atölyeden keyif aldım çünkü artık bu aletin nasıl çalıştığını biliyorum.

Mayıs ayının açılışını sevgili Merve Erdal’ın eşlik ettiği Metin Paksoy’un Cole Porter projesiyle yaptık. Daha sonra flütçü Mark Alban Lotz geldi. Normalde flütü bir şekilde caz müziğine yakıştıramayan ve bunu eleştiren bir insandım ama Mark’ın öyle güzel bir enerjisi öyle hoş bir sohbeti vardı ki hiç Ankara’dan gitsin istemedim. Keşke hep burda kalsaydı. Ayın ortalarında bir yerde, camiadan en eski tanıdığım güzeller güzeli dostum Anıl Deniz geldi, Catwalk projesiyle sahneye çıktı. Yüzlerce kez dinlerim bu projeyi, öyle lezzetli öyle derin bir çalışma ki. Mayıs ayının devamı lokal müzisyenlerimizin dopdolu konserleriyle tamamlandı.
Haziran ayına girdiğimizde biz de birinci yılımızı tamamlıyorduk. Buralara kadar gelmek bizim için tam bir hayaldi. Yola çıkarken çok fazla insan bize Ankara’da elle tutulur bir caz dinleyicisinin bulunmadığını, caz kulübü açarsak ilk sene batacağımızı söylemişti. Fakat öyle olmayacağını biliyorduk, olmadı da. Aya Latin Amerika tınılarından balkan müziklerine iki kocaman projeyle başladık, La Terna ve Giora Feidman Project.

Ardından yaşadığım kocaman bir haftaya üç kadın sığdırdım, her birini öyle çok sevdim, seviyorum ki.. Önce Randy Esen’i ahzuita’da ağırladık Keremcan Dündar ve Simon ile birlikte. Yani bu konseri nasıl anlatabilirim ki mümkün değil. Randy ile ilk kez tanışıyorum, ev sahipliği mahçubiyeti var üzerimde, istiyorum ki her şey tam da olması gerektiği titizlikte olsun. Öyle bir konserdi ki aklım uçtu. Randy Esen’i ilk defa dinlediğiniz anınızı düşünün, bir de ahzuita minik bir salon hemen ucumda Randy, kulağıma fısıldıyor resmen söylerken… Büyülendim. Ardından atölye yaptı. Bu o kadar değerli ve o kadar önemliydi ki.. Hacettepe’de şu anda bir vokal hocası yok, yani bu çocuklar kendi kendilerine var olmaya çalışıyorlar, enstrümanist hocalarından öğrenmeye çabalıyorlardı. Randy’nin atölyesi gerçekten birçok kişi için çok değerli ve faydalıydı bana sorarsanız.
Ertesi gün tam da ertesi gün Sibel Köse’yi ağırladık. Ben bir Sibel Köse hayranıyım, öncelikle bunu belirtmek isterim. Onu yakından tanımak, Sibel Ablacım samimiyetine gelmiş olmak benim için çok ama çok kıymetli bir duygu. Metin Paksoy, Yunus Muti, Eren Kutlu ve Cem Aksel ‘den oluşan bir ekiple kocaman bir konser yaptı Sibel Abla. Yine tabi kaldırımlara taşıldı. Yine ertesi günü Sanat Deliorman’ı ağırladık. Deli dolu enerjisiyle Ankaralı müzisyenlerden oluşan bir ekiple bize enfes bir Haziran kapanışı yaşattı.

Temmuz’a ambient, geleneksel ve psikedelik müziği deneysel post-folk olarak harmanlayarak benzersiz bir ses manzarası yaratan Macar müzisyen Csjlla ile başladık. Dopdolu geçen bir ayın üzerine hepimizin ruhu dinlendi. Ay boyunca bir sürü müzisyen dostumuzu ağırladık salonda. Önce Dolce Caz bir konser yaptı, off o kadar eğlendik ki, ertesi gün bu ne kahkaha canım olmaz böyle şey diyen komşular çıktı. Meriç Çalışan’cığım geldi o ay salona, Ceren bi kaçamak yaptı geldi, Berkay Toprak taa Barcelonalardan kalktı geldi off ne konserlerdi bakın onlar da.. Aylar olmuş görüşmeyeli hem sohbetler hem müzikler…
Bu sırada Kapadokya maceramız başladı. Seçil Soylu’yu bir caz vokali olarak tanıyanlarınız Kapadokya’da yaşıyor olduğunu da bilir. Aile dostuyuz biz kendileriyle, ailecek de görüşürüz. Akıllara durgunluk verecek seviyede bir iş birliği yaptık kendileriyle. Ürgüp’te yer alan Temenni Evi’nin 360 derece terasında konser yapmaya başladık birlikte. Bu gerçekten 2024’ü müthiş yapan en en en güzel detaydı. Hafta içi ahzuita’da konser yapıyoruz hafta sonu hopp Kapadokya’ya gidiyoruz. Üç ay boyunca deli gibi konser yaptık, hepsi ama hepsinde, o peribacalarının arasında hiç bitmeyecekmiş bir masaldaydım.
Ankara’nın en miskin ayı Ağustostur aslında ama biz dopdolu bir Ankara yaşadık bu sene ahzuita’da. Aya Onur Yalçın’la başladık, ardından biraz dedik dans edelim. Uselessasusual öyle caz funk set çaldı ki üff Ağustos sıcağında buz gibi birayla enfes gitti. Soykan geldi yine bir ara Ankara’ya elinde bir kutu boyoz bi kutu bombayla: Asit Baz Caz vol II. Ardından son zamanlarda adını sıklıkla duyduğumuz Mert Pekduraner’i ağırladık salonda solo projesiyle. Ay bitmeden Seçil’le bir konser yaptık, yine bol sevgili bir Ağustos kapanışıydı.
Eylül oldu, Ankara’da yepyeni bir sezon başladı. Bu ay proje ayıydı diyebilirim. Birbirinden başarılı konserlere ev sahipliği yaptı ahzuita’nın minimannacık salonu. Aya Ali Erol, Berkay Toprak İkilisinin eşlik ettiği bir ensemblela başladık. Patern diye bir grup oluştu sonra. Her çarşamba Muti, Toprak, Emre ve Batuhan toplanıp bestelerini en sevdikleri, çalmayı hep istedikleri fakat bi türlü fırsat bulamadıkları parçaları çalmayı denedikleri bir alan yarattılar. Hala devam ediyor Patern konserleri aynı ekiple, şu an parçaların ne güzellikte çalındığına inanamazsınız.
Cem abi bir projeyle geldi sonra, hadi dedi Miles’ın Water Babies albümünü çalalım. Herkesi nasıl bir telaş aldı görmeniz lazım. Herkes çalışıyor, Muti evde nasıl deli gibi bi taraftan video yapıyor bir taraftan gitar çalışıyor bazen olmuyor sinirleniyor falan… Onlar için yaşaması zor benim için uzaktan izlemesi oldukça komik zamanlardı.
Sonra şehre Kaan Karadavut geldi. İki devasa konser yaptık Kaan’la, birinde iki trompet olsun be çılgınlığı yaptık Efe Gazi’yle denk getirdik of of of muhteşem bir konserdi. İkiydi üç oldu, üçtü dört oldu yetmedi saksafon girdi derken o küçücük salonda mini big band konseri yapıldı. Ayın sonunda Sibel ablacığım yeniden geldi. Bu kez hem konser hem de atölyeyle. Konseri anlatmaya gerek yoktur diye tahmin ederek sizlere ilk kez katılımcı olarak dahil olduğum workshop deneyimimden bahsetmek istiyorum. Bilhassa kocam dolayısıyla sürekli caza maruz kalıyor olduğum için şarkıları artık biliyorum, öğrenmişim istemsizce ama Muti dahil hiç kimseyle söylemiyorum, jamlerde bi denemiyorum, hiç insan içerisinde şarkı söylemiyorum kısacası. Bir de etrafım profesyonel dolu ve ben kayıp uçurtma çok komik oluyor, kendi içimde yalnızken takılıyorum. Zaten de kontrbas çalışıyorum son beş aydır ve saza aşığım çok keyif alıyorum heyecanlı heyecanlı çalışıyorum. Bu Sibel ablanın kulağına gitmiş, dedi ki atölyeye katıl sen de şarkı söyle. Yok dedim olmaz, hayırdı evetti yaparsın yapamam bi şekilde atölyede buldum kendimi. East of The Sun söyledim Muti’mle, ilk defa birilerinin önünde, içlerinden biri de Sibel abla. Anladım ki vokallik zor zanaat, hiç bana göre değil, gerçekten zor. Eylül ayı büyük aydınlanmalarla böyle bitti.
Ekim ayı Patern’in kuluçka aşamasını oluşturdu desem abartmış olmam sanırım. Ekip besteleri öyle güzel anlamlandırmaya başladı, sololar öyle noktalara oturur hale geldi ki, bir süre sonra albüm dinlermiş gibi dinleyeceğimizi hissedebiliyorum. Ekim ayı içerisinde Ceren Bilgin’i, Alp’i, Metin Abi’yi ise Sonny Rollins projesiyle ağırladık.
Sıla Argun’u tanır mısınız? Ben bir de Sıla’nın hayranıyım, Hacettepe’den mezun. Bestelerini, işlerini o kadar çok seviyorum ki, tüm şarkılarını ezbere bilirim. Sıla’yı ağırladık salonda, benim için yine kusursuz güzellikte bir akşamdı. Sonra Özgür’e bir konser yaptık. Diyeceksiniz hangi Özgür? Henüz onu yakınen tanıdığınızı sanmıyorum. Fakat ilerde adını sıkça duyacağınızdan eminim. Kendileri Hacettepe Üniversitesi Ankara Devlet Konservatuvarı’ndan davul ikinci sınıf öğrencisi. Bir de benim canım. Hakikaten öyle. Niyesini sonra anlatacağım.
Ayın sonunda ise bomba gibi bir konuğumuz vardı, Erdem Özkan. Şansımıza ensembleda yer alan diğer lokal müzisyenleri de ilk defa ağırlayacaktık. Heyecanlı ve dopdolu bir akşamdı hepimiz için. Espriler kahkahalar havalarda uçuştu. Ertesi gün Erdem gitmeden ayak üstü olsun istemedik Caz Talks’a davet ettik. Sağ olsun kırmadı bizi. Bir salon dolusu insan oturduk caz üzerine sohbet ettik. Yeri geldi sanatı, sanatçıyı yücelttik yeri geldi festivalleri dernekleri yerden yere vurduk. Bizler için harika bir ay kapanışıydı.
Ben bu yazıyı yazarken bugünden çok da uzak olmayan Kasım ayına sevgili Selami Baysal’ın projesiyle başladık. Selami’nin isim soyisim uyumunu çok beğeniyorum. Dolu dolu geliyor böyle kulağa. Kendisi de öyle bir çocuk. O da Hacettepe’de, zehir gibi bir davulcu, acayip yetenekli. Sonraki hafta Ulaş bir konser yaptı. Elinde harika bir repertuar oluştu, şarkıları iyice oturmak için provadan da fazlası lazımdı ve kaymak gibi okudu hepsini, helal olsundu.
Bir sonraki hafta Yağmur bir proje yaptı, bir sürü bestesi varmış sandığında meğersem zaten peri gibiydi sesi şimdi bir de cevherleri saçıldı. Özgür’le çaldılar o ensembleda, Ulaş da ilk kez bir gigte bas çaldı. Bu dörtlünün gelecekte harika işler yapacağına çok çok çok eminim. Bu sırada on hafta sürecek olan, caz tarihini konu alan ve tamamen ücretsiz olan Metin Paksoy ile Caz Talks tam da bir yıl sonra aynı gün yeniden başladı.
Kasım’da yine Ceren Temel geldi gitti, Brenda Berin’i ağırladık sonra salonda, Alper abi, Muti, Cem abi çaldılar bi akşam yine enfes bir trioydu. İlk açıldığımız zamanlarda Önder abiyi ağırlamıştık salonda. Tam da öğretmenler gününe denk gelmişti. Double Guitar Quartet çalınmıştı. Aynı konser 2024’te denk geldi yine tam da aynı güne aynı ekiple. Bu kez annem, kayınvalidem, kayınpederim de vardı misafirlerin arasında. O kadar sıcacık bir ayı daha bitirdik ki oh binlerce şükürdü.
Aralık ayına girdik şimdilerde, neredeyse ortalarındayız ben bu satırları yazdığım sıralarda. Nasıl bir ay başlangıcıydı size anlatamam. Anıl aradı, dedi ki Eskişehir’e geliyoruz ordan Ankara yapalım mı. Dedik ki hiç kalmayın bile orda hemen gelin. Önce Kaan Karadavut’la İpek Göztepe geldi. İpek’le daha önce tanışmıştık ama ben hiç dinlememiştim kensini. Üf o neydi bee.. Bayıldım. Aynı gece Anıl’la Simon geldi, hep birlikte bizde kaldık çok tatlıydı, çok eğlendik. Anılcığım tabii hazır gelmişken Catwalk projesini bir kez daha çaldı bize, diyorum ya hep dinlerim. Bir de hakikaten kontrabas çalmayı öğrenmek istiyorum. Geçtiğimiz haftam hep keşke Anıl burada yaşıyor olsaydı yaa diye geçti, üzücü. Bu hafta bayadır Patern çalamıyordu, Patern konseri var. Ben şahsen özledim besteleri dinlemeyi, iyi gelecek yağmurlu bir Ankara çarşambasında.

İşte öyle geçti, geçiyor benim 2024 yılındaki müzik yolcuğum. Bu bir yılda koskocaman bir ailem oldu, ahzuita kendi kendine ekibini kurdu. Her şeyden önce, her şeylerden herkeslerden çok sevdiğim güzel eşim Yunus Muti’ye teşekkür etmek istiyorum izninizle bana inandığı, kendi dünyasına beni dahil ettiği için. Birlikte çalışmak o kadar güzel ki.
Yukarıda size çok da bahsetmediğim birbirinden kıymetli dostlarımla tanıştırmak istiyorum sonrasında sizleri. Canım dostum güzel arkadaşım Toprak Barut, her anımızda yanımızdaydı, her konseri çaldı, hiç yorulmadı. Yeri geldi kendini riske attı, iki gün dükkana gelmedi özledik, tatile gitti olmadı geri geldi. Toprak iyi ki var hayatımızda. Batuhan ve Betül çifti var sonra. ahzuita’nın beyin takımı. Her şeyi birlikte düşünüyoruz, planlıyoruz, birlikte yaşıyoruz gibi bir durum, onları ve kedilerini çok fazla seviyorum. Bir de Ulaş var bu ekipte ahzuita’nın ilk gününden beri hatta. Korn tişörtü rasta saçlarıyla girdi hayatımıza, şimdilerde hayatımdaki en sevdiğim detaylardan biri, birbirimize çok şey borçluyuz. Sonra Cem abiler var. Cem Aksel ve Cem Malak. Her ikisi de ahzuita’yı tuttuğumuz andan beri yanımızdaydı, hala davulumuz Cem Aksel’in kontrolünde. Derilerini o değiştiriyor, geliyor akorunu yapıyor biraz çalıyor, kaçıyor. Cem abinin Ankara’da olması bizler için öyle büyük bir nimet ki. Sayesinde tanıdığım Sevgi abla da Cem abi de iyi ki varlar. Cem Malak benim canım my teacher çok çok çok seviyorum onu. Bizi öyle güzel destekledi ki tüm serüven boyunca.

Yağmur, Selami ve Özgür var sonra. Her konserde bizimle birlikteydiler, yeri geldi bizden daha çok çalıştılar. Biri misafirleri karşıladı, biri sipariş aldı, biri hazırladı. Diyorum ya dördünü de ayrı ayrı çok seviyorum. Son zamanlarda Taha var, o da yeni başladı bu sene okula, yavaş yavaş eküriye dahil oluyor. Öğrenmeye müthiş açık hepsi, boş zamanlarını ahzuita’da geçiriyorlar sürekli çalıyorlar. Öyle güzel geliştiler ki anne güvercin gibiyim gurur duyuyorum izlerken onları. Emre Topak var sonra ailemde. Nikah şahidimizdir, Muti’yle çok eskiye dayanır dostlukları. Kontrbas bağışladı ahzuita’ya, sayesinde Ulaş da ben de öğrenmeye başladık.
Metin abi var teşekkür etmem gereken. Uzun yıllar yurtdışında yaşamış fakat Önder Abilerle Sibel Ablalarla çok eskiye dayanır arkadaşlıkları. Ankara’ya döndü geçtiğimiz sene, bizi açıldığımız günden beri hiç yalnız bırakmadı. Gerek sahneleriyle gerek atölyeleriyle Ankara’da bir caz kültürü oluşturmamızda en etkin rollerden birini oynadı. Onur Gökyılmaz ve Burak Bulut var canım arkadaşlarım, bizlerle bol bol sahne yaptılar sene içerisinde. ahzuita’nın küçücük salonu burada sayamayacağım kadar fazla müzisyen ağırladı. Her biri iyi ki iyi ki vardı. Ahzuita’ya gelip konser dinleyen sevgili dinleyicilerimiz var son olarak. Her birine buradan ayrı ayrı teşekkür etmek istiyorum, muhteşem müzik dinliyorsunuz. Bu sene ahzuita sayesinde yüzlerce güzel insan tanıdım.

2024 benim için sadece bir yıl değil, bir dönüşüm hikâyesiydi. ahzuita’yı kurmak, yalnızca bir mekân yaratmaktan öte bir hayalin gerçekleşmesiydi. Bu süreçte hayatımın hiçbir döneminde olmadığı kadar müziğin içinde yaşadım; her notanın, her melodinin, her sahnenin parçası oldum. ahzuita sayesinde yalnızca birbirinden yetenekli sanatçılarla değil, aynı zamanda aynı tutkuyu paylaşan harika bir toplulukla tanıştım. Müzik, daha önce hiç olmadığı kadar benim işim, dostum ve yaşam biçimim oldu.
2024’te birçok unutulmaz an yaşadım, ancak en güzeli, müziğin insanları bir araya getirme gücüne şahit olmaktı. ahzuita’da sahne alan sanatçılar, ekip arkadaşlarım ve salonumuzu dolduran müzikseverler, bana müziğin sadece bir sanat olmadığını, aynı zamanda bir hayat tarzı, bir bağ olduğunu gösterdi. 2025’e giderken, müziğin bu bağlarını daha da güçlendirmeyi, daha fazla hayale, daha fazla hikâyeye ev sahipliği yapmayı umut ediyorum. Yeni yılın herkese mutluluk, ilham ve bolca müzik getirmesini diliyorum!
■ Ardından: 2024
■ Ahzuita: Oturma Odanızda Müzik Dinlemek
■ Ahzuita: Okyanustaki Kırmızı Balıkla Yavaşça Bilinmezliğe Yolculuk
■ Ahzuita Instagram Sayfası
■ Ahzuita web sayfası