2024’te Yerli Sahneden Alternatif Sesler
İtiraf etmem gerekirse ‘Best of’ listelerinden çok keyif alıyorum. Her Aralık ayı büyük bir heyecanla Pitchfork, Rolling Stone, The Wire, Quietus gibi müzik dergilerinden çıkan listeleri bekliyorum. O yüzden bu sene en iyi bulduğum 13 albümü başka bir yerde yine de yazıyorum. Ancak Dark Blue Notes’un bu seneki kafa açıcı sorusu (“2024 yılını müzik açısından nasıl geçirdim?”) özellikle normalde bu tür ‘Best of’ listelerine giremeyecek teklilere, EP’lere veya daha genel trendler ve yönelimlere odaklanmak için değerli bir fırsat sunuyor bize.
Bildiğiniz üzere dünyada ama özellikle Türkiye’de bir sanatsal form olarak albümün anlamı ve yeri değişiyor. Müzisyenler hala albüm çıkarıyorlar elbette ama streaming çağında teklilerin etkisi daha büyük. Aynı zamanda sanatçılar, tekliden daha bütünlüklü ama dinlenme sayılarının ‘boşa gitmesi’ açısından albüm kadar riskli olmayan bir formata yani EP’ye yöneliyorlar. Bir de üstüne albüm de EP de olmayan, ilginç ara formatların da ortaya çıktığını gözlemliyorum.
2024’te çıkan en sevdiğim albüm, albüm bile değil
Jakuzi kurulduğu 2017 yılından beri adım adım yerli sahnenin en önemli 3-5 indie grubundan biri haline geldi. İlk albümleri Fantezi Müzik’ten “Koca Bir Saçmalık” şarkısı, sözde ‘Yeni Türkiye’de büyüyen bunalımlı nesillerin marşı oldu. Böyle viral başarılara rağmen, Jakuzi hiçbir zaman popülizme dümen kırıp kendi tarzından ödün vermedi.
Nedir bu tarz? Phil Collins ve Echo & The Bunnymen gibi gruplardan esinlenerek synthwave, elektro pop ve post-punk tarzlarında Türkçe sözlü müzik icra ediyorlar. Hatta ikinci albümleri Hata Payı’nda yine bu 80’ler temasına sadık kalıp daha goth ve darkwave bir tarz benimsediler. Yeni Jakuzi projesi Madalyon I’de ise bu formülü daha da rafine ediyorlar.
Bir önceki albümlerine göre Madalyon 1’de gotik bulutlar bir nebze de olsa kalkmış. Yanlış anlamasın, Jakuzi’nin beyni ve solisti olan Kutay Soyocak’ın sözleri hala kasvetli. Yalnızlık, hiçlik ve şüphe gibi temaları Behçet Necatigil gibi Cumhuriyet şairlerinin berrak şiir diliyle ifade ediyor sanki. Ancak sound olarak bu proje Jakuzi’nin şimdiye kadar ürettiği en pop iş. Pop demişken güncel popüler müzikten bahsettiğimi sanmayın. Her zamanki gibi Jakuzi ilhamını pop’un altın çağından, yani 80’lerden almış. Bu sefer müzik o dönemin Miami şehrini ve hafızamızdaki tehlikeli sıcak geceler, neon ışıklar, hızlı arabalar ve palmiyeler ile özdeşleşmiş bir sonik dünyayı çağrıştırıyor. Şarkılarda kasıtlı bir ‘kitsch’lik uyandıran saksafonlar ve gitar soloları aslında günümüzün 80’ler nostaljisiyle çok uyumlu. Mesela 80’ler soft-rock ve ‘guitar god’ konseptini dirilten Mk.gee’nin star olduğu ve synthpop grubu CVRCHES’ün 80’lerin korku filmi kralı yönetmen John Carpenter ile ortak projeler yaptığı bir dönemde, bu köhneleşmiş tarzlar yeniden cool oldu. Soyocak bu nostaljik sound’u yaratırken prodüktör olarak Soup Nasty (yani Bahri Onur Erol) ile kafa kafaya verip mastering’te ise Animal Collective, Ariel Pink ve Blood Orange gibi isimlerle çalışan Dave Cooley’i seferber etmiş. Ortaya çıkan sonuç mükemmel.
Bu yeni projenin içeriği bir yana, asıl formatı ilgimi çekiyor. Albüm değil bu ama tam anlamıyla EP de değil. Ne kadar sevsem de bu 19 küsur dakikalık projeye hiçbir şekilde uzunçalar denemez. Kısa bir intro ve outro’yu saymazsak, önceden tekli olarak çıkan bir şarkı dahil olmak üzere yalnızca 5 şarkı içeriyor. Ancak Madalyon I başlığındaki sayının işaret ettiği gibi, 2025’te madalyonun diğer yüzü, yani Madalyon II yayınlanacak.
Spotify gibi streaming platformlarında teklilerin daha çok dinlendiğini hepimiz biliyoruz. Sanatçılar bir albümü (ki genel kıstasa göre bir albüm minimum 25 dakika olmalı) dolduracak kadar şarkıyı toptan dijital ortama salarlarsa bazı şarkıların gölgede kalma riski yüksek oluyor. Bu yapısal soruna çözüm olarak bazı müzisyenler drip metoduyla arka arkaya tekliler yayınlayıp en sonunda da bunların hepsini bir ‘albümde’ toplarlar. Albüm kelimesini tırnak içine aldım çünkü bu strateji dinleyiciler açısından projenin tüm heyecanını baltalıyor, zira hepi topu bir veya iki yeni şarkı yer almış oluyor.
Jakuzi’nin yaptığı şey ise, yani bir albümü ikiye bölme fikri, streaming çağının yarattığı bu ikilem için zarif bir çözüm. Aynı zamanda Soyocak, Madalyon I ve II’nin müzikal olarak birbirinden farklı olacağını duyurup, ikinci yarının biraz daha French disco veya şanson tarzlarından esinlenmiş ve dolayısıyla şans ağırlıklı olacağını anlatıyor. Böylece, benzer bir iki aşamalı albüm stratejisi benimseyen Dolu Kadehi Ters Tut gibi gruplardan farklı olarak, Jakuzi bu formatı sanatsal olarak da gerekçelendirmiş oldu. Dolayısıyla hem dinlenmeler açısından hem de sanatsal olarak bu seçimin temelleri sağlam.
Bu iki madalyon tamamlanınca bu projenin en iyi albümler listeme gireceğine şimdiden eminim. Ya da belki albüm demeyip bu ara türe bambaşka bir isim bulmamız gerekecek artık.
Başka Bir Türkiye
Soyocak’ın bir röportajında müzik ve siyasetle ilgili ifade ettiği bir görüş, 2024 yılında Türkiye’den çıkan işlere nasıl yaklaştığımı ve böylece anlatmak istediğim ikinci konuyu özetliyor. Playtuşu’nun yayınladığı bu röportajda, Jakuzi’nin frontman’i şöyle söylüyor: “Eğer biri, Madalyon I’i ve önceki işlerimizi dinledikten sonra kendini Türkiye’de bir yere biraz daha ait hissederse başarılı bir albümdür benim için. Her şeyin bu kadar ters gittiği psikolojisinden çıkıp kendi hayatına bunu pozitif şekilde döndürebiliyorsa başarılı olmuşumdur.”
İmkanı olan birçok insanın ülkenin politik, ekonomik ve toplumsal koşullarından dolayı kapağı yurt dışına atmaya ve orada üretimine devam etmeye çalıştığı bu dönemde hala Türkiye’de yaratıcı işlerle uğraşan insanlar, çok kolay yalnızlığa hapsolabiliyor veya ümitsizliğe kapılabiliyorlar. Soyocak’ın ilham verici tezine göre ise, müziğin görevlerinden biri de bu insanlarda kaybolan aidiyet hissini pekiştirmek olabilir.
Müzik kendimizi başka bir Türkiye’nin parçası olarak görmemizi sağlayabilir. Soyocak’a göre, global ve güncel tarzda müzik üretirken Türkçe sözler kullanmakta ısrar etmek bu farklı/alternatif Türkiye’ye hitap etmenin bir yolu: “Gerçekçi ve ilerleyen bir Türkiye’nin insan grubundan olmak, onlarla şarkı söylemek istiyorum.” Aynı zamanda milliyetçiliğin yarattığı temelsiz gurura düşmeden veya kendimizi aşağıda görmeden global müzik dünyasında özgüvenle yerimizi almak için de önemli bir adım bu.
2024’te Avrupa’da başarılı turnelere çıkan Jakuzi dahil birkaç müzisyen, yerellik ve evrensellik arasındaki bu dengeyi yakalamışa benziyor. Mesela başka bir yerde daha detaylı değineceğim Melike Şahin, başarılı ikinci albümü AKKOR’dan sonra BBC’de şarkılar söyleyip turneye çıkarak global düzeyde beğeni toplamaya başlamış bir sanatçı. AKKOR, Türkçe pop 21. yüzyıla nasıl taşınabilir sorunsalına önemli bir cevap niteliğinde. Sezen Aksu ve onun kuşağının usta popçularının mirasçılarından biri olarak gördüğüm Şahin, ileri görüşlü pop müzik üretmenin yolunu gösteriyor.
Aynı zamanda alternatif pop dünyasında daha yolun başında olup da aynı global potansiyeli gördüğüm başka müzisyenler de var, özellikle Selin Geçit, Bade Karakoç ve Emir Taha. Çocukluğunun önemli bir kısmını Birleşik Krallık’ta geçiren ve “Yalancı Bahar” cover’ıyla viral olan Selin Geçit, Dua Lipa’yı andıran, geniş kesimlere hitap edebilecek bir stilde yeni nesil Türkçe pop yapıyor. Türkiye’den bir şarkıcı global alanda ün kazanacaksa o kişi kim olur diye sorsanız, güçlü sesi, profesyonel dansı ve özenle inşa etmiş imajıyla birlikte oyum Selin’dedir derim. Berklee College of Music mezunu Bade ise, Türkiye müziğinden motiflerle R&B tarzı pop üretiyor. Mesela, ut ve elektronik beatleri birleştiren “Unut Gitsin” adlı teklisi prodüktör ve mentor olarak da çalıştığı Kenan Doğulu’nun müzik şirketi Doğulu Music’ten çıktı bu yıl. Son olarak Londra ile İstanbul arasında yaşayan Emir Taha hızlı bir şekilde beğeni topladığı kariyerine hip-hop tarzı beatleriyle hüzünlü akustik gitar bazlı şarkılar yaparak başladı. Zengin prodüksiyon, çift dilli sözler ve R&B tarzıyla son albümü 2024’te bir ışık gibi parladı.
Tarihsel olarak baktığımızda, globale açılmaya çalışan Türkiyeli birçok sanatçı İngilizce sözlere başvurmuştur. Ancak Türkiye’de yerli sahne için umut verici bulduğum bu üç genç örnek, dil konusunda belli bir yaklaşımı paylaşıyor. Hepsi yurt dışında uzun dönemler geçirdikleri için İngilizce onlar için ek bir strateji değil, içinde yaşadıkları bir dil. Aynı zamanda, K-pop’un yaygınlaştırdığı bir yöntemle global dilde yazdıkları bu şarkı sözlerini kendi ana dilleriyle karıştırıyorlar. Bu yüzden şarkı sözlerindeki İngilizce-Türkçe çift dilliliği, hem yurt içindeki hem yurt dışındaki dinleyici kitlelerine hitap ederken doğal duruyor. Bazı eski örneklerin aksine bu gençlerin kullandıkları dil sakil veya zorlama durmuyor. Umarım 2025’te bu çift dilli yöntemin meyvelerini ciddi anlamda toplamaya başlarlar.
Türkiye’nin önemli düşünürlerinden Nurdan Gürbilek, milliyetçi gurur ile Batı’ya karşı eziklik hissinin aynı kaynaktan geldiğini ileri sürüyor. Böbürlenip kendi ülkesi veya ırkıyla övünenlerin özgüveni son derece kırılgandır aslında. Tam da bu yüzden pop müziğin belli bir kanalında görebileceğimiz, küresel alandaki bu yeni rahatlık ve özgüven bana geleceğe dair az da olsa bir umut veriyor.
Popüler müzikte kalite(sizlik) ve cinsiyet(çilik)
Küçük bir umut kırıntısına dahi ihtiyacımız var çünkü durum, hem toplumsal hem sanatsal açıdan, gerçekten vahim. Özellikle Türkiye’nin ana akım müzik dünyasına baktığımızda tablo hiç iç açıcı değil. Bizde ve dünyada en yaygın kullanılan streaming platformu Spotify’a göre Türkiye’de bu yıl en çok dinlenen sanatçılar sırasıyla Semicenk, Lvbel C5, Sezen Aksu, Blok3 ve UZI. Son yıllarda üretimi yavaşlasa da bu listede Sezen Aksu’nun halen yerini koruması, kendisinin ne kadar önemli ve zamansız bir müzisyen olduğunun bir kanıtı. Sezen Aksu dışında itiraz etmediğim tek isim, rap anlayışı bana çok hitap etmese de yeteneği yadsınamaz olan UZI’dir.
Semicenk’e gelince, yaptığı müzik -yani arabesk, pop ve rap janralarının hepsinin içini boşaltarak ortaya çıkardığı bir çorba- genel Türkiye dinleyicisine hitap ediyorsa buna bir şey demek bana düşmez. Ancak belirtmeliyim ki yukarıda saydığım, yerellikle globallik arasındaki dengeyi özgüvenli bir şekilde bulan örneklerden farklı olarak Semicenk tamamen içe dönük bir müzik yapıyor. Öte yandan, lokal veya milli de denemez ona çünkü belli bir geleneğe gönderme yapan bir tarzı da yok. Gerçekten yerel olmaktansa müziğinde yerel bir sos var diyebiliriz. Tabii ki her müzisyen tarihsel olarak köklü veya yurt dışına da hitap edebilecek bir müzik yapmak zorunda değil ancak benim en çok ilgilendiğim isimler bu dengeyi gözetenler.
Popüler müzikten bahsetmişken bir şerh düşmem gerekiyor, zira en çok dinlenen kadın sanatçılar listesinde bambaşka bir tablo görüyoruz: Sezen Aksu, Hande Yener, Gülşen, Simge, Melike Şahin. Burada 70’lerden günümüze farklı anlayış ve stillerle son derece başarılı pop yapan isimler görüyoruz. Yani belki de pop dünyasının yukarıda değindiğim sorunlarının, bir anlamda erkeklikle ilgili meseleler olduğunu söylemek yanlış olmaz. Aynı zamanda 2024’te hem global sound’lara gönderme yapıp hem müziklerine Türkiye’den bir şeyler katan yeni nesil erkek sanatçılardan da bahsetmemek olmaz: bunların arasında hem vokalist ve gitarist hem prodüktör olan Zeki Arkun, deneysel pop yapan Mert Çodur, tarzını ‘Ottoman pop’ olarak adlandıran Baran Mengüç ve androjen tarzıyla R&B yapan Mavi var.
En çok dinlenen sanatçılar listesine baktığım zaman en çok rap kısmı beni düşündürüyor. Çocukluğundan beri sıkı bir rap dinleyicisi olan, janrayı Porto Riko’dan Çin’e kadar takip eden ve global trendlerden haberdar biri olarak Lvbel C5, Blok3 ve değişik numara ve harf kombinasyonlardan ibaret isimleriyle ortaya çıkan yeni nesil rapçilerin yaptığı şeyin rap ile pek bir alakası olmadığını rahatlıkla söyleyebilirim. Ürettikleri şarkıları baz alırsak, ne rap’in Amerika’nın siyah mahallelerinden çıkan yarım yüzyıllık tarihini ne de bu tarzın gerektirdiği zanaatkarlığı (söz, kafiye, ölçü, flow) biliyorlar. Arabeskvari rap tarzı müzik yapan bu jenerasyonun şarkıları, ne arabeskten ne rapten ne de arabesk-rap’ten (ayrı bir janra olarak) anladıklarını gösteriyor.
Bu yıl en çok dinlenen şarkıya baktığımız zaman, yukarıda erkeklikle ilgili söylemeye çalıştığım şey daha net anlaşılır. Era7capone, Batuflex ve Narco’nun “CISTAK” adlı parçası, “Aldım marka, bakmıyo’m faturasına, Adı Katarina, verdim tam arasına” ve “Uzatma bebek, yat aşa’” gibi kadınları metalaştıran ve aşağılayan sözler içeriyor. 2024, Türkçe rap müzikte cinsiyetçi sözlerle ilgili bir hesaplaşmanın yapılmaya başlandığı bir yıl oldu. Ve tam da bu hit şarkının sözlerinden bu tepkinin nereden geldiğini anlarsınız.
Özellikle Ekim ayında, kan dondurucu Ayşenur Halil ve İkbal Uzuner cinayetlerinden sonra müzik endüstrisinden bazı insanlar müzikte cinsiyetçi sözlerin ve eril söylemlerin, kadına yönelik şiddeti normalleştirmekteki payını sorgulamaya başladı. Popüler müzik platformu Listenary, #Dinlemiyoruz hareketini başlatarak “kadın bedenini eşyalaştıran ve sömüren yapımcılar ve müzisyenler” ile ilgili farkındalık yaratmayı hedefledi. Takdir edilesi bir cesaretle hem Listenary’nin editörleri hem de Aydilge Sarp gibi sanatçılar, şarkı sözlerinde “sürtük,” orospu” gibi kelimeler kullanan veya başka şekillerde taciz ve tecavüz kültürünü besleyen müzisyenleri sosyal medya üzerinden ifşalayıp onları bu sorunlu şarkıların toplumsal etkisini düşünmeye davet ettiler. Gerçekten özeleştiri yapabilen çok az sanatçı çıksa da bu kurumsal ve bireysel ifşalar sayesinde DEHA INC., Şam, Abugat, Maho G, Gxblin ve daha nice rapçinin kullanmakta ısrar ettiği bu aşağılayıcı dil ile ilgili bir kamuoyu oluşturulmuş oldu.
Rap nereye gidiyor?
Ama sanılmasın ki Türkçe rap bir bütün olarak bu içler acısı durumdan ibaret. Bazı şarkılarında son derece erotik ve cinselliğe dair pozitif bir bakışı açısı ortaya koyan Ezhel’in yeni albümü Derdo rap’in hem bir söz sanatı hem de bir prodüksiyon harikası olarak (Artz ile Bugy sayesinde) öneminin yeniden altını çizdi. Özellikle Ezhel’in Türk sanat müziği ile rakı kültürü referanslarıyla ve nağmeli melodilerle bezediği “Kadehimi Boş Bırakma” gibi şarkıları, lokal temaların son derece uluslararası kalitedeki prodüksiyonlarla nasıl harmanlanabileceğini gösterdi. Aynı şekilde uzun süredir iş birliği yapan iki kaliteli MC olarak Da Poet ile Kayra, NORMAL adlı albümleriyle rap’in nasıl bir zanaat olduğunu tekrar gözler önüne serdi. Bu yıl Kamufle ve Aga B gibi tecrübeli MC’ler de sağlam projeler çıkardı. Ancak ikisi de gerek kendi sözleri gerek birlikte üretim yaptıkları rapçiler açısından, yukarıda bahsettiğimiz eril dilden tamamen sıyrılmış değiller.
Her zamanki gibi en yenilikçi işlere ulaşmak için yeraltına inmekte fayda var. Tarzı bana hip-hop’ın ‘abstract’ kanadını, yani Billy Woods gibi sanatçıları hatırlatan Rinxlaya, son derece deneysel parçalar çıkarıyor. Daha iyi tanınsa da Ağaçkakan da aynı şekilde daha soyut bir stilde önemli işler yapmaya devam ediyor. Yeni albümü Geceye bunlardan biri. İlgiyle takip ettiğim hyperpop/scenecore dünyasından ise, en gelecek vadeden isimler şüphesiz UZUM3 ve Cetacea. Azure Wrath, Faimon ve SHAGGYX999 da son derece ilginç şarkılar üretiyorlar.
Kleo ve Segah adlı prodüktörlerin değişik MC’leri ağırladıkları ortak albümleri Lacuna’yı da Türkiye rap sahnesi için olumlu bir gelişme olarak görüyorum. Aynı şekilde Perzingo gibi insanlarla çalışan prodüktör Memzst, Türkçe rap’e cazdan funk’a kadar geniş bir spektrumdan sesler katıyor. Bu tarzları sevenlere ortak albümleri KOYUN SOLUĞU’nu önerebilirim. Son olarak kendisine tam rapçi denemese de, 3pillie mahlaslı Doğan Ocak’ın bu yıl yarattığı hip-hop, caz, neo-soul sentezi de gerçekten heyecan verici oldu.
Türkçe yeni rock’ta gümbür gümbür gelen yeni nesil
2024’ün son günlerinde efsanevi rock grubu Duman uzun bir aradan sonra yeni albümleri Kufi’yi çıkardı. Bundan birkaç ay önce mor ve ötesi’nin usta basçısı Burak Güven, Muganni adıyla ilk solo albümünü yayınladı. Bu iki grup zaten 20 yılı aşkın süredir, yarattıkları çığır açıcı Türkçe rock sentezini kaliteli bir şekilde devam ettiriyorlar. Anadolu Rock’ı farklı bir formülle yorumlayan Ayyuka da bu sene başarılı bir EP ile döndü. Adamlar gibi daha genç gruplar bu 2000’ler Türkçe Rock mirasını günümüze sağlam bir şekilde taşısa da bu yıl beni en çok, yeni şeyler deneyen projeler heyecanlandırdı.
2024’ten önce adını hiç duymadığım Burak Can Bayar’ın beklenmedik bir olgunlukta olan 12 şarkılık debut albümü Yarına Yankılar da güzel bir sürpriz oldu bana. Saykodelik rock denebilecek bir tarzda müzik yapan Bayar’ın, ilham kaynağı olarak birçok kişinin yaptığı gibi Anadolu Rock’ı değil de günümüzün neo-psychedelic akımını (Tame Impala, Melody’s Echo Chamber gibi gruplar) temel aldığını düşünüyorum.
Aynı zamanda başka bir mecrada en iyi albümler listemde de paylaşacağım gibi, Beliz adlı sanatçının ilk albümü Duyarga benim için 2024’ün diğer mutlu sürprizlerinden biri oldu. Türkçe rock müziğin hala erkek egemen bir dünya olduğu bir dönemde bu denli güçlü bir şarkı yazarı ve müzisyen keşfetmek insanı mutlu ediyor.
Kristal Kit grubu mis gibi 2000’ler esintili rock yapıyor. Reçetede biraz Brit pop, biraz Phoenix gibi gruplar ve biraz da mor ve ötesi var sanki. Mini-albümleri KİRLİ KALACAĞIM’dan “Dünya Tersine” şarkısı yıl boyunca dilime dolandı. Mojave grubu da aynı şekilde “Yine de Beklerim” gibi teklilerle bir bomba gibi her an patlamaya hazır yüksek enerjisiyle ilgimi çeken bir rock grubu oldu.
Sarp Öztürk’ün başarılı projesi Light Motiv ise, hafif funk ve caz esintilerle shoegaze veya bir zamanlar ‘chillwave’ olarak bahsettiğimiz tarza yakın bir stilde müzik üretiyor. Başarılı EP’leri KOY’dan sonra, esinlendikleri gruplardan Beach Fossils’in İstanbul konserinde ön grup olarak sahneye çıkma onuruna eriştiler.
Alternatif rock tarzına değindiğimize göre, punk’ta olan bitenden de kısaca bahsedeyim. Parham A.G, Daha Anlatacak Çok Şey Var albümüyle 2024’te pop punk’ın hala ölmediğini herkese gösterdi. Parham’ın prodüksiyonunu üstlendiği başka bir çalışma, Moko’nun Küçük Dünya 2.0 albümü ise bu yılın en eğlendiğim işlerinden biri oldu. Genç yaşına rağmen uzun bir süredir ‘Midwest emo’ denen tarzda müzik üreten İzmirli müzisyen Moko, şimdiye kadarki en bütünlüklü ve olgun işini çıkarmış sahiden.
Hav Hav! da yeni çıkan bir lo-fi, garaj/punk grubu. Prodüktörlüğünü Taner Yücel’in yaptığı ilk albümleri Mezarımda Parti Var da bu yıl en sevdiğim işlerden biri oldu. Bu albümde anlıyoruz ki bu grubun eğlenceli ve naif görünüşünün altında ciddiyet ve özenle inşa edilmiş bir müzik anlayışı var. En uzun şarkıları 2 buçuk dakikayı bile geçmeyen, deli fişek ‘egg punk’ grubu Goblin Daycare’in yeni albümü ise hem Türkiye’de hem yurt dışında ilgi topladı. Türkiye’de örneğine sık rastlamadığımız shoegaze tarzında müzik yapan Straygaze grubu da Perili Orman isimli ilk albümünü çıkardı. Daha yolun başında olsalar da sonraki adımlarını ilgiyle takip edeceğim.
Son olarak Görkem Karabudak’tan bahsetmeden bu rock bölümünü bitiremem. Yeni EP’si Kontra, onun istisnai bir yetenek olduğunu tekrar gösterdi. Sadece Türkiye’den çıkabilecek bir ses paletiyle son derece ilerici bir rock müzik üretiyor. Gitarda Türk müziğinin melodilerinin nasıl ustalıkla icra edilebileceğini gösteren Duman ve mor ve ötesi’nden sonra Karabudak, buna elektronik prodüksiyon da ekleyerek teknik anlamda belki de en çok yol kateden sanatçı olabilir.
Halk müziğinden indie pop’a yeni arayışlar
Bu yazıyı birkaç farklı alanda gözlemlediğim yeni trendlerle bitirmek istiyorum. Bunlardan biri geniş tanımıyla halk müziğidir. Mesela doğup büyüdüğü Antakya’nın güzel Orta Doğu ezgilerini çift dilli Arapça-Türkçe sözlerle ve hem akustik hem elektronik dokularla birleştiren Selin Sümbültepe, Lübnanlı prodüktör Zeid Hamdan ile birlikte çok özel bir EP’ye imza attı. Şehirlilerin halk müziğine bakacak olursak, İstanbul Teknik Üniversitesi Türk Musikisi Devlet Konservatuvarı’ndan mezun olan Çağlar Fidan, Intra Muros Istanbul adlı albümünde davudi sesi ve ustaca çalınmış kanunuyla Osmanlı-Türk müziğine yeni bir yorum getiriyor.
2024’ün bir diğer sürprizi, KÖFN adlı pop grubundan tanıdığımız Salman Tin’in, kendi adıyla bir halk müziği projesi çıkarması. Abdal’daki bütün şarkılar orijinal beste ama, türkü cover’ı değil. Elektrik gitarı bağlama yerine geçecek şeklinde kullanması da gerçekten yaratıcı. Yakaladığı sentez Mdou Moctar gibi Tuareg “desert blues” yapan grupları anımsatıyor. Benzer bir tarzı Dağtaş’ın ilginç projesi Çok Bilinmeyenli Topraklar’da da görüyoruz. İlk albümünde bağlamayı ustaca çalan Dağtaş, Anadolu’nun geleneksel seslerini elektronik dokunuşlarla bir araya getiriyor.
Armageddon Turk ismini kullanan prodüksiyon ekibi Orkun Tunç ve Zag Erlat, türküleri elektronik ve hip-hop tarzında yeniden yorumladıkları 2021 tarihli albümleri Anadolu Lo-fi ile büyük beğeni toplamışlardı. Bu yıl Anadolu Lo-fi 2 ile yeni sesler denerken benzer bir stratejiyi “Drama Türküsü” ve “İki Keklik” gibi türkülere de başarılı bir şekilde uyguladılar.
Türkiye’de singer-songwriter geleneğinin en güçlü temsilcilerinden Ahmet Ali Arslan, kısa ama nefis bir albüm ile geldi bu sene. Yangı’da Anadolu’dan değil de, Britanya’nın folk geleneğinden esinlenip Nick Drake’i andıran bir yalınlıkla ve Beatles’vari melodilerle romantik ilişkilerin iniş çıkışlarına dair şarkılar bestelemiş.
Uzun zamandır üretim yapan prodüktör/müzisyen Güneş Özgeç ilk mini-albümü Kertenkele Kraliçe’nin Zamansız Masalları’nda bu yıl çıkan yaratıcı teklilerini bir araya getirmiş. “Olmuyor” gibi hafif elektronik ve özgün indie-pop şarkılarının yanı sıra Melih Cevdet Anday’ın “Likyalı Kadınlar” şiirinin keman ve akustik gitar ağırlıklı bestesi ile Sezen Aksu’nun “İstanbul Haritası” şarkısı için yaptığı kendine özgü cover’ı da var.
En çok indie-popçu Ekin Beril ve diğer birçok sanatçıyla yaptığı yaratıcı beatler, besteler ve prodüksiyonlardan tanıdığımız Caner Anar (nam-ı diğer Playjoy) bu yıl birkaç yeni isimle birlikte yenilikçi parçalara imza atmış. Ozan Buğra Kaya ile yaptığı “Bir Bedeli Var” şarkısı, beste ile prodüksiyon arasındaki uyum nedir onu gösteriyor bize. Tolga Bilgin’in çaldığı trompetin organikliği ve Playjoy’un sanki uzaydan inmiş synth tonları, bu şarkıyı farklı bir seviyeye çıkarıyor. Aynı zamanda Playjoy’un beraber çalıştığı Aleyna Talınlı’nın ilk şarkılarından “Rüzgar,” ilk kayıtlarını yapan bir sanatçı için son derece olgun ve kendinden emin bir beste ve düzenlemeye işaret ediyor. Playjoy’un 2025’te çıkacak albümü, yeni yılda en merakla beklediğimiz işlerden biri.
Son olarak, 2025’te gözümüz başka kimlerin üstünde olmalı diye sorarsanız, trap/hyperpop/punk yapan Sorry Nobody grubu, Frozen Clouds’tan tanıdığımız Denzi ve deneysel pop yapan bilgeteker ile Rana Türkyılmaz’dan güzel işler beklediğimi söyleyebilirim.
■ Ardından: 2024
■ Behzat Kenan Sharpe’ın Dark Blue Notes’daki diğer yazıları
■ Behzat Kenan Sharpe’ın X hesabı