Akbank Caz Festivali

Bir Gece Yarısı Caz Yağdığında

Yıla bir gece yarısı dans ederek başlamak gerek.

Yılın ikinci günündeyse sinemada caza geri dönüyorum. Charles Burnett’in yeni yılın ilk gününde geçen When It Rains filmi uzun süre sonra yeniden karşıma çıkıyor. Kendini Hollywood ve beyaz anlatılarının dışına konumlandıran, Criterion’a filmlerinin eklenmesiyle hak ettiği tanınırlığa yavaşça erişen Charles Burnett’in, hayatı cazla iç içe insanların bir gününden kısa bir kesit sunduğu filmi When It Rains; anlatıcı Ayuko Babu’nun sesiyle başlıyor. Birinin ona sorduğu soruyu aslında bizlere de yöneltiyor. Bu soru yazı boyunca bize eşlik edecek: “Hem blues hem caz yapıp ikisini nasıl bir araya getiriyorsunuz?” Bu sorunun cevabını Jammin’ the Blues’da bulmadan önce When It Rains’den biraz daha bahsedelim.

Blues ve cazı birbirinden ayırmanın mümkün olmadığını bilen mahallenin sakinlerinin günlük hayatlarının içinde, 2000 yılının ilk günündeyiz. Bir anne ve kızı kirayı ödemedikleri için kapı dışarı edilmişken, kızın babası tanıdıklarından borç istiyor. Borç verecek insan arayışıyla geçen bu kısa film farkında olmadan bizi bir jam sessiona da tanık ediyor. Güneşli bir günde meydandaki caz festivalinde yan yana birçok perküsyoncunun vurmalılarından çıkardıkları senkopasyonlu ritimler eşliğinde dans eden kadın bütün doğallığıyla hareket ediyor. Ritim ve hareketin titreşimleri filmin Stephen James Taylor tarafından bestelenen müziklerinde dalgalanmalara, üflemelilerin eklendiği küçük melodilere yol açıyor. Yeni yıla cazla giriyorlar. Kira sorunuysa umutsuz bir duruma dönüşmek üzereyken sokaktaki bir cazcı zor durumdaki babaya John Handy’nin 1966 kaydı Live at Monterey plağını hediye ediyor. Elinde plakla geri dönen baba üzüntüyle ev sahibine plağı uzatıyor ve caz yeni yılda güzellikler getiriyor, plağı çok seven ev sahibi kira yerine plağı almış oluyor.

Blues ve caz her zaman bir arada. Dünyanın kendisi gibi. Bir kısmı karanlıkta, bir kısmıysa güneşe bakıyor. Bazen yağmur blues ve cazın ortak köklerine yağıyor, bazense her yer aydınlıkta, müzik filizleniyor. Gece siyah, gündüz beyaz; caz dinledikçe siyah beyaz bir filmin görüntüleri gözlerimizin önünden akıp geçiyor.

*

Jammin’ the Blues, adından anlaşılacağı üzere blues yapısına -12 bar blues- sahip; çalmaya başladığı anda giriş kısmının bitmesini zor beklediğiniz, bateri henüz ritim tutarken sallanmaya başladığınız bir parça. Blues yapısını swing hissiyle birleştiren, yalnızca caz kelimesinin açıklamaya yettiği bir ruha sahip. Ancak Jammin’ the Blues yalnızca caz parçası değil, aynı zamanda bu parçayla aynı ismi alan, Gjon Mili tarafından 1944’te çekilmiş, 40’ların ortasına mucize gibi düşmüş, peşinden kendi gibi filmler getirmeyen o yalnız ve güzel kısa filmin adı.

Life dergisinin Arnavut fotoğrafçısı Gjon Mili’nin sabit kamerasından Jammin’ the Blues çekilene kadar Picasso, Matisse, Henry Moore gibi sanatçılar çoktan geçmişti. Hatta Mili tanıştığı fotoğrafçı Edward Weston’dan öğrendiği stroboskopi tekniğini fotoğraflarında uygulamaya başlamıştı. Bunların hepsiyse Hollywood için çektiği, Hollywood’un klasik sektör filmlerinin içindeki gizli hazine Jammin’ the Blues’da bir araya geldi.

Jammin’ the Blues’un klasik Hollywood jeneriğiyle başlamasına rağmen filmin içinde yer alan isimleri gördüğümüz andan itibaren bizi alışılmadık bir Hollywood filminin beklediğinin işaretini alıyoruz. Filmde Lester Young, Red Callender, Harry Edison, Marlowe Morris, Sid Catlett, Barney Kessel, Jo Jones, John Simmons, Illinois Jacquet, Marie Bryant ve Archie Savage yer alıyor. Tamamı siyahi oyuncu kadrosu olan Stormy Weather ve Cabin in the Sky gibi filmleri dışında Hollywood sinemasında bir arada görmeye alışkın olmadığımız müzisyenler jeneriğin en başında büyük harflerle ekrandan bize bakıyorlar. O sırada anlatıcı, izlemekte olduğumuz filmin “jam session” olduğunu bize bildiriyor ve doğaçlama şekilde yapılan “hot” cazın bir örneğini dinlemekte olduğumuzu söylüyor. O sırada siyah beyaz ekranda sis bulutu, ardından “President” veya kısa hâliyle “Pres” yani Lester Young dumanların arasından saksafonuyla çıkıp bizi müziğiyle selamlıyor.

Lester Young

“Dinlediğiniz şeye bir gece yarısı senfonisi denebilir.”

Grup Midnight Symphony’i çaldıktan sonra gece saatlerini geride bırakıyoruz. Ayaklarımızı kaldırımın güneşli tarafına çevirme vakti geliyor. Şarkıcı ve dansçı Marie Bryant, On the Sunny Side of the Street’i söylerken arkalarındaki siyah ekran bu sefer bembeyaz oluyor. Üzgünken gece yarısı yazı yazmak veya dans etmek zor olsa da dünyanın bir yerinde bazı kaldırımlara hâlâ güneş ışığı vurduğunu kendime hatırlatıyorum. Bu parçayı ne zaman dinlesem, sessiz hüznün peşinden kaldırımlara caz yağdığında dans edeceğimiz günlerin geleceğini düşünüyorum. Nerede olursak olalım. Ben bu düşüncelere kapılmışken sıra Jammin’ the Blues’a geliyor. Gjon Mili’nin nakarat tekrar ettikçe çoğalan saksafon ve trompetlerine yine Mili’nin Life dergisi için çektiği lindy hop kapağını anımsatan dansçıların yansıması eşlik ediyor. Dans ve caz birbirini tamamlıyor.

Yıl boyu odamda, bazen ışıklar açık bazen kapalıyken, bazen yalnız bazen hayali partnerlerimle dans ederim. Film boyu gördüğüm müzisyenlerin kayıtları bana eşlik eder. Yanımda çalsalardı nasıl dans ederdim tahmin etmeye çalışırım. Lindy hop’la ilk tanıştığımda internette karşıma çıkan Life dergisinin kapağı bugün gözüme çok farklı görünüyor. Ritim, çoğalan hareketler ve yinelenen enstrümanlar birbirinin uzantısı hâline geldikçe; blues, caz gibi terimler üst üste biniyor. Gjon Mili’nin görüntüleri çoğaltan kamerasından çıkarcasına bize ellerini uzatıyorlar.

1943 Life Dergisi, Leon James ve Willa Mae Ricker

Yeni yılda bana When It Rains’deki gibi caz plağı hediye eden olmasa da caz ve dans her zaman yanımda. Hâlâ Jammin’ the Blues’u açıp gökyüzüne yağmur ve kulaklarıma caz yağan bir gece yarısı tek başıma dans edebilirim, hatta belki şimdi ederim.

2023’ten karanlık kaldırımlarda güneş açtıracak, yalnızca caz ve dans sevgisinin bizi cazla ıslanmış kaldırımlarda bir araya getireceği, karanlıkları dolduracak gece yarısı senfonileri diliyorum. Bir gece yarısı caz yağdığında dans edeceğiz.

Referans: Arthur Knight, Jammin’ the Blues or the Sight of Jazz, 1944

Duru Aygüven

Galatasaray Üniversitesi Fransız Dili ve Edebiyatı öğrencisi. Lindy hop ve solo caz eğitmeni. Noir Fanzin'de yönetici, yazar, editör. Yabancı dillerle ilgileniyor, çeviri yapıyor. Günlerinden caz, dans ve sinema eksik olmuyor.

Duru Aygüven 'in 19 yazısı var ve artmaya devam ediyor.. Duru Aygüven ait tüm yazıları gör

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir