Akbank Caz Festivali

Yumuşak Karanlığın Yüzü/Sesi: Anders Danielsen Lie

“Oslo Üçlemesi: Reprise, Oslo August 31st, The Worst Person In the World”

Karanlık yanımızla parçası olamadığımız bütünden ayrılmamızı, ayrışmamızı ya da kop(a)mamamımızı sadelikle anlatan, Joachim Trier’in büyük ses getiren Oslo Üçlemesi‘nin yıldız oyuncusu Anders Danielsen Lie aynı zamanda iyi bir müzisyen! Size hem tanınmasına vesile olan filmlerden hem de kendisinin otizm farkındalığı için yaptığı albümden bahsetmek isterim.

Kendilerine Hayat Kalma Yolları Arayan İnsanlar : Reprise

Serinin ilk filmi Reprise, yazar olma hayalleriyle yaşamın içinde tutunmaya çalışan iki karakterin arasındaki duygusal, fiziksel, mekansız ve zamansız ilişkilerini konu edinir. Kendilerine hayatta kalma yolları arayan insanların hikâyelerindeki muğlaklığı gidermek için arayışlarını anlatan film, kendine doğru derinden ve şeffaf bir şekilde bakabilmenin önemini ortaya koyar. Ve film, bu yolda kendini tanımanın da kendini kaybetmenin de mümkün olduğunu bilgisinin üzerinden geçer.Trier, üst ses kullanım tekniğiyle karakterlerinin hikâyesine belli bir mesafeden bakarak, iki karakteri eşit mesafede, aslında herkesin başından geçmiş ya da geçebilecek bir hayat zeminin üzerine yerleştirir.

Yaşamın Sınırlarında Dolaşmak: Oslo August 31st

Oslo August 31st, melankoli ve yalnızlık içerisinde hayatı yitip giden zeki, alımlı bir adam olan Anders’in izinde bir film. Şehir dışında bir uyuşturucu rehabilitasyonuna katılan Anders, yakın zamanda bu sağlık merkezinden ayrılacak ve tekrar şehir hayatına geri dönecektir. Şehre daha çabuk uyum sağlayabilmesi için iş görüşmesine gitmek üzere klinikten ayrılan Anders, şehrin sokaklarında gezmeye başlar ve uzun süredir görmediği insanlarla tekrar iletişim kurar. Tüm gün ve gece boyunca geçmiş ve geride kalan yaşanmışlıklarının hayaletleriyle savaşmaya çalışır. Kendine ve hayata karşı acımasız bir tavır takınan Anders, yaşamının sınırlarında dolaşır. Anders, herkesin kendince yer edindiği ve bu yeri sağlamlaştırdığı, artık hiçbir şeyin bıraktığı gibi olmadığı Oslo’ya son bir kez daha adapte olmayı dener.

İlk sahnede duyduğumuz sesler aracılığıyla farklı insanlar, şehrin içinde var olma biçimlerini hatırlar. Kimi suya ilk dalışını, kimi bir gün batımında araba sürüşünü, kimi tramvayda, otobüste ve metrolarda geçen saatleri, kimi kendini nasıl özgür hissettiğini, kimi ağaçların ne kadar uzun olduğunu, kimi hayal kırıklığını, kimi en iyi dostunu hatırlar. Mekânın farklı aidiyet biçimlerine odaklanan film sağlam bir açılış yapar ve hikâyesini aidiyetliğin gölgesinde varoluşçu bir zemine oturtur. Anders şehre geri dönüşüyle beraber kaçtığı durumları ve bürünmekten korktuğu rolleri hatırlar. Anders, etrafındaki insanların beklentilerinden, kendisine dayattıklarından, önyargılarından kendini sıyırmaya çalışır. Anders, içindeki açmazlardan her çıkışsız hissettiğinde ayaklarının altında yer sarsılır. Farklı yollarla tutunacak bir dal arar kendine. Arkadaşlar, partiler, aile ve aşk gibi durumların ve olayların kapısını tekrar çalar. Her tutunma denemesi, kendini bir boşluk hissine bırakır. Havada soru işaretleri ve bir aidiyetsizlik hissi asılı kalır. Dingin ve yavaş bir ritme sahip olan filmin kamerası şehrin içinde gezinen bir hayalet gibi yaşamı takip eder. Çoğu zaman mesafesini artırarak yapar bunu. Karakterin hayatına dahil olmaya çalışır, bazen de karakteri yaşamın içine dahil etmek için çabalar. Etrafına kulak verir Anders, sızmaya çalışır başkalarının hayatlarına. Ya da onların yaşantılarının kendi hayatına tekrar nüfuz etmesini ister. Yaşadığını hissetmediği hayata dışardan dahil olmaya çalışır. Yalnızlığı iliklerinde hisseden Anders, başkalarının hayatlarında bir yalnızlık arar. Yarım kalan sohbetlerin, yarım kalan hayallerin peşinden tekrar giden Anders, tüm bunların bir daha tamamlanamayacak yaşamın bir uzantısı olduğuna ikna olur.

Joachim Trier, kent ve benlik ilişkisi üzerinden hem bir kentin hem de karakterinin öncesine ve sonrasına derinlikli bir bakış atar.

İhtimallerin İçinde Savrulmak: The Worst Person In The World

Serinin son halkası olan The Worst Person The World (Dünyanın En Kötü İnsanı) filmi “kendini, kendi hayatının seyircisi gibi hisseden” Julie’nin hikâyesini anlatır. Julie, önündeki seçimlerin çokluğu karşısında kafası karışmış bir biçimde savrularak yaşayan biridir. Birlikte olmak istediği, birlikte olmak zorunda kaldığı insanlar ve yapmak istediği ve yapmak zorunda kaldığı şeyler konusunda kafası karışıktır. Nasıl bir insan olduğunu aramaya devam eden Julie, kendine bir yaşam inşa etme çabasında insanlar, durumlar ve duygular arasında sıkışıp kalır.Hayattan ne istediğine henüz karar verememiş, kendi iç dünyasının gelgitleriyle yaşayan Julie, aldığı kararlarla kimin hayatında “dünyanın en kötü insanı” algılandığının önemine bakmaksızın yaşamı merak etmekten ve ihtimallerin içine savrulmaktan kendini alıkoymaz.

Yumuşak Bir Karanlıkla Yüzleşmek

Joachim Trier, üç filmde de kendini düştüğü boşluğa bırakmak isteyip hayatlarının kontrollerini ele almak için, ihtimallerin iyi ya da kötü olup olmadığına bakmadan onların kurtarıcılığının peşine düşen insanların hikayelerine odaklanır. Anlamak boşluğuna düşmüş bu insanların hikayelerine bakan Trier, seyircisi için baktığı yere,durduğu noktaya, içinden geçtiği zamana, baş etmeye çalıştığı meselelerin boyutuna göre şekillendirebileceği sert ve zifiri olmayan, içinde kurtuluşu ya da en iyi ihtimalle kendini tanımayı barındırabilecek “karanlık” atmosfer oluşturur. Ben ona tam da bu yüzden gerçek bir karanlık demek istemiyorum. O yüzden adına “yumuşak karanlık ” demeyi tercih ettim.

Tüm bu filmlerin üçünde de oynayan Anders Danielsen Lie, eşsiz durulukta kocaman bir oyunculuk sergilemesine rağmen bunu gösterişsiz bir şekilde yapmayı başarır. Ve yazıda bahsettiğim “yumuşak karanlık” hissinin nefesi,soluğu, sesi ve yüzü olur.

Anders Danielsen Lie, aynı zamanda bir müzisyen. 2011 yılında 14 şarkıdan oluşan “This Is Autism” adlı bir albümü var. Kendisi bu albüm hakkında şunları söylemiş:

This is Autism'ın, güçlü hissiyatı olan bir albüm olmasını istedim. Bazı motifleri tekrar etmek bu hedefe erişmenin bir yoluydu. Her gerçek otist, tematik gelişim ve klasik sonat formuyla ilgilenmelidir. Çocukken en sevdiğim TV dizisi, acayip güzel müziklerinden ötürü Albert(Alfons) Åberg'di. 

Oldukça naif bir melodisi vardır. Ama zaman ölçüsü değişkendir: 15/8 ile 11/8. Kimin bestesi bu? Bestecisi, Jazz på Svenska'da Jan Johansson ile çalışan ünlü başçı Georg Riedel'di. 

Musicophilia nöroloğu Oliver Sacks, kitabında, akılda kalıcı melodilerin beyinde nasıl depolanabildiğini ve sonra neredeyse bir müzikal halusinasyon gibi, kaydedildiği yerden tekrar tekrar çalınabildiğini yazmıştır. Albert Åberg'in leitmotifi, çocukluğumdan bu yana tekrar tekrar çalmıştır zihnimde. Hatta zihnim kendi yorumlarını üretmiştir.

Bu yorumlar, This is Autism albümünde üç farklı şarkı olarak belirdi. İlki Doppelmayr Days, gitar solosunun başında; ikinci Cats'de ve sonucusu da vokal koda olarak Do It Again'de…”

Enes Kudu

Ege Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo, Sinema ve TV bölümü mezunu. Onbironsekiz adlı bir podcast platformunda programcılık ve editörlük yaptı. Bir konser salonunda "Program Koordinatörü" olarak görev yapıyor. "Zamanlama Gerektiren Filmler" adlı instagram, blog ve youtube sayfasında içerikler üretmeye devam ediyor.

Enes Kudu 'in 27 yazısı var ve artmaya devam ediyor.. Enes Kudu ait tüm yazıları gör

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir