İhtimallerin Kurtarıcılığı: The Worst Person In The World
Sürekli bir şeylere uyanmak zorundaymışız gibi içimizde bir alarm çalıyor… Uyanıyoruz. Biraz merak ediyoruz. Belki de yine kendimiz tarafından zorla uyandırıldığımız için diğer ‘ben’imiz neye uyandığımızı merak ediyor. Bugün neler getirecek bize? Dün bizden neler götürdü? Peki ya yarın bugün hakkında ne söyleyeceğiz? Gelen bu gün öylesine gelmiş olamaz mı? Ona ne katmalı?
Giriş ve Çıkış Zamanları Belli Oyunlar
Günlerden bir şeyler çalmaya çalışmak kendini ele veren bir yaşamak çabası. Yaşam bir oyun; keyif almak için değil, devam edebilmek için oynanmak zorunda kalınan…
…ve yaşamak bir performans; bazen kendi kılığında bazen de başkalarının kafasından geçen düşüncelerin kılığında…
Shakespeare, Nasıl Hoşunuza Giderse kitabında “Dünya bir sahnedir, kadın, erkek bütün insanlar da oyuncular. Her birinin giriş ve çıkış zamanları vardır. Her insan kısa ömrü içinde çeşitli roller oynar” sözleriyle insanın nasıl bir performans sanatçısı gibi yaşadığını ifade eder. Hayat, birer birer sahneye çıkıp -diğerleriyle ilişkisiz gibi görünen ama kopmaz şekilde ilişkili olan- tek kişilik oyunumuzu, kendimize özgü oynamaya çalışırken zaman ve mekân içerisinde yer değiştirmemiz ve tüm farklı zaman ve mekânlarda ille de başkalarıyla çarpışmamızdır. Bir yanda, kimsenin seni tanımadığı ve tanımak istemeyeceği kaybolacağın bir köşe bulmak için kaçış dürtüsü. Diğer yanda o köşelere giden yolların tehlikeli olduğu düşüncesi. Yine de daha fazlasını istiyoruz. Katılmak istiyoruz yaşamın her zerresine. Hayatın içinde akıp giderken bazen bazı şeylere seyirci kalıyoruz. Bazen de kendi hayatımızın seyircisi oluyoruz.
Joachim Trier’in 2006’da Reprise (Tekrar) ile başlayan, 2011’de Oslo 31 August (Oslo 31 Ağustos) ile devam eden üçlemesinin son halkası The Worst Person In The World (Dünyanın En Kötü İnsanı) filmi kendini, kendi hayatının seyircisi gibi hisseden Julie’nin hikâyesini anlatır. Julie, önündeki seçimlerin çokluğu karşısında kafası karışmış bir biçimde savrularak yaşayan biridir. Birlikte olmak istediği, birlikte olmak zorunda kaldığı insanlar ve yapmak istediği şeyler konusunda kafası karışıktır. Nasıl bir insan olduğunu aramaya devam eden Julie, kendine bir yaşam inşa etme konusunda insanlar, durumlar ve duygular arasında sıkışıp kalır. Hayattan ne istediğine henüz karar verememiş, kendi iç dünyasının gelgitleriyle yaşayan Julie, aldığı kararlarla kimin hayatında dünyanın en kötü insanı algılandığının önemine bakmaksızın yaşamı merak etmekten ve ihtimallerin içine savrulmaktan kendini alıkoymaz. Trier, varoluş sancıları içerisinde kendini bulmaya çalışan Julie’nin hikâyesini ciddiyetle anlatırken mizah duygusunu korumayı da elden bırakmıyor.
Tatminsizlik Çağında Kendimizce Yaratılmış Bir Özgürlük Yok
Hayat; bir ömür taşıyacağımızı düşündüğümüz düşüncelerin, duyguların ve eylemlerin içine atıldığımız kararlardan, anlardan ve yaşanmışlıklardan meydana gelir. Çünkü her şey yolundaymış gibi davranmak yorucudur. Mesele bizi herkes gibi yapmaya çalışan dünyada kararlarınla kendin olabilmektir. Kendince savrulabilmek ve şeylerin içine dalmak ve her ihtimalden kendimize bir yol çıkarabilmektir. Önemli biri olma ihtirasımız var. Ya da en iyi ihtimalle bir anlık bile olsa önemli hissetmek isteriz. Ne olduğumuzdan çok ne olmadığımızla büyütülüyoruz. Falancanın tanıdığının yaşam başarıları, filancanın tanık olduğu bir hikâyenin yükü hep üzerimizde. Kronik bir tatminsizliğin olduğu bir çağda yaşıyoruz. Özdeşlik sağlayabileceğimiz kendimizce yaratılmış bir özgürlük yok. Kendi öykümüzü ancak kendi koşullarımıza göre inşa edebiliriz. O yüzden her zaman kendimizin açtığı bir pencere aralığına ihtiyacımız var.
Ruhumuzdan bir pencere açılsa ve yansımamızı başkalarında görsek, biz de onları başkalarına yansıtsak… Sonra tüm yansımaların renkliliğinde buluşsak. Birbirimizin ev saydığı düşüncelerin, duyguların, içgüdülerin ortağı olsak… Bu bizi daha az kendi evimizde hissettirse de bu durum bizi bir bütünün parçası gibi hissettirir ve bu fikrin kurtarıcılığının altına sığınırız. Beraber olmanın yollarını arama düşüncesini kendimize ev sayabiliriz. Yeni bir başlangıç her zaman armağan gibidir. Ama yine de geride bırakmak istediklerin, unutmak istediklerin ya da yokluklarına bir şekilde alışmak zorunda kaldıkların önündeki yolların gidişatını zorlar. Kendine kurduğun hayata elbette kimse karışamaz ve zaten kimsenin de seni o rahatın içinde tuzağa düşürmesine izin vermemelisin. Ama yine de tüm çabana rağmen araya bir şeyler karışır ve böyledir yaşamak… Kurduğumuz rahatlık sadece önümüzden giden ve asla yetişemediğimiz gölgemiz gibidir.
Sınırlı Kırılganlıklar
İçimizi kemiren bir huzursuzluk hissedince kendimize giden yollar daralır. Kendimize, kendimizce bir müdahalede bulunarak denenmiş yolların kolaycılığını tercih etmeyi düşünürüz. Hayatımızın kontrolünü ele alma düşüncesine herkes saygı duyar. Çeşitli yollara sapmanın, başka yollar aramanın bir biçimde bize yarar yanları var. Yeni yerler, yeni yüzler, başka zamanlar, başka mekânlar… Bir kısır döngünün içinde olduğumuz yerde hapsolmamak için sürekli aradığımız ve başka ihtimalleri kovaladığımız bir başka döngünün içine girmek…
Kendi yollarımızı bulmak, o yollarda ilerlemek için çaba göstermek ve zamanın içinde oraya doğru akmak bizi kötü biri yapmaz, aksine şeffaf yapar, görünür kılar. Bu yolda diğerlerinin varlığı sınırlarımız, sınırların kuşatıcılığı ile ilgilidir. Onların varlıkları kendi alanımızdaki çizgileri belirginleşir ya da siler. Çoğu zaman kırılgan olduğumuzu göstermemek adına her şeye göğüs gerebilir gibi davrandığımızda aramızdaki sınırların kaybolmasına izin vermiş oluruz. Üzerimize geldikçe gelinir, zırhımızın parçalanmaz olduğu düşünülür. Oysa kırılganlığımızı ifade etmek bir sınırımız olduğunun göstergesidir, sınırsızlığın değil…
Alışkanlık Kokan Yaşamlar
Sorduğumuz sorulara verdiğimiz cevapların muğlâklığı, varlığımızın inkâr edilemez yasası olan zamanla, mekânlar ve mekânın içindekilerle kurduğumuz bağın zedelenmesine sebebiyet verebilir. Bazen bırakmak gerekebilir… Öylece… Sadece bırakmak…
Yaşam alışkanlık kokar. Toplumsal ve ekonomik olarak bize yaşanması zorunlu kılınan alışkanlıklar içgüdümüzün bizi ayakta tutan yaşamsal varlığını azaltır. Bu olduğunda ise havanın içine katılıp savrulmak ister insan. Birden ve kendiliğinden olanın getirdiği bir bilinçle yaşamak… İşte o zaman varlığın bir şeyler söyler sana: “Yaşanmamış bir şey, denenmemiş bir ihtimal bırakma bu hayatta.”
Kelimelere Dökmeli Miyiz?
İhtimallerin gerçekleşmesinde en büyük etkenlerden biri bu ihtimallerin bizi tam zamanında bulmasıdır. Zamanında denk gelinmemiş, yaşanmamış her mesele havada asılı kalır. Kötü zamanlara denk gelen şeylerin içinde elden kaçırdıklarımızın, yok ettiklerimizin farkına varamayız; hatta şükretmek gereken her nefes alışverişi ciğerlere batar. Bazen de zamana ve mekâna ihtiyacın yoktur; Araf’tasındır. Bizim dışımızda her şey durur. Sen ve senin istediklerin dışında her şeye duran zaman sana imkân vermiştir. Herkesten ve her şeyden geçtiğimiz, sadece bir hissi kovaladığımız yerdir Araf. İstediğimiz şeye ulaşma yolunda ilerlerken ya da ona ulaşmışken, duygularımızı kendi cümlelerimize döktüğümüzde, diğerleri kendi bilindik duyguları içinde ezberlenmiş tanılar koymaya kalkar. Hissettiğimiz her şeyi kelimelere dökmeli miyiz? Bazen sadece hissetmek yeterli gelmeli… Her his ve durumumuzu karşımızdakilere anlatmak ve onların ezber tanımları altında hissimizin elekten geçirilmesini izlememize gerek yok. Hislerimizle pelteye dönecek veya un ufak olacak isek bunu kendi başımıza da yapabiliriz.
Yazıya birinci çoğul şahıs kullanarak başladım. Şimdi ise birinci tekil şahıs yazarak devam ediyorum. Çünkü tüm satırların içinde ben varım. Belki de bir bütünün parçasıymışım gibi hissetmek için böyle bir anlatım tercih ettim. Yaşam tarzımı daha sürdürülebilir yapmak için içimdeki ve içimizdeki malzemelere bakmaya çalışıyorum. Her şey hep bir adım sonrasının bilinmezliği ve orada makul bir yaşam sayfası açmak için. Bunun için yapamadığım, yaşayamadığım hesaplaşmalar sirkinden kurtulmalıyım. Tüm korkular, endişeler, kaygılar, yüzler, duygular, hisler belli bir sırayı takip etmeden hücum ediyor üzerime. Onların yarattığı tüm boşluğu hayalle ve iç sesimle doldurmaya; onların izini sürmeye çalışıyorum. Düştüğüm çukurlar var. Kötü bir insan mıyım, iyi bir insan mıyım? Yine sorular… Cevapları bilmiyorum. İyinin kötünün bende, benim için karşılığı ve tanımı yok. Herkes her zaman bir şekilde başkalarının gözünde “dünyanın en kötü insan”ı olabilir.
Varsa yoksa yaşamak dediğimiz bu. Kendini yeniden ve yeniden yaratmak. Kendini kendince doğurmak. Çetin bir savaş. Bir gün daha diri durmak için aramak, bulmak, anlamaya çalışmak, kabullenmek ya da reddetmek… Önünde sonunda da her koşulda yoluna bakmak.