Tuhaf Meyve: Billie Holiday
"Güneyde ağaçların tuhaf meyveleri vardır; kanlıdır yaprakları, kökleri de kanlıdır. Tatlı meltemi güneyin sallar siyah bedenleri, kavak ağaçlarına asılı tuhaf meyveleri."
Amerikalı sosyalist şair ve şarkı yazarı Abel Meeropol‘ün, gazetede gördüğü bir fotoğraftan etkilenerek yazdığı şiiri böyle başlıyor. Fotoğraf 7 Ağustos 1930’da ABD’nin Indiana şehrinde linç edilen iki siyahinin ağaca asılı gövdelerini ve önde toplanan halkı göstermektedir. Yaşlısı genci, kadını erkeği, gururlu, huzurlu, mutlu surat ifadeleriyle poz vermişler. Fotoğraflarının çekilmesinden rahatsız gözükmüyorlar; çünkü suç işlediklerini düşünmüyorlar. Öldürmeyi kendilerine hak, öldürülmeyi kendilerinden olmayana layık görüyorlar. İçlerinden birisi, sol eliyle ağaçta asılı duran bedenleri gösterir şekilde dimdik kameraya bakıyor; parmağı adaleti işaret ediyor.
Thomas Shipp ve Abram Smith, 1883 ile 1941 yılları arasında linç edilen toplam 4 bin 467 insandan sadece ikisi. Kayda geçmeyen vakalarla birlikte sayı on binin üzerinde. Tamamına yakını erkek. 3 bin 265’i siyahi ama linç edilenler arasında Amerikan yerlileri, Meksikalılar, Çinliler hatta bir Japon da var.
Meeropol’ü şiiri yazmaya iten de daha ziyade lince karışan insanların yüzünde eksik olan duygular: pişmanlık, acıma, vicdan azabı, iğrenme, korku, dehşet…
Frank Sinatra’nın meşhur ettiği The House I Live In ve Peggy Lee’nin çok satmış olan şarkısı Apples, Peaches and Cherries gibi besteleri de olan ve o dönemde Amerikan Komunist Partisi’nin üyesi Meeropol, “Acı Meyve” adıyla yayınladığı bu şiirini aynı yıl adını Tuhaf Meyve olarak değiştirerek bestelemiş. Şarkıyı halka açık ilk söyleyen de şairin siyahi eşi, şarkıcı Laura Duncan. New York’un ünlü sahnesi Madison Square Garden’daki bu performans sonrasında Strange Fruit şehrin entelektüel kesiminin ve müzik aleminin dikkatini çekmiş.
Şarkı, New York’un, siyahlarla beyazları bir arada müşteri olarak kabul eden ilk kulübünün kurucusu Barney Josephson aracılığıyla Billie Holiday‘e erişmiş ve efsanevi şarkıcının hayatını kökünden değiştirmiş.
Lady Day, anılarında şarkının yaratım sürecini daha farklı anlatıyor. Meeropol ya da edebi eserlerinde sık kullandığı mahlasıyla Lewis Allen ile Cafe Society kulübünde tanıştırıldıklarını, daha önce kendisine de eşlik eden piyanist Sonny White ile birlikte şarkıyı üç hafta içinde birlikte yazdıklarını hatta düzenlemesi için Danny Mendelsohn’dan destek aldığını yazıyor. Bu iddianın doğruluğu daha sonra araştırmacılar tarafından reddedilince, Holiday de çark etmiş; hatta William Dufty tarafından kaleme alınmış olan otobiyografisini okumadığını beyan etmiş.
Josephson’un da önerisiyle, Holiday’in, şarkıyı ilk seslendirişi özel koşullarda gerçekleşmiş. Strange Fruit ilk kez Cafe Society kulübünde, o geceki programın sonunda, garsonlar servisi kapattıktan sonra, Holiday’e yönelmiş tek bir spot dışında ışıkların söndürüldüğü bir ortamda seslendirilmiş. Şarkı bittiğinde seyirci uzun süre sessiz, tepkisiz kalmış, neden sonra bir seyirci ayağa kalkıp alkışlamaya başlayınca tüm kulüp ona katılmış. Seyircide yaratılan etkinin dağılmaması için, davetkar alkışa rağmen, Holiday bu şarkıyı söyledikten sonra bis için sahneye geri dönmemiş. Bu ritüel Cafe Society’de iki yıl boyunca tekrarlanmış.
Strange Fruit şehirde bir fenomen haline gelince, Holiday şarkıyı kaydetmek için anlaşmalı olduğu Columbia Records’un kapısını çalmış. Şirket malum sebeplerle yayımlamayı reddedince Holiday dönemin bağımsız şirketlerinden Commodore ile anlaşmış ve Strange Fruit plağı kısa sürede bir milyon satış adedine erişmiş.
Holiday’in ne kadar telif kazandığının kaydı yok ancak hatırı sayılır miktar kazandığı tahmin ediliyor. Meeropol, bestesinin kaydedildiğini aylar sonra öğrenince, Commodore’la masaya oturmuş ve bugünkü karşılığı 300 bin doların üzerinde bir telif ücreti almış.
Seyirci şarkıyı Holiday ile öylesine özdeşleştirmiş ki, uzun süre bir başkası tarafından yorumlanmamış. Hatta Holiday’in biyografisinde, kendisi de tanınmış bir insan hakları aktivisti olan Josh White aynı kulüpte şarkıyı söylemeye yeltendiğinde seyircinin onu engellediği aktarılıyor. Süreç içinde Nina Simone, Renee Marie, Jeff Buckley, Dee Dee Bridgewater gibi şöhretli şarkıcılar el attıysa da, hiç birisi şarkıyı Holiday’in söyleyişine yaklaşacak denli yorumlayamamış.
Uygar dünyanın takdirini kazanmış olsa da, radyolar başlangıçta şarkıyı çalmayı reddetmiş. Basının büyük çoğunluğu eleştirilerinde şarkıyı propaganda aracı olarak nitelemiş ve nasıl olur da bir pop şarkıcısının böylesine politik bir şarkıyı seslendirdiğine anlam veremeyen yorumlar yazılmış.
Strange Fruit milyonlarca evin içine girmiş ama aynı zamanda bağnazların, sağcıların, ırkçıların, muhafazakarların hedefinde kalmaya da devam etmiş. Holiday’in anılarında aktardığı bir sahne, günümüzde de devam eden ırkçılığın çirkin yüzünü sergilemesi açısından önemli. Holiday, Los Angeles’ta bir kulüpte sahne aldığında beyaz bir kadın yaklamış ve kendisini şöhrete kavuşturan şarkıyı söylemesini istemiş: “Hani şu seksi şarkı; çıplak bedenlerin rüzgarda dans ettiği…”.
Şarkı Holiday’in kariyerinde bir dönüm noktası olduğu gibi ırkçılık karşıtı, ırk/renk eşitliğini hedefleyen siyasetin de ilk örneklerinden biri.
Şöyle ki, Delta Blues geleneğinin ikonik ismi Robert Johnson‘ın 1937’de kaydettiği Hellhound on My Trail, Afro-Amerikan folklöründe ırkçılığı ve linç vahşetini konu eden ilk şarkılardan biri olarak kabul ediliyor. Her ne kadar şarkının adı Peşimdeki Takip Köpekleri olsa da, linç ya da ırkçı beyaz vahşeti sözlerde doğrudan zikredilmemiş; metaforik ifadelerin de bununla ilgili olduğu sadece bir ihtimal. Bu anlamda 1939’da kaydedilmiş Strange Fruit, ırkçılık karşıtı tavrın müzikte apaçık şekilde yer aldığı ilk şarkı(lardan biri) olarak sivil haklar mücadelesinin beyannamesi kabul ediliyor.
Billie Holiday, Stormy Weather ile birlikte kariyeri boyunca en çok istek aldığı bu şarkıyı sahnede söylemeye devam etmiş ve bir kez de 1956’da Tony Scott Orkestrası ile birlikte kaydetmiş.
Ancak beni en çok etkileyen yorumlarından biri ölümünden hemen önce televizyon için kaydedilmiş ve sadece piyano eşliğiyle söyleyişi. 1939’daki yorumuyla karşılaştırınca Holiday’in çöküşünün izlerinin belirginleştiği görülebiliyor.
Kendi ölümüne haftalar kala, iğdiş edilmiş ruhu, yorgun bedeni tuhaf bir meyve gibi sallanıyor şarkının notalarında. Kelimeler küfür gibi saçılıyor dudaklarından… Billie Holiday’in tüketmek üzere olduğu yaşamının tuhaf meyvesi haline geldiğinin, insanın canını acıtan itirafı gibi söylüyor Lady Day.
Strange Fruit ile ilgili bir hususu yazmadan geçemeyeceğim. O dönem Holiday’in menejerliğini yapan (ve daha sonraları Bob Dylan, Bruce Springsteen hatta Leonard Cohen gibi yıldızları da keşfetmiş olan) John Hammond her ne kadar Amerikan Komunist Partisi üyesi olmasa da özgürlükçü sol görüşleri ve ırkçılık karşıtı tavırları nedeniyle ileride Amerika Karşıtı Faaliyetleri Soruşturma Komitesi’nin önüne çıkmak zorunda kalmıştı. Benzer şekilde Barney Josephson da sol fikirli ve özgürlükçü bir insandı; fikriyatı, ırkçı uygulamalara karşı çıkacak bir işletme açma cesaretini gösterecek denli sağlamdı. Şiirin ve bestenin yaratıcısı Abel Meeropol ise ABD Komünist Partisi üyesiydi. Dolayısıyla ırkçılığın rezil tarihini yazan bir ülkede, köleliğin başlangıcından itibaren 150 yıl geçmişken bu duruma karşı çıkabilecek bir şarkı, nihayetinde, sosyalistlerin elinden çıkabildi. Hiç de şaşırtıcı değil.
Kesin olan bir şey var ki, Strange Fruit, dünün ve bugünün dünyasındaki benzer eserler gibi, iyiyi kötüden, uygarı barbardan ayırt edebilecek bir araç. Daha da önemlisi, geçmiş yüzyılın ve belki de tüm zamanların en büyük şarkıcısının en önemli eserlerinden biri; sanatın, güzelin peşinde koşmak kadar önemli bir başka işi daha olduğunu anladığı; sanatçının, güzellik kadar çirkinlikleri de dile getirerek, içinde yaşadığı çağa eleştirel bakması gerektiğini gösterdiği anıtsal şarkısı…
Strange Fruit, yazıldığı dönemi olduğu gibi bugünün dünyasını da tasvir ediyor.
11 Eylül’den sonra dünya ülkelerini etkisi altına alan muhafazakar ve otoriteryan yönetim anlayışı kendi içindeki siyahileri birer birer avlayıp, usülüne uygun şekilde tuhaf meyvelere dönüştürüyor. Linç kültürü toplumların her kesimine, sınıfına bulaşıyor, her insan, her kesim kendisine benzemeyeni ya da işine gelmeyeni cancel ediyor.
Zaten, hepimiz tuhaf meyvesi değil miyiz, bu, kendi kendini yok etmeye çalışan gezegenin?