Akbank Caz Festivali

Şehirler, Yağmur ve Taksiler I: Taxi Driver

Taxi Driver: Yağmurda Film İzlemek

Bir saksafon melodisi kalemi elinize almanızı sağlayabiliyor.

Travis’in taksisine üç adam binerken Travis’in düşünceleri Betsy’dedir. Taksimetreyi açar ve taksisi kalkar.

Gecenin karanlığında renkler soluklaşır, şehir siyah-beyaza mı döner? Yoksa büyük şehirlerin ışıklı tabelaları karanlıkla mücadele mi eder?

Travis aynayı kontrol eder. Arka koltuğa göz atarken orta koltuktaki yolcuyu tanır. O kişi başkanlık adayı Charles Palantine’dır. Betsy’nin hemen ardından otelden çıkmış olmalıdır.

Şehrin kiri en çok gece görünür. Tozların içinden yükselen saksafonun titreşimleri belki bize bu yüzden sıcak hissettirir. Kanalizasyonların buharları taksilerin arkalarından çıkan egzoz dumanına karışır.

Travis yolcusunu tanır. Sigarasını söndürür.

Travis Bickle haklıdır. Kim başkan olursa olsun şehir temizlenmelidir.

PALANTINE: Travis, bu ülkenin yeni başkanının en çok ne yapmasını isterdin?

Şehirler temizlense her sorun çözülürdü. Sokaklardaki kavgalar, yerlerdeki kanlar, çocuk işçiler… Hepsi aniden yok olurdu. Yok olduklarında yalnız kalmayacak mıyız?

TRAVIS (düşünür) Şey, bu şehri temizlemesi gerekir. Şehir kir ve pislikle dolu. Kapağı açık bir kanalizasyon gibi. Buraya zor dayanıyorum. Bazı günler dışarı çıkınca kokusunu alıyorum ve bu koku yüzünden başıma hiç dinmeyen ağrılar giriyor. Bütün bu pisliği temizleyecek bir başkana ihtiyacımız var. Sifonu çekecek birine.

֍

Paul Schrader Taxi Driver’ın senaryosunu yazdığında yirmi yedi yaşındaydı. Arabasının içinde yaşıyor, içiyor, geziyor, gezmekten çok kayboluyordu. Aylarca konuşmuyor, iç sıkıntısı onu hastane odalarına kapatıyordu. İçinde tuttuğu ve dönüşmeye başladığı bu yalnız karakter eline kalemi aldığı gün yavaşça ondan uzaklaşmaya başladı. Önce önündeki defterin sayfalarına, sayfalardan büyük perdelerin içlerine girdi.

Robert De Niro perdenin içinde. Schrader’ın yalnız karakteri taksi şoförü Travis Bickle’ı canlandırıyor. Taksinin içine geceleri binen sayısız yolcu var ancak bu yolculardan biri gözlerimize takılıyor. Kameranın arkasındaki henüz yirmi dört yaşındaki Martin Scorsese, beyaz perdenin üzerindeki minik noktalara yansıyan ışık sayesinde sarı taksinin arka koltuğundaki bir yolcuya dönüşüyor.

Bindiği sarı taksi; şehrin içinde dolaşan, birbirinden ayırt edemediğimiz yüzlerce taksiyle aynı. Ama bu taksi yağmurda gitmeye başladığında, uykusuzlukla mücadele eden şoförün gözlerinin önünden akıp giden şehre kapılıyoruz. Şoför Travis konuşmuyor, sadece bakıyor; insanlara, kavgalara, yerlerde sürünenlere, yağmurun altında ezilenlere. Ve yağmurla temizlenenlere. Yağmur’a şükrediyor, yine de hâlâ uyuyamıyor.

https://youtu.be/TzsoNUmlO8A

Taxi Driver’ın müziklerinin kaydedildiği son gece, müziklerin bestecisi Bernard Herrmann kayıt stüdyosundan son kez çıktı. O zamana kadar müziklerini besteleyip bitirdiği kayıt seanslarının hiçbirinden Taxi Driver’da olduğu gibi hissederek çıkmamıştı. Hollywood’un büyük yönetmenleri Orson Welles ve Alfred Hitchcock gibi isimlerle çalışmış, unutulmaz bestelere ve bu sayede unutulmaz filmlere imza atmıştı. Cary Grant North By Northwest’te Herrmann’ın müzikleri olmadan koşamaz, Orson Welles Citizen Kane’de ortalığı dağıtamazdı. Ama De Niro’nun canlandırdığı Travis Bickle hepsinden farklıydı. Yalnızdı. Uyuyamıyordu. Herrmann sonunda istediği gibi sade melodilerle beste yapmayı, bu sayede film müziklerinin değil filmin kendisinin oluşumunda rol oynamayı başarmıştı. Ronnie Lang’in o sade saksafon temasını çaldığı son kayıttan sonra Bernard Herrmann evine gitti. Yatağına uzandı ve uyudu. Son kez huzurla uykuya daldı. Altmış dört yaşındaydı.

Taxi Driver’ın çekildiği yıllarda Scorsese uyuşturucu bağımlılığıyla, Schrader yalnızlıkla ve uykusuzlukla mücadele ediyordu. Bernard Herrmann’ın yalnız melodileri; Travis’in sevdiği Betsy’e hediye olarak gönderdiği, Betsy’nin kapısının önünde yalnız kalan çiçekler gibiydi. Tek başınalardı ama çok güzellerdi. Taxi Driver’ı çekerek Scorsese ve Schrader hayatlarının yeni dönemlerine kapı açtılar, kapının önündeki çiçekleri ellerine aldılar. Herrmann da üzerinde çiçeklerle onlara veda etti.

֍

Saksafon melodisi yalnız salınıyor.

PALANTINE: Seninle konuşmak güzeldi, Travis.

Taksi New York’un gece ışıklarında yalnız süzülüyor.

TRAVIS (cevap verir): Teşekkürler, efendim. Siz iyi bir adamsınız, efendim.

Taksinin gece yolculuğuna eşlik eden saksafon melodisi gibi sinema da cazla dolu hayatıma eşlik ediyor. Yalnız değilim. Hayat güzel, taksiler yağmurla yıkanmış şehirde geziyor.

Travis’in taksisi uzaklaşır.

Saksafon melodisi kalemi elime almamı sağlıyor.

֍

Benim hikâyem şehrin kirli ve kalabalık sokakları yağmurla ıslanmaya başladığında kanalizasyon boşluklarının üzerinden yuvarlak tekerlekleriyle geçen taksinin yerdeki suları kıyafetlerime sıçratmasıyla başladı. Taksi önümde durdu, onu ben çağırmıştım. Taksi şoförüne merhaba dediğimde “Benimle mi konuşuyorsun?” diye sordu. Şehrin dört bir tarafını gezen, sokaklarda kesiştiğimiz anlarda birkaç saniyeliğine müzikleri bana eşlik eden taksi şoförlerini taksilerinden indikten sonra bir daha görmeyeceğim. Ama beraber geçirdiğimiz dakikalar boyunca birbirimizin yüzüne bakacağız. Şoförün gece yolculuğuna eşlik edeceğim. Taksiye binmek film izlemeye benziyor. Her yolculuk farklı hisler uyandırıyor. Hele bir de yağmur yağıyorsa… Yağmur suları bindiğim taksiyi yöneten şoförün radyosundan yükselen müzik sesine bulanıyor. Arka koltuktan pencerelere bakarak izlediğim film, her köşesiyle beni şaşırtıyor. Şehir; sokak lambalarının ve taksilerin sarısı, trafik ışıklarının yeşil ve kırmızısıyla renkleniyor. Renkler yağmur damlaları gözümüze kaçınca yuvarlak dairelere dönüşerek arka planı aydınlatıyor. Yağmurda ıslanan şehrin insanlarını takip etmek, seslerini duymak; taksiye binmeyi güzel kılıyor. Şoförle sohbet ediyoruz. Şehir uyurken kendisinin uyuyamadığı, durmadan çalıştığı akşamlar hissettiklerini Taxi Driver’ı izledikten sonra daha iyi anladığını söylüyor. Onu dinliyorum. Konuşmaları Schrader’ın senaryosundaki sözleri anımsatıyor. Her taksi farklı bir yönetmen. Şehri, şehrin insanlarını, sokaklarını yönetiyorlar. Radyolarından ve açık camlarından gelen şehir sesleriyse filmin müzikleri. Evime varıyorum.

Yağmur yağdığında, taksi şoförü şehrin yönetmenidir.

Duru Aygüven

Galatasaray Üniversitesi Fransız Dili ve Edebiyatı öğrencisi. Lindy hop ve solo caz eğitmeni. Noir Fanzin'de yönetici, yazar, editör. Yabancı dillerle ilgileniyor, çeviri yapıyor. Günlerinden caz, dans ve sinema eksik olmuyor.

Duru Aygüven 'in 19 yazısı var ve artmaya devam ediyor.. Duru Aygüven ait tüm yazıları gör

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir