Sanat Bizim İçin: Ressam Müzisyenler
Vefa!
Ezber kelimelere girmeyeceğim.
Tarihi yarımada da bir semt Vefa. Ruhumda ise bir ukde. Ressam ve müzik dostu bir arkadaşımla bu isimleri irdelemek keyif vericiydi benim için.
Bu bir vefa.
Sanat dostu olmanın bana sunduğu garip bir dil. Geçiniz sanat sever olmayı…
Size bu hafta, ressam müzisyenleri yazdım. Müzisyen ressamlar da olabilir. O kadar grift ki her şey! Bağımsız duygular gibi…
JOHN LENNON
John Lennon, 1957 yılının sonbaharında, Paul McCartney ile tanıştıktan birkaç ay sonra, Liverpool Sanat Akademisi’ne yazıldı. Fakat Lennon, üniversitedeki profesörleriyle anlaşmazlıklar yaşamaya başladı. Üniversitenin üçüncü yılında, dönemin sert akademik kuralları gereği kırmızı bir zarf içinde, okuldan atıldığına dair bir mektup aldı. Çizim yapmayı hiç bırakmadı. Şahsına münhasır bir mizah anlayışı geliştirdi. Tuhaf hayal gücünü yansıtan bir çizim stili vardı. Yoko Ono’ya göre, maksimum üç dakikada bir çizim çıkarabiliyordu. Yarattığı temadan türeyen on, on beş tane farklı illüstrasyon çıkarabilme alışkanlığı ve yeteneği vardı. Yoko Ono, Lennon öldükten sonra pek çok işinin galerilerde sergilenmesini sağladı; böylelikle, Lennon’un işlerinden bir koleksiyon oluşturmayı başardı. Günümüzde Liverpool Sanat Okulu, Liverpool John Moores Universitesi’nin bir parçası. Üniversite, özellikle John Lennon Sanat ve Tasarım Binası aracılığıyla, John Lennon’u anmaya ve onun izinden gidenlere ilham vermeye devam ediyor.
MILES DAVIS
"Resim yapmak benim için terapi gibi ve müzik yapmadığım zamanlarda zihnimi olumlu şeylerle meşgul ediyor." - Miles Davis
Miles Davis‘in ifadesinden de anlaşıldığı üzere, çizim yapmak onun için bir terapi biçimiydi. Tüm hayatı boyunca belirli dönemlerde resimler ve eskizler yaptı.
1972 yılında, (daha önceki makalemde de anlattığım üzere) Miles Davis büyük bir otomobil kazası geçirdi. Pert olan, Lamborghini Miura’sından sağ kurtuldu. Uyuşturucu sorunu ile tekrar yüzleştiği bir döneme girmişti. Bir süre ortalıktan kayboldu. Bu müzikal hareketsizlik döneminde, küçük yaşlarından beri, zor anlarında sığındığı resme geri döndü. Turneye çıkmadığı zamanlarda, her gün resimleri üzerinde çalıştı. Resme, müziğine uyguladığı aynı saplantılı yaratıcılıkla yaklaştı. Davis’in resim tarzı, Kandinsky, Basquiat, Picasso ve Afrika kabile sanatından etkilenen ve onları çağrıştıran parlak renkler ve geometrik şekiller içeren canlı ve cesur işlerdi. Tıpkı hayatı yaşayış biçimi gibi.
1980’de, kariyerinde, yaratıcılığında ve bağımlılık sorunlarında dip noktasındayken, eşi aktris Cicely Tyson, resim sanatını bir hobiden daha fazlası olarak kabul etmesi için onu cesaretlendirdi. Davis, çalışmalarını albüm kapaklarında ve canlı performanslarının arka planlarında da olarak kullandı. Bilinen en güzel örneği, ders aldığı resim hocası, Jo Gelbard’la 1989 yılında hazırladıkları Amandla albüm kapağı illüstrasyonu idi. 1991 yılında vefatından hemen önce, çalışmalarının bir kısmı The Art of Miles Davis adlı bir kitapta yayınlandı.
RON WOOD
Şahsi tercihim, yazdığım bu araştırmada en sevdiğim işler Ronnie’ye ait olanlar. Çok yetenekli. Rock’n Roll, “Ronnie bana ait, o benim” diye ısrar etse de, Ronnie’nin ilk aşkı gitar değil tuvaldi. Ron Wood ilk karma sergisine katıldığında sadece on iki – on üç yaşlarındaydı. Daha sonraki yıllarda, West London Üniversitesi’nin Kuzey Londra’daki Ealing Sanat Akademisine yazıldı. Peşi sıra Wood, yaptığı tablolara ilham olan, The Rolling Stones grubuna katıldı. Resimlerinin çoğu The Rolling Stones’un enerjik canlı performanslarını tasvir ediyor. Özellikle Charlie Watts vefat ettikten sonra, canlandırdığı ve çizdiği Watts portreleri çok karakteristik. Bunun yanı sıra Ronnie, doğal manzaralar üzerinde de çalışıyor. Ronnie de tıpkı Miles Davis gibi resim yapmayı bir çeşit terapiye benzetiyor.
CAT STEVENS
Cat Stevens’ın, sanatçı çocuk olarak anıldığı okulda, iyi olduğu tek ders resimdi. Batı Londra’daki Hammersmith School of Art’a yazıldı. Karikatürist olmayı istiyordu. Sonunda drift bir hareketle, müziği seçti. Hayatında sanata dair dengeyi çok iyi korudu. Müziği resimle, resmi de müzikle yer değiştirmedi. 1970’li yılların ikonik albümü, Tea for the Tillerman de dahil olmak üzere kendi albüm kapaklarından bazılarını tasarladı.
KIM GORDON
Sonic Youth‘un basçısı olarak tanınan Kim Gordon, kendisini doğduğundan bugüne ressam olarak tanımlıyor. 1970’li yıllarda, aralarında yakın arkadaşı, fotoğrafçı Cindy Sherman’ın da bulunduğu, Los Angeles’taki Otis Sanat ve Tasarım Akademisi’ne yazıldı. Mayıs 2019’da Kuzey Amerika’daki ilk kişisel sergisi Pittsburgh’daki The Andy Warhol Museum”da açıldı. Andy Warhol‘a saygı duruşunda bulunan Lo-Fi Glamour isimli sergide yer alan işlerinin çoğu, onun müzik sevgisinden ve grupta geçirdiği zamandan ilham alarak ortaya çıkardığı eserler.
JONI MITCHELL
Gordon gibi, Joni Mitchell de sanat eseri yaratmayı gerçek amacı olarak görüyor. Resim yapmaya kendini adayan diğer birçok müzisyen gibi, Joni de sanat okuluna gitti. Kanada’da bulunan, Alberta Üniversitesi Sanat ve Tasarım Fakültesi’ne yazıldı. Fakat mezun olamadı. 19 yaşında bir kafede, haftada 15 dolara müzik çalmak için okulu bıraktı. Müzik kariyerinde yükseldikten sonra, günlük işini mesleğiyle birleştirmenin bir yolunu buldu: 19 stüdyo albümünden 12’si Mitchell’e ait uzun metrajlı sanat eseri esasen. Mitchell albüm kapaklarını kendisi tasarladı.
FREDDIE MERCURY
Tüm müzikseverler ortak kanıda olmalıyız diye düşünüyorum. Freddie Mercury sahne almak için doğmuş efsane solist, grup lideri ve besteci. Grafik tasarım konusunda da doğuştan bir yeteneği vardı. 1969 yılında West London Üniversitesi, Ealing Teknik ve Sanat Fakültesi’ne gitti. Grafik tasarım bölümünden, derece ile mezun oldu. Bence en ünlü eseri, imza niteliğinde, grubun ilk albümü çıkmadan önce 1973’te tasarladığı Queen logosudur. Logo, malumunuz tüm grup üyeleri için zodyak sembollerini içerir.
PATTI SMITH
Yazımın içine dahil ettiğim diğer müzisyenlerin aksine, Patti Smith sanat okuluna gitmedi. Bir sanat okulu öğretmeni olmak istedi ve bunun için çok çalıştı. Müfredatın klasik içerikler taşıması onu etkilemiyordu. Deneysel bir tarzı vardı; deneysel yaklaşımı muhafazakar okul yönetimi ile ters düşmesine sebep oldu. Daha fazla uğraşmadı ve okulu bıraktı. New York’a taşındı. Fotoğraflar çekmeye, çektiği fotoğraflardan esinle eskizler çizmeye ve şiirler yazmaya başladı. Böylece kendi sanatını yaratmaya başladı. Yıllar içinde tüm bu öğeleri birbiriyle öyle güzel harmanladı ki, dengeli bir sanat hayatı oldu.
BOB DYLAN
Bob Dylan, bir görsel sanatçı olarak çalışmalarının kökenini 1960’lı yılların başına dayandığını söylüyor. Music from Big Pink (1968) ve Self Portrait (1970) gibi albüm kapaklarını tasarlayarak, hayranlarını mest etti. 1974 yılında Bob Dylan, algısal dürüstlüğü (kısaca, hayatı hayal edildiği gibi değil, görüldüğü gibi resmetmeyi realist bir felsefe olarak) kabul eden Ashcan Üniversitesi hocası, Norman Raeben’dan iki ay kadar resim dersi aldı. Dylan bu tercihi hakkında şöyle diyor: “Resim yapmak, bilinçsizce hissettiğimi bilinçli olarak yapmama izin verecek şekilde duyularımı, zihnimi, elimi ve gözümü bir araya getirdi.”
Dylan’ın şehirler ve kasabalar arasındaki yolculukları, anlık görüngüleri yakalayan ekspresyonist çizgileriyle kişiselleşiyor. Tekrarlanan motifler, izleyiciyi rengin derinliklerini keşfetmeye yönlendiriyor. Dönem dönem yaptığı eserler, eleştirmenlerce Pablo Picasso’nun işlerine benzetildi. Çoğunlukla hayattan resimler yapıyor ve şöyle diyor: “İnsanlarla, tarihlerle, efsanelerle ve portrelerle oldukça ilgileniyorum; her türden insan, her tür efsane ilgimi çekiyor.” Dylan’ın sanat kariyeri boyunca 180’den fazla resim, çizim ve demirden oluşan heykeli sergilenmeye değer bulundu.
GAYE ADVERT
Gaye!
Ben onu önce, Lemmy Kilmister ve Iggy Pop hikayeleri ile tanıdım. Sonra The Adverts yılları geldi. Gaye Advert, The Adverts’da bas gitar çalmaya başlamadan önce grafik tasarım okudu. Şahane bir müzik kariyeri edindi. Paul Fox tribute albümü için, PIL ve Alvin Gibbs için albüm kapakları tasarladı. Yaptığı tüm işler, The Truth of Revolution, Brother by Lisa Sofianos, Robin Ryde & Charlie Waterhouse, Black Metal Coloring Book, Growing Up With Punk gibi kitaplarda yer aldı. Sürrealist akımdan ve Hieronymus Bosch, Goya, Leonora Carrington ve Chapman Brothers gibi sanatçılardan ilham aldı. Müziği tamamen bıraktı. Aktif olarak küratörlük yapıyor ve düzenli sergiler açıyor.
DAVID BOWIE
Ahh! İşte adamım Bowie! Onu en sona bırakmamın bir sebebi var. Kapanışı daima iyi bir viski, ya da Porto şarabı ile yapma isteğimin bir yansıması sanki. Bu istek Bowie’nin işlerinin iyi olması ile ilgili değil. Kendimi ona ait hissetmem ile ilgili.
Hikayesi lisede başlıyor. İngiltere Kent’te, Beckenham Sanat Lisesi’nde, sanat, müzik ve tasarım okudu. Çizebilmek ve maddi kazanç için 16 yaşında aktif olarak ticari işler almaya başladı. Bowie o dönemde, üç yıl kadar da saksofon çalıyordu. 13 yaşında saksofon çalmaya başlamıştı. Bu esnada, yine onaltılı yaşlarda müzik gruplarına katılmaya başladı. Uyuşturucu hayatının bir parçası olduğunda daha çok çizmeye başladı. Francis Bacon ve Frank Auerbach’tan ilham aldı. Bowie’nin çalışmaları genellikle yoğun, karanlık ve dramatik. İlk kişisel sergisini 1995’te gerçekleştirdi. Sonra hastalanana kadar mütemadiyen sergiler açtı. Bowie’nin ölümünden sonra müzayedeye çıkan etkileyici bir koleksiyonu var.
֍
Bu makaleyi yazarken şu anda bir Iron Maiden dinliyorum. Tasarım hayatın bir parçası ve karakteristik bir yansıma biçimi benim gözümde. Farz-ı mahal, Iron Maiden albüm kapağını beş yaşında bir çocuğa gösterin, algıları açılır ve bu grubu havada karada tanır. Hayat da böyle değil mi? Karakteristik bir yansıma değil mi?
Benim için çok zevkli bir araştırma oldu. Vefamın bir parçası…
Keyifli okumalar diliyorum.