Akbank Caz Festivali

Ray Blue Nardis ve Samm’s Bistro’da

CAZ 101 serisinde müzik dostlarına cazı en çok hangi enstrumanla özdeşleştirdiklerini sorduğumuzda, doğal olarak, bir diğerine benzemez cevaplar alıyoruz. Tabii ki bu retorik bir soru; en sıfatından bahsetmek, cazın doğası gereği, anlamlı değil. Herkesin beğenisinin farklı olacağı aşikar, keza hangi enstrumanla daha doğru ilişki kurduğu da kişiye özel bir durum. Bu soru daha ziyade cazın temel enstrumanları hakkındaki görüşleri dinlemek amacıyla soruluyor. Neticede caz, enstrumanlar arasındaki organik ve enstantane ilişkiden ve müzisyenlerin enstrumanları aracılığıya şahsileştirdiği tavırlardan beslenen bir müzik. Eğer çalınan caz ise, bir arada çalan her enstrumanın öneminin ve değerinin eşit olması ortaya çıkan müziği güzelleştiriyor, daha rafine hale getiriyor.

Hal böyleyken benim hangi enstrumanın daha fazla caz hissiyatı verdiğiyle ilgili fikrim başkaları için doğru olmayabilir; ancak söylemeden de edemeyeceğim: cazı en çok caz yapan enstruman saksofondur, özel olarak da tenor saksofondur. Başka konularda da kendisiyle hemfikiriz ama özellikle bu hususta Ornette Coleman‘la aynı saftayız: “zencilerin ruhlarını en iyi ifade edebildikleri çalgı tenor saksofondur“.

Bu benim için hiss-i kabl-el vuku bir durum. Nedeni üzerinde daha önce detaylı düşünmemiştim; yeri geldi, fikir yürüteyim; müzisyenin en dolaysız ilişki kurduğu enstrumanlar nefeslilerse, bunların arasında tavrını, mimiklerini, hissiyatını, duygularını ifade etmek istediğinde müzisyene en dolaysız ve net cevap veren enstruman tenor saksofondur. Ben Webster’ın cümle sonundaki hırıltısını, Sonny Rollins’in çalışındaki hiddeti, Dexter Gordon’ın maço duygusallığını, John Coltrane’nin kararlılığını, Lester Young’ın androjen hatta dişil yumuşaklığını, Albert Ayler’ın isyanını, Pharoah Sanders’ın çığlıklarını akla getirin, tüm bu duyguları, bırakalım tenor dışındaki diğer saksofon ailesi üyelerini, hiç bir enstruman bu doğrulukta veremez. Reha Arcan‘ın CAZ 101 cevabında olduğu gibi, “saksofondur, üflersin şeytan içinden çıkar“.

Fotoğraf: https://ankaracaz.com/2017/05/15/ray-blue-21-10-2016/

Böyle düşünen bir insanın tenor saksofona ayrıcalık tanımaması da düşünülemez. Hangi stilde çaldığına, hangi cazı yaptığına bakmadan tenorcuları çok dinliyorum. Cazdaki gelişimin zamanda doğrusal olduğu fikrine de itibar etmediğim için, bu enstrumanda zaman içinde gelişen stillerin ya da çalıştaki teknik gelişmelerin -daha açıklığıyla söyleyeyim, modernleşmenin- bir üstünlük sağlamadığı, olsa olsa, sanatçıdan sanatçıya değişen tavır ve ifade farklılıkları olduğunu, zamanın ruhunun, kaçınılmaz olarak, müziğe yansıdığını savlıyorum. Neticede her gelişmenin, ilerlemenin hayırlı olmadığı, bu tarz değişimlerin bizi her zaman daha iyiye götürmediğinin örnekleri hepimiz için ortada.

Tony Malaby‘nin Wayne Shorter‘dan daha iyi tenor saksofon çaldığını (ya da tersini) iddia etmek ne denli abes ise, her ikisinin de kendi zamanlarında fikirlerini, duygularını kendilerine has şekilde ifade ettikleri, aralarında olduğu düşünülecek farkların herhangi birine üstünlük sağlamayacağı da o derece akla uygundur. Bu tarz karşılaştırmalarda taraf tutmayı, sanırım, en doğru karşılayan kelime fanatiklik; birinin sırf daha modern çaldığı için daha güzel olduğu iddiası da olsa olsa sapkınlık olabilir. Her ikisi de güzel çalıyor!

Cazda zamanın ilerleyişine bağlı oluşan stilistik farkların sanatsal açıdan özel değer sağlamadığını, primitif ya da ilkel kavramının -sadece- bugünün kökleri anlamına geldiğini, hele sanat sözkonusu olduğunda bu durumun bir üstünlük/alçaklık sağlamadığını, asıl olanın sahicilik, mükemmeliyet, güzellik vb. olduğunu iddia etmek bazılarınıza -özellikle kendilerini new school ile iltisaklı hissedenlere- old school düşünceler gibi gelebilir. Doğrudur, gelebilir; tevellütüm eski.

Tenor saksofon için ya da cazın neliği üzerine yazdıklarım neticede birer iddiadır. Tersi savunulabilir.

Ancak, bu yazıdaki fikirler size doğru geliyorsa, cazı benim algıladığım şekilde algılıyorsanız ve dinliyorsanız, size, cazı sizin gibi algılayan ve çalan bir müzisyenin konserini önereceğim.

Fotoğraf: https://ankaracaz.com/2017/05/15/ray-blue-21-10-2016/

Akbank Caz Festivali kapsamında ülkemize daha önce de gelmiş Amerikalı tenor saksofoncu Ray Blue 3-4 Kasım’da Nardis’de ve 5 Kasım’da Ankara Samm’s Bistro’da sahne alacak.

Biyografik detayları için sizi websitesine yönlendirmekle yetinerek, müzikal kimliğini aktarmaya ve onu neden seyretmeniz gerektiğini anlatmaya çalışayım.

Ray Blue modern bir caz müzisyeni değil; en azından cazın sürekli olarak ilerleme, gelişme, değişme, evrimleşme peşinde koşması gerektiğini düşünenlerin algısına göre modern değil. Yoksa Blue aktüel gerçeklikten kopuk falan da değil; konservatuvar mezunu, hatta müzik okullarında eğitmenlik geçmişi var, caz kültürünün yaygınlaşması için sivil toplumda önderlik yapıyor ve çalışında modern etkiler taşıyor. Derisinin rengi ve ait olduğu sosyal sınıf onu küçük yaşta blues müziğine, tenor saksofona ve caza yönlendirmiş. Kilisede gospel, külüplerde blues çalmayı öğrenmiş. Siz bunu hatırlamış olarak da okuyabilirsiniz, zaten kültürel genlerinde var olanları keşfetmiş. Caz dilini sonradan öğrenmek gibi değil, onu anadili olarak konuşuyor.

Cazın bir sahne sanatı olduğundan hareketle, her fırsatta, turneye çıkıyor; ülke, mekan ayırt etmeden caz yapıyor. Kiminle sahneye çıkacağına da kafayı takmıyor; caz dilini yetkin şekilde konuşması yeterli, gittiği ülkelerin seçkin müzisyenleriyle müzik yapıyor. Ray Blue katıksız bir zanaatkar, mükemmel bir yorumcu. Benzer tavırla çalan sayısız müzisyen olup olmaması da onun umuru değil; ne de bu tavrın old school yaftası yemesi… O en iyi bildiği işi, her gece, yapabileceği en iyi şekilde yapmanın, seyircisini mutlu etmenin ve salondan caz doygunluğu hissi ile ayrılmasını sağlamanın derdinde. Webster, Coltrane, Turrentine, Ammons ve cazın bir çok efsane tenorcusunun çalışını taklit etmeye kalkışmadan hatmetmiş bir belagat ustası… Onların da çaldığı repertuvarı kendi diliyle konuşuyor.

Dünyanın en iyi caz saksofoncusu olduğu iddiasında değilim; yok öyle biri. Ray Blue samimi, sahici, tutarlı bir besteci, yorumcu, müzisyen… Müziği bu şekilde gören ve dünyanın her yerinde zanaatını icra eden benzerleri gibi iyi bir müzisyen.

Ray Blue, Kaan Bıyıkoğlu, Ray Blue, Serkan Alagök, Gökhan Över

Nasıl çaldığı konusunda ise size alıntılar sunayım.

Jean Szlamowicz, Downbeat dergisindeki yazısında Ray Blue’nun sahnede görkemli bir duruşu olduğunu yazmış: “Çalarken bir amaca yönelik olarak çaldığı apaçık ortada. İyi besteci olmak başka bir şey, harika bir icracı olmak başka. Onda ikisi de var.”

Bir başka yazar, Joe Ross ise kocaman tınısı olduğunu söylüyor: “İri sesiyle ve doğaçlamacı mevcudiyetiyle genişleyen sololar çalıyor. Seyircisini nasıl avucuna alacağını bilen çevik bir müzisyen.”

Arkasında bıraktığı stüdyo ve özellikle konser kayıtlarını dinlemiş, onu sahnede canlı seyretmiş bir cazsever olarak sizi, Nardis ve Samm’s Bistro gibi, Türkiye’nin iki seçkin kulübünden birisindeki gecelerinden birine katılmaya davet ediyorum.

Pişman olmazsınız; olursanız şikayet etme hakkınız saklıdır.

Cazla kalın…

Not: Fotoğraflar Ankaraca’Z. Teşekkür ederiz.

Turgay Yalçın

Yayın Yönetmeni, Kurucu Ortak, Yazar, Radyo Programcısı.

Turgay Yalçın 'in 215 yazısı var ve artmaya devam ediyor.. Turgay Yalçın ait tüm yazıları gör

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir