Piyanonun Ağır Abisi, Trillerin Efendisi Grigory Sokolov
Müzik denildiğinde yalnızca klasik Batı müziğini anlayan; bunun dışındaki türleri estetikten yoksun pespaye şeyler, onları icra edenleri de boş işlerle uğraşan zavallı meczuplar olarak gören Türkiye’nin bir avuçluk creme de la creme tayfasının mensupları, kuvvetle muhtemel başlıktaki “ağır abi” sıfatını pek bir banal, hatta tınısı bakımından doğulu bularak yüzlerini ekşiteceklerdir. Ne var ki yaşamı ve müziği ideolojik sınırlarına çekilip doğruluğundan zerre şüphe etmedikleri bilgilerle ördükleri duvarların ardındaki korunaklı yerlerinden izleyenlerin aksine; ne pahasına olursa olsun gerçekle yüzleşmeyi göze alan ve doğallığı elden bırakmamaya gayret edenler için bu tür ifadelerin daha samimi, meselenin özünü kavramaya yardımcı olması açısından çok daha faydalı olduğunu düşünüyorum.
Görünür olmamanın sekizinci ölümcül günaha tekabül ettiği çağımızda, bu vebalden korkan müzisyenlerin sosyal medyadaki var olma çabaları elbette anlaşılır bir tercih; yine de onlar ile günaha girmekte direnen eski kafalılar (!) arasındaki ayrımın, kalın çizgilerle olmasa da ara sıra vurgulanması gerektiği kanısındayım. Doğrusu biraz da formasyonum gereği kendimi sorumlu hissediyorum.
Eh, bu kadar girizgâh yeter, gelelim piyanonun ağır abisi üstat Grigory Sokolov’a…

Klasik müziğin hayattayken efsaneleşmiş icracıları arasına giren, Rus asıllı piyanist Grigory Lipmanoviç Sokolov 18 Nisan 1950’de, bugünkü adı St. Petersburg olan Leningrad’da doğmuş. Beş yaşında piyanoyla tanışıp erken yaşta yeteneği fark edilince, önce, o dönem yetişmiş birçok önemli ismin hocası olan piyanist ve pedagog Lilya İliniçna Zelihman (1910-1971) ile çalışmak üzere Leningrad Konservatuvarı’na girmiş. Ardından eğitimine Musa Halfin (1907?-1990) ile devam etmiş.

Bach, Beethoven, Chopin, Debussy, Liszt, Mendelssohn, Rahmaninof, Schumann, Skryabin ve Şostakoviç gibi büyük bestecilerin eserlerinden oluşan bir programla ilk resitalini henüz on iki yaşındayken Moskova Filarmoni Topluluğu’nda veren Sokolov; kendisine tanınırlık getiren ilk büyük başarısını 1966’da, on altısında bir genç olarak, Uluslararası Çaykovski Yarışması’nı kazanarak elde etmiş. Yarışma jürisinin başkanı, efsanevi Rus piyanist Emil Gilels (1916-1985) daha sonra Sokolov’u destekleyenlerden biri olmuş.

Hayatının yaklaşık ilk kırk yılı soğuk savaş dönemine denk düşen piyanist, 1960’ların sonu ile 1970’lerde Amerika, Finlandiya ve Japonya gibi farklı ülkelerde resitaller vermiş; ne var ki kariyeri ancak 1980’lerin sonunda hak ettiği biçimde gelişmeye başlamış. Bu defa da Rusya ile ABD arasındaki Afganistan meselesinden doğan gerilimin artması ve tüm kültürel anlaşmaların iptal edilmesiyle buradaki kapılar kendisine kapanmış. Nitekim Sovyetler Birliği’nin dağılma sürecinde Rusya dışında hiçbir yerde konser vermemiş olması da dönemin siyasi atmosferinin kariyerini etkilediği görüşünü güçlendiriyor.
Avrupa’da tanınmış bir piyanist olmasına rağmen kariyeri boyunca birçok çağdaşına kıyasla az sayıda kaydı yayınlanmış olan Sokolov için 1995-2015 arasındaki yirmi yıllık süreç tam bir sessizlik evresi olmuş. Bu dönemde hiç kaydı yayınlanmayan piyanist, ancak 2014’te Deutsche Grammophon ile anlaşmış ve ertesi yıl Mozart’ın iki sonatı ile Chopin’in 24 prelüdünü içeren; yanısıra Bach, Rameau ve Skryabin’in de eserlerini seslendirdiği Salzburg resitali yayınlanmış. Bunu on dört CD’lik bir set; 2008 ve 2013’teki resitallerinden oluşturulmuş, CD ve LP olarak yayınlanmış setler ile ayrı birer DVD olarak piyasaya sürülen Paris resitali ve Berlin Filarmoni Orkestrası ile verdiği konser izlemiş.
Bach, Couperin ve Rameau’nun aralarında olduğu Barok dönem bestecilerinden, Arapov ve Schönberg gibi çağdaş dönem bestecilerine uzanan geniş bir repertuvara sahip olan Sokolov’un, geleneğin önemli bir temsilcisi olarak klasik müzik camiasında son derece saygın bir yeri var.
Onun icralarına aşina olan klasik müziğin sadık ve dikkatli dinleyicilerinde birçok piyanistin arasında rahatça ayırt edebilecekleri temiz ve parlak tuşesiyle hayranlık uyandıran Sokolov, hiç şüphesiz kusursuz tekniğiyle efsane sıfatını ziyadesiyle hak ediyor. Barok müziğin karakteristik unsurları arasında yer alan ve adeta Sokolov’un eşsiz tekniğindeki mükemmeliyetçiliği yansıtan triller, zannediyorum ki çoğumuz için etkileyici performanslarının bir imzası niteliğinde. Hangi dönem yahut besteci olursa olsun; seslendirdiği eserin özünü kavrama noktasında ne denli ince işçilikle çalıştığını hissettiren icrası, yorumundaki derinlik ve müziğe duyduğu tutku, onu hem çağdaşları hem de genç piyanistler arasında kesinlikle ayrı bir yere koymamızı gerektiriyor.
Barok dönem bestecilerinin klavsen için yazdıkları solo müzikleri piyanoda icra eden sayısız yorumcu var elbette. Fakat Sokolov’un orijinal notada olmayan nüansları ve eserin temposunu piyanonun sağladığı imkânlar ölçüsünde, yer yer romantik estetiğe yaklaştırarak yorumlamasını ve bunu tertemiz, keskin ama zarif bir tuşeyle adeta imbikten süzercesine dinleyiciye sunmasını takdir etmeyen; onu dinlerken kendini müziğin dinamizmine ve coşkusuna kaptırmayan tek bir dinleyiciye bile rastlamadım bugüne kadar.
İlk gençlik yıllarımdan beri ilgiyle takip ettiğim müzisyenlerin nelerden beslendiğini merak eden biri olarak; müziği algılama ve icra etme biçimleri ile yaşama bakış açıları ve karakterleri arasında doğrudan ve zannedilenden çok daha güçlü bir ilişkinin olduğunu düşünüyorum. Bunu doğrulayan örnekler arasında aklıma ilk gelen isimlerden biri kesinlikle Sokolov. Sanıyorum ki en az karakteri kadar içine doğduğu Rus kültürünün soğukkanlı, net ve keskin tarafları ile -her ne kadar siyasi görüşüne yorumlayabilecek kadar hakim olmasam da- hayatının ilk kırık yılında deneyimlediği Sovyet rejiminin yarattığı siyasi ve kültürel iklimin de bunda önemli payı var.
İngiltere’nin AB üyesi olmayan ülkeler için uyguladığı vize prosedürünü, geçmişteki Sovyet rejiminin yankılarını taşıdığı gerekçesiyle protesto ederek 2008 ve 2009’daki konserlerini iptal edişi; 2014’te İngiliz gazeteci ve müzik yazarı Norman Lebrecht’in Cremona Müzik Ödülü’nü almasının ardından, ertesi sene kendisi aynı ödüle lâyık görüldüğünde ödülü reddederek, kişisel web sitesinde, nezaket anlayışına göre Lebrecht ile aynı ödülü alanlar arasında yer almayı utanç verici bulduğunu söylemesi, gerekçesi her ne olursa olsun net ve cesur bir duruşun ispatı bana göre.
Sokolov gibi uluslararası arenada kabul görmüş, klasik müzik camiasının en saygın isimleri arasında yer alan bir müzisyenin bu yaklaşımını stratejik açıdan doğru bulmayanlar çıkacaktır. Aynı kişiler, prova sürelerinin yetersizliği ve müzikal yönden fikirlerinin örtüştüğü çok az şefle çalışma olanağı bulması nedeniyle, 2006 yılında daha az konçerto seslendirme kararı almasını da yersiz ve abartılı bulabilirler. İşin bu kısmı ayrı bir yazıda ele alınabilecek bambaşka ve uzun bir konu. Bu eleştirileri yöneltenlerle aynı yerde durmamakla birlikte; bilâkis ortaya koyduğu duruşla müzisyen kimliği arasında koşutluk kurarak, müzikal fikirlerini zihnimde çok daha net bir yere oturtabiliyorum.

21. yüzyılın ilk çeyreği ile ikinci çeyreği arasında büyük farklılıklar olacağını tahmin etmesi pek de zor değil; bu konuda hepimiz öngörülerimiz ışığında sayısız tahminde bulunabiliriz. Ne var ki kesin olan şeylerden biri, sonuna yaklaştığımız ilk çeyreğin aslında 20. yüzyıldan sonraki bir geçiş evresi olduğu. Bizi bekleyen ikinci çeyrekte, bir önceki asra damgasını vurmuş kültür ve bilim dünyasının önde gelen isimleriyle vedalaşacağımız kesin. Dünyanın resesyona girdiği evrede; hangi değerlerin yok olup gideceğini, yerine nerede, ne vakit yenilerinin koyulacağını ise buradan bakıldığında kestirmek pek mümkün görünmüyor. Bize düşen, bir yandan geçmişi kayıt altına alırken bir yandan da hak edene hakkını teslim etmek.
Yetmişli yaşlarının ortasına gelen Grigory Sokolov, geleceği müphem olan kadim geleneğin son büyük temsilcilerinden biri. Bugün, yani yazının yazıldığı 18 Nisan doğum günü. Bu büyük müzisyenin, bu efsanevi piyanistin karşısında saygıyla eğiliyor; yıllarca müzik sanatına yaptığı katkılardan, bize sunduğu eşsiz yorumlardan ötürü tüm müzik severler adına içtenlikle teşekkür ediyorum.

Meraklısına Notlar:
- Dark Blue Notes’da yayınlanmış diğer portre yazıları.
- Uğur Küçükkaplan’ın diğer yazıları
- Spotify’da Grigory Sokolov