Kaan Bıyıkoğlu ile Caz ve Yaşam Üzerine
Kaan Bıyıkoğlu, müzikseverlerin konserlerde ismine sık rastladığı müzisyenlerden. Çoğunlukla eşlikçi, bazen de lider olarak uzun süredir sahnede. Kendi adına henüz bir albüm hatta yanılmıyorsam bir tekli dahi yayınlamadı ancak -caz ya da crossover farketmeksizin- konserlerde sergilediği performans dikkati çekmeyecek gibi değil. Nasıl bir tertiple ya da nerede veyahut -elektrik, akustik- hangi enstrumanla çalarsa çalsın, müzikal kimliğini hayranlık uyandıracak adanmışlıkla ortaya koyuyor. Eşliği kışkırtıcı, solistliği sürükleyici. Ketum ve tutumlu başta olmak üzere çalışı için o ana uygun farklı sıfatlar sıralanabilir ancak sıradanlık kavramını onun müziğiyle -asla- bir arada kullanamam; Kaan Bıyıkoğlu sahnedeyse, liderin kendisi ya da bir başkası olmasından azade, dinleyicinin tatmin olacağı bir müzik sergileneceğinden şüphe etmem. Sadece bana ait bir yargı olmamalı ki, farklı disiplinlerden gelen birçok müzisyen Bıyıkoğlu’nu yanında görmek istiyor. O da yerini alıyor ve eşine -hele şimdilerde- az rastlanacak titizlikle işini yapıyor.
Kaan Bıyıkoğlu’nu kendi cümleleriyle tanımanızı istedim. Böylelikle iki turlu bir soru cevap seansı yaptık. Okuyunca anlayacaksınız, sadece bir müzisyen değil müzik üzerine düşünen, müzik aracılığıyla yaşamı(nı) anlamlandırmaya çalışan, hissettiklerini, düşündüklerini -tıpkı müziğiyle olduğu gibi- cümleleriyle de lekesiz şekilde aktarabilme yeteneğinde bir insanla tanışacaksınız.
Umarım söyledikleri, beni olduğu gibi sizi de caz, müzik, sanat ve tabii ki yaşam hakkındaki düşüncelerinizi gözden geçirmeye, gördüklerinize daha farklı bakmaya zorlayacaktır.
■
“Zeka ile müzik ilintilidir”
Turgay Yalçın: Hazır mühendislik ve üstüne bilişsel bilim okumuş bir caz müzisyeni bulduk, merakımızı giderelim: zeka ve müzik ilintili midir?
Kaan Bıyıkoğlu: Evet, ilintilidir. Canlıların her türlü davranışları onların çevrelerini kavrama yetilerine ve bu çevreyi ve kendilerini arzuladıkları yönde değiştirme becerilerine bağlıdır. Müzik de çevremizi değiştirmek için kullanabileceğimiz iletişim araçlarından bir tanesi. Çaldığımız her müzikal jest yanımızdaki müzisyenleri, dinleyicileri ve o an içinde yer aldığımız mekânın algılanışını belli bir yönde değiştirmeye yarıyor. Amaçlanan yönde bir estetik bir deneyimin yaşanabilmesi ve yaşatılabilmesi için uygun jestlerin seçimi ve bunların işitsel karşılıklarının anlamlandırılması son derece karmaşık ve çok boyutlu bir iletişimi gerekli kılıyor. Böyle bir iletişim bizim biyolojik donanımlarımızla olduğu kadar bireysel deneyim ve ortak kültürel paydamızla da ilintili. Tabi ki burada sosyal dinamikleri de içeren çok boyutlu bir zekadan bahsetmeliyiz.
“Uyuduğum saatleri saydığım dönemlerim de oldu”
Pozitif bilim okumuş olmanın müzisyenliğinize katkısı olduğunu düşünüyor musunuz? Yoksa vakit kaybı mıydı?
Pozitif bilim okumuş olmak insanın çevresini anlamlandırmasına ve her türlü düşünceye kuşku ile bakıp onun doğruluğunu ya da geçerliği olduğu bağlamı sorgulamasına son derece yardımcı oluyor. Böyle bir bakış açısının estetik ve duygusal durumları analiz etmeye, örneğin bir müziksel ifadenin neden belli bir ifade yarattığını anlamaya da yardımcı olduğunu düşünüyorum. Şunu da eklemeliyim: pozitivist bir tedrisattan geçmek insana yeni şeyler öğrenmeyi de öğretiyor. Özellikle bunun faydasını müzik çalışmalarımda çok gördüm, hala da görüyorum.
Bir şeyler öğrendiğimiz ve dolu geçirdiğimiz hiçbir zaman aslında kayıp olmuyor. Öte yandan vakit sınırlı olduğu için bir şey yapmayı seçtiğimizde aynı zamanda başka bir sürü şeyi yapmamayı da seçiyoruz. Misal, Beethoven piyano sonatlarını çalışmak eminim her caz piyanistine çok şey katar. Öte yandan caz çalmayı hedefleyen birisi için Thelonious Monk ya da Wynton Kelly yerine Beethoven ile vakit geçirmek zaman kaybı da olabilir.
Aldığım eğitim bir yana, Ankara Fen Lisesi ve ODTÜ’de geçirdiğim seneler sayesinde beni hala beslemeye devam eden çok değerli bir çevre ve arkadaşlıklar edindim. Ama bu çevre ve eğitimin beni müzik öğrenme yükümlülüğünden kurtarmadığını da söylemeliyim. Bu yüzden gençlik yıllarımdan itibaren sosyal hayatımda seçici olmayı ve zamanımı verimli kullanmayı öğrenmek durumunda kaldım. Uyuduğum saatleri saydığım dönemlerim de oldu.
“Sonny Rollins gladyatör, Lester Young lirik şair”
Peki, müzik son tahlilde matematikseldir diyebilir miyiz? Bir müzisyenin aklındansa sezgilerini, ruhunu kullanarak çalmaya başlaması nasıl mümkün olur?
Müzik ses, zaman ve hafıza sanatıdır. Zaman algımız kalp atışımızla ilgili, kulağımızdaki koklea ise karmaşık bir ses sinyalini bir nevi Fourier dönüşümü ile temel frekans bileşenlerine ayırıyor. Sonuçta malzememiz sayısal olarak ifade edilebilecek fiziksel etmenlerden oluşuyor. En basitinden, gerilimli bir akorun daha uyumlu bir armoniye çözülmesi bizim için metaforik olarak kaotik bir sosyal durumun – çok seslilik sosyaldir – daha düzenli bir topluma evrilmesi, ya da rahatsızlık veren dramatik bir ortamın huzura kavuşması olarak algılanabilir. Söz konusu gerilim ve çözülme gibi metaforik anlamlar aslında ses dalgalarının frekans bileşenlerinin karmaşık ya da basit kesirlerle ifade edilebilmesiyle anlam kazanıyorlar. Başka bir örnek: bir topluluğun ortaya koyduğu bir ritmik akışın biraz önünde çalmak (fazla enerji vermek) ya da biraz gerisinde çalmak (daha az enerji vermek) farklı ifadelere neden olur. Cazdan örnek vermek gerekirse, birincisi Sonny Rollins gibi bir gladyatör, ikincisi ise Lester Young gibi bir lirik şair. Tabi bu iki sanatçının da ifade paleti oldukça geniş ve burada çok büyük bir genelleme yapıyorum. Ama bu iki ifade şekli metaforik olarak birbirinden apayrı anlamlar sunuyorlar ve aralarındaki farkı sayısal olarak açıklamak mümkün.
Müzik kültürel ve biyolojiktir. Ama kültürel öğelerimiz ortak biyolojik temelimizden bağımsız değil. Biyolojik ve psikolojik durumlar ise sayısal olarak ifade edilebilecek fiziksel etmenlere bağlı. Sonuçta evet, müzik matematikseldir diyebiliriz. Ama her şey matematikseldir. Ya da nedenselliğe bağlı her türlü insan kavrayışı matematiksel olarak ifade edilebilir. Ama burada çok rafine matematiksel ilişkilerden bahsediyoruz.
“Müzisyenlik bir nebze aktörlük de içeriyor”
Çok çalışma? Yetenek?
Bizim aslında tek bir aklımız yok. Beynimizin düşünen tarafı, frontal korteksimiz, etrafımızı analiz etmekte oldukça başarılı olsa da çok yavaş. Daha çok beynimizin daha ilkel taraflarına ihtiyacımız var. İlkel beynimiz hem daha hızlı hem de duygusal davranışımız buradan yönetiliyor. İlkel beynimizi eğitmek için ise çok çalışma ve – paradoksal bir şekilde ifade edersem – sakin bir şekilde çalkantılı duygu durumlarımıza hakim olmak gerekiyor. Yani biraz rol yapabilmek, mışmış gibi davranabilmek. Aslında müzisyenlik bir nebze aktörlük de içeriyor.
Yetenek kavramı benim için pek bir şey ifade etmiyor. Belki bazı bilişsel yetiler, psikolojik süreçler ya da bedensel durumlar hakkında farkındalık yetenek olarak adlandırılabilir. Ama burada da insanlar çok çeşitli ve birbirlerinden farklılar ve ben yetenekli addedilen insanlar arasında hem çok hem de çok verimli çalışmış olmayanını henüz görmedim. Bazen tembelliği meşrulaştıran ve normalleştiren bir kavram yetenek. Bazen de sanatçılar bu romantik kavramı kendilerini diğer insanlardan farklı ve üstün göstermek ya da doğuştan sahip oldukları bazı şansları maskelemek için kullanıyorlar.
“John Coltrane de bir şairdir”
Caz, peki, diğer türlere göre sezgilerin daha aktif olduğu bir tür müdür?
Her sanat türünde birbirinden çok farklı yaklaşımlarla yer edinmiş sanatçılar mevcuttur. Cazda da daha sezgisel müzisyenler olduğu gibi eserlerini son derece analitik bir şekilde kurgulayan sanatçılar vardır. Ayrıca bu iki yaklaşım birbirinin zıttı da değillerdir, birbirlerini beslerler.
Bazen fiziksel ve hissiyat olarak kavradığımız ama söze dökemediğimiz bilgilerimizi sezgisel olarak ifade ediyoruz. Bu yüzden de çoğu zaman sanatsal ifadeleri ancak paradokslar ve metaforlara tasvir edebiliyoruz. Sonuçta her şiir bir dile dayanıyor, ama o dilin uzamında onu esneterek anlam kazanıyor. Bu durum Ece Ayhan şiiri için de John Coltrane müziği için de geçerli.
Bir müzisyen için Coltrane neden bu kadar önemli?
Alçak gönüllülüğünü koruduğu ve bu sayede öğrenerek ve çalışarak kendisini sürekli geliştirdiği için; dinleyicilerini küçümsemeyip onlara her zaman en zengin ifadelerle seslenmekten çekinmediği için; müziğinde incelikli bir fısıltıdan güçlü bir haykırışa kadar geniş bir ifade paletini son derece zarif bir estetik içerisinde sunduğu için; uzak kültürlere ait müzikal tavır ve malzemelerin caz içerisinde nasıl kullanılabileceğini gösterdiği için; müziği bir çeşit gerçeklerden kaçış ya da dertleri erteleme aracı olarak görmediği ve yaşama dair güzellik ve çelişkileri tüm yalınlığıyla müziğinde sunduğu için; müziğin aslında bir sihir olduğunu ve mistik deneyim yoluyla insanları iyi edebileceğini gösterdiği için; insanlara zor zamanlarında güç ve ilham verecek bir müziği yapmayı seçtiği için; toplumsal sorunlara ve adaletsizliklere müziğiyle değindiği için.
19’ncu yüzyılın önemli piyanist ve orkestra şeflerinden Hans von Bülow’un Bach ve Beethoven için kullandığı ilginç bir benzetme var. Von Bülow Bach’ın prelüt ve füglerini “Eski Ahit”e, Beethoven’in piyano sonatlarını ise “Yeni Ahit”e benzetiyor. Ona göre Bach kendinden önce müzikte bilinen her şeyi prelüt ve füglerinde sunuyor, Beethoven ise 1750’den ölümüne kadarki dönemde müziğe dair keşfedilen her şeyi piyano sonatlarında ortaya koymuş. Benzer bir durum aslında John Coltrane’in müziği için de geçerli. Caz müziğinin 1945 sonrasında siyah Amerikalılara ait bir sanat kolu olarak kendini tekrar tanımlamasından 1960’ların ortasına kadar geçen süre içerisinde müziğe dair keşfedilmiş her şeyi Coltrane’in McCoy Tyner, Jimmy Garrison ve Elvin Jones ile yaptığı kayıtlarda bulmak mümkün. Bu yüzden Coltrane’in müziği her zaman için başvurulacak klasik bir kaynak işlevi görüyor.
“Kurt adam yaşantısından yorulmuştum”
Piyanoyu diğer çalgılara tercih etmenize bir Chick Corea konserinin vesile olduğunu okumuştum. Başlangıç sürecini anlatır mısınız? Artık başka bir hayat istemediğinize hangi aşamada emin oldunuz?
Müzik enstrümanlarının olduğu bir evde büyüdüm. Ailemde profesyonel müzisyen olmasa da kendimi bildim bileli müzik hep hayatımda oldu. Klasik piyano repertuarını küçük yaşta çalışmaya başladım. Ortaokul ve lise yıllarında ise daha çok elektrik gitar çalıyordum. 16 yaşımda Ankara’da Chick Corea’yı Bob Berg, John Patitucci ve Gary Novak ile birlikte dinleyene kadar Louis Armstrong ve Dave Brubeck dışında bir caz müzisyeni duymamıştım. O konserden iki hafta sonra gitarımı bir arkadaşıma sattım ve piyanoya geri döndüm. O konser bana yıldırım gibi çarptı, çaldıkları ritim çok güçlüydü, konser süresince oturduğum halde sağ bacağıma hâkim olamadım. Benim için tamamen aşkın bir deneyimdi. Benzer duyguları yıllar sonra Wayne Shorter ve Ornette Coleman’ı canlı dinlediğim zamanlarda da tekrar yaşadım. Aslında hala müzikte o deneyimi arıyorum, o yüzden müzik ile iç içe yaşıyorum.
20 yaşımdan itibaren Ankara’da çeşitli profesyonel müzisyenlerle çalmaya başladım. Tuna Ötenel, Yahya Dai, Yıldız İbrahimova, Durul Gence ve Sibel Köse ile sahne alma olanaklarım oldu. Buna karşın gelecekte geçimimi istediğim gibi müzik yaparak sağlayabileceğimden emin değildim. David Ezra Okonşar ile 23 yaşımdan itibaren klasik piyano çalışmam benim için çok önemli bir olanaktı. Ancak bu sayede bazı temel eksikliklerimi hallettikten sonra kendimde müziği meslek olarak seçmek için gerekli cesareti bulabildim. Mühendislik ya da akademisyenlik yaparak bir yandan müziğe devam edebilirdim, ama bölünmüş bir kurt-adam yaşantısından da yorulmuştum. 27 yaşıma geldiğimde taşlar benim için yerine oturmaya başladı.
30 yıldır çalıyorsunuz. Caz bu süre içinde gelişti, değişti. Siz nasıl değiştiniz?
Caz sürekli değişiyor, ama bir yandan da çok yeni bir sanat dalı. Bazen eski stiller tekrar tekrar yenilenerek geri geliyor. Başlarda Bill Evans, Keith Jarrett ya da Paul Bley gibi piyanistleri kendime rol modeli olarak alıyordum. Yıllar içerisinde beğenim ve estetik yaklaşımım daha ziyade Thelonious Monk ve McCoy Tyner gibi siyah geleneğin içinden gelen müzisyenlere doğru evirildi. Bununla birlikte çok daha geriye gidip eski caz stillerini çalışmak da çalışımı son derece besledi. Günümüzde de öncü olan Jason Moran, Sullivan Fortner gibi piyanistlerin tüm caz tarihini kişisel bir potada eriterek modern ifadeler ortaya koyduklarına şahit oluyoruz. Şahsen ben de bu yönde ilerlemeye çabalıyorum. Farklı dönemlerin müziğini çalışmanın benim ifademi çok daha zengin ve anlamlı kıldığını düşünüyorum.
“İstanbul’da olmaktan mutluyum”
Seçici misiniz? Lider ya da eşlikçi, sahneye kimlerle çıkacağınızın kararını veriyor musunuz? Yoksa böyle bir seçme şansı bu ülkede lüks müdür?
Olanaklarım içerisinde oldukça seçiciyim. Kendi konserlerimde ancak birlikte anlamlı bir müzik icra edebileceğime inandığım müzisyenlerle çalıyorum. Eşlikçi olarak ise özgürce kendimi ifade edebileceğim ve müzikal bir katkı sunabileceğimi düşündüğüm topluluk ve müzisyenlerle çalıyorum. Böyle bir seçme şansı sadece bu ülkede değil, dünyanın her yerinde lükstür. Bu yüzden İstanbul’da olmaktan ve burada müzik icra etmekten son derece mutluyum.
Zaman zaman lider olarak çalıyorsunuz, ama yanılmıyorsam Kaan Bıyıkoğlu daha ziyade eşlikçi olarak sahnede. Sizin neden tercih ediyorlar?
Beni tercih eden müzisyenlerin iyi bir takım oyuncusu olduğumu ve kendi müziklerini iyi icra ettiğimi düşündüklerini umuyorum. Bunun nedeni caz müziğinin tarihi içindeki değişik dönem ve stilleri çalışmam olabilir. İyi bir dinleyici olmaya gayret göstermem, çevrem hakkındaki farkındalığım da olabilir. Bu soruyu aslında beni tercih eden müzisyenler yanıtlayabilirler, çünkü takdir edersiniz ki tercih edilmek aslında tamamen bizim elimizde olmayan bir durum. Ama sonuçta eşlikçi olarak aranan bir müzisyen olmaktan ve farklı müzisyenlerin benimle birlikte sahne almak istemesinden son derece hoşnudum.
“Cazsız bir Kaan Bıyıkoğlu düşünmüyorum”
Diğer tarafa geçelim, Bıyıkoğlu müziği nasıldır? Caz sizin için bir araç mı? Yoksa cazsız bir Kaan Bıyıkoğlu düşünülemez mi?
Dinleyicilerim ve kendim için aşkın bir estetik bir deneyim sunmayı hedefliyorum. Güvenli bir yerde durmayan, çoğunlukla sınırlarda gezinen müzikler çalmak istiyorum. Ortak kültürel kodlardan beslenen zengin bir dil ile kendimi ifade etmek istiyorum. Bıyıkoğlu müziğini tarif etmek yerine çalmayı tercih ederim. 🙂
Cazsız bir Kaan Bıyıkoğlu pekâlâ düşünülebilir. Aslında müziğin cazdan daha büyük olduğunu da unutmamak gerekiyor. Öte yandan caz bizlere hem icracı hem de besteci olarak kendimizi ifade edebileceğimiz çağdaş bir ortam sunuyor. Günümüz klasik müzik dünyasında icracı ve besteci neredeyse tamamen ayrışmış durumda. Bir taraftan çağdaş klasik müzik dilinin çok fazla öznelleşmesi, öte yandan da icracılara sürekli eski repertuarı dayatan bir kültür ekonomisinin sonucunda bir kişinin hem besteci hem de icracı olarak o tarafta var olması artık son derece istisnai bir durum. Buna karşın bestecilik, icracılık ve doğaçlamayı birleştiren bir disiplin içerisinde çalışan caz müzisyenleri, her ne kadar müzikal stiller farklı da olsa, çalışma disiplini açısından Bach, Mozart ya da Chopin’e günümüz klasik müzisyenlerinden çok daha yakınlar.
Yeri gelmişken, klasik müzik dünyasındaki doğaçlamanın sadece tek kişilik bir oyun olduğunu da belirtmeliyiz. Bach kendi başına fügler doğaçlamış, Handel ve Scarlatti Roma’da bir kardinalin sarayında doğaçlamalar yaparak birbirleriyle yarışmışlar vs. Ama bu kişilerin aynı anda beraber doğaçlama yaptıklarına dair bir kayıt yok, çünkü buna olanak sağlayacak müzikal dil henüz ortada yoktu. Belki de cazın dünya müzik kültürüne en önemli katkısı da tam burada: bir grup bireyin anlık bireysel tercihleriyle müziği kolektif olarak şekillendirmesine olanak sağlayan ortak bir dil ve bunun etrafında gelişmiş kolektif bir kültür. Bu yüzden bir caz grubu içerisinde o anda ön planda olmasanız dahi, eşlik fonksiyonunda da doğaçlama çaldığınız için müzikal tercihleriniz, kişiliğiniz ve ifadenizle var olabiliyorsunuz. Belki bu yüzden grup içinde iyi eşlikçilikleriyle bilinen müzisyenlerin hepsi aynı zamanda çok çok önemli solistler, misal Oscar Peterson, Tommy Flanagan, Herbie Hancock, Kenny Barron, Mulgrew Miller, Paul Chambers, Charlie Haden, Ron Carter, Christian McBride, Roy Haynes, Elvin Jones, Brian Blade, Charlie Christian, Jim Hall… liste uzayıp gider.
Tüm bu yukarıda saydıklarım nedenlerden ötürü, kendimi özgürce ifade edebileceğim en zengin ortamı caz müziğinin sunduğunu düşünüyorum. Bu açıdan baktığımızda caz müziği tabi ki bir araç. Bir yandan klasik piyano repertuarını çalışmaya da devam ediyorum. Cazsız bir Kaan Bıyıkoğlu da tabi ki düşünülebilir. Ama ben bunu düşünmüyorum.
“İlk albüm ufukta gözüküyor”
Lider olarak tasarılarınızı anlatır mısınız? Ufukta bir albüm var mı?
Ufukta birkaç projem var. Bunların birisi kendi albümüm, genellikle trio ve birkaç şarkıda da küçük bir nefesli grubu kullanacağım. Batu Şallıel ile bir düet albümü tasarımız var. Geçtiğimiz sezon 6’lı ile Art Blakey Jazz Messengers repertuarı seslendirdik, şimdi aynı ekip için yeni bir repertuar yazıyorum. Bunun dışında aranjör veya sideman olarak yer alacağım birkaç proje daha var. Temmuz ayında İTÜ MIAM’daki doktora çalışmalarımı bitirdim. Yoğun bir sene beni bekliyor.
“Bu yola neden çıktığınızı sakın unutmayın!”
Tutkunuzun peşinde koşup kendinizi var ettiniz. Sanatın çağrısını işiten gençlere neleri önerirsiniz?
Her sanatçı aslında öncelikle kendisini yapıyor. Kendilerine zaman tanısınlar. Öğrenmek yeni alışkanlıklar edinmek ve istenmeyen alışkanlıklardan kurtulmak demek, kendilerini değiştirmekten kaçınmasınlar. Belli bir malzemeyi içselleştirene kadar onunla vakit geçirsinler. Değişik etkilere açık olsunlar, ama bir yandan belli konularda güçlü olsunlar. Olabildiğince çok okusunlar. Kendilerini sürekli eleştirsinler, ama yargılamasınlar. Ve en önemlisi bu yola neden çıktıklarını sakın unutmasınlar.
■■■
Türk Caz Standartları Enstitüsü: Kaan Bıyıkoğlu’nun Caz Serüveni
Gülşah Erol ile Flu Sohbetler – Batuhan Kıran & Kaan Bıyıkoğlu
Kaan Bıyıkoğlu Youtube kanalı.
Kaan Bıyıkoğlu Soundcloud kanalı.
■
Dark Blue Notes’da yayınanmış diğer söyleşilere BURADAN erişebilirsiniz.
Kapak fotoğrafı: Mikhail Frantskevich.
Harika bir söyleşi olmuş, Kaan Bıyıkoğlu TR’deki en beğendiğim caz piyanisti, ve derinliğine göre inanılmaz mütevazi…Burayı okursa en son kendisini Bulut Gülen ile Caz festivali kapsamında dinleme fırsatım oldu; Ozan Musluoğlu, Barış Yazıcı, Bulut Gülen ve kendisini canlı dinleyebilmek büyük bir ayrıcalık. saygılarımla…