Caz Gözüyle 30. İstanbul Caz Festivali
İstanbul Caz Festivali programının açıklanmasının hemen ardından sosyal medyada yükselen eleştirileri görünce konunun sağlıklı şekilde tartışılmasına ve değerlendirilmesine vesile olabileceği umuduyla, ülkemizde caz konusunda konuşma ehliyeti olduğuna inandığımız kişilerin görüşlerini bir arada sunmayı istedik.
Malumunuz, ICF, dünyadaki benzer festivallerde olduğu üzere, uzun süredir caz ve non-caz etkinlikleri bir denge halinde programına dahil ediyordu. Adı caz olan bir festivalin, caz dışı etkinlikler içermesi nicedir bizde ve dışarda eleştiriliyor. Aklıma hemen Zuhal Focan’ın, 5 yıl önce Jazz dergisinde yayınladığı yazısı geliyor. Meraklısı için bağlantıyı şuraya bırakıyorum.
Dengenin caz aleyhine bozulmasına tanık iken, bu yılki program açıklanınca ve Ferit Odman’ın esprili tivitinde olduğu üzere, dürbünle bakılsa bile içinde caz bulunamayınca, durumu eleştiren yazıların yayınlanmaması, sosyal medyada eleştirilmemesi beklenemezdi.
Bu yazıda görüşlerini sunan değerli katılımcılara sorduğumuz soru şuydu: “7-18 Temmuz tarihleri arasında gerçekleşecek 30. İstanbul Caz Festivali’nin programı açıklandı. Programı nasıl buldunuz? Sizce, ülkemizin kültür iklimine katkı sağlama amacı güden bir vakfın düzenleyeceği uluslararası bir caz festivali nasıl olmalı?“
İçeriğin in-progess olduğunu hatırlatalım; görüş sunmak istiyorsanız yazının dibinde bulunan mesaj bölümünden bize ulaşabilir ya da [email protected] adresine e-posta gönderebilirsiniz.
IKSV yönetimine, bu eleştiriler karşısında ne düşündüklerini sorduk ve kendilerinden de katkı rica ettik. Sorumuzu buraya alalım: “Bu yılki programı yaparken nasıl bir bakış sergilediğinizi ve bu program içinde cazın nasıl temsil edildiğine dair görüşlerinizi bizimle paylaşabilir misiniz?“
Aşağıdaki galeride bulunan fotoğraflara tıklayarak doğrudan o kişinin görüşünü okuyabilirsiniz.
Tüm katılımcılara teşekkür ederiz.
*
*
KEREM GÖRSEV/MÜZİSYEN
Uluslararası Caz Festivali 1994 yılında başladı. Yani bu sene 30’ncusu gerçekleşecek. Daha önce de İstanbul Kültür Sanat Vakfı’nın kanatları altındaydı; herhalde, geçen sene 50’nci senesi kutlandı. Biz bu festivalde Miles Davis’i de seyrettik; Oscar Peterson’u da seyrettik. Dünyada aklınıza kim geliyorsa, herkesi seyrettik. Onlarla yattık kalktık, onlarla hayaller kurduk, onlara imrendik.
1994 yılında, İstanbul Caz Festivali kendi ayakları üzerinde duran özerk bir festival olarak başladığı zaman da, ilk senelerinde, hakikaten, Avrupa’nın en iyi caz festivallerinden biri haline geldi. Deyim yerindeyse, bu işin amiral gemisi olmaya başladı. Kimler geldi kimler geçti… Keith Jarrett, Chick Corea, Herbie Hancock, Tony Bennett, Brazil Project, Eliane Elias, Mike Stern, Marcus Miller… saymakla bitmez. Türk müzisyenler, genç müzisyenler, gelenlerle tanıştılar, konserlerden sonra jam session yaptılar. Nasıl çaldıklarına baktılar, feyz aldılar. Sahneye durmayı, sahne adabını öğrendik. Samimi söylüyorum. Arkadaşlıklar kuruldu, New York’a gidildi, onlar geldi, Türkiye’de ve her yerde sahne paylaşıldı. Beraber albüm çalışmaları oldu. Oldu, oldu, oldu…
Fakat son senelerde… Dünyada da bu konsept var; caz festivali denince içine her şey konulmaya başlandı. 2000’lerin ortalarından itibaren İstanbul Caz Festivali de bu akıma katıldı. Ancak 2010’dan sonra öyle bir düşüş başladı ki.. Caz nedir? Caz swing’tir; akustik swing’tir caz. Marciac, Umbria, Monteux vb gibi festivaller akustik caz sunmaya devam ediyorlar. Başka stillerde de konserler var ama caz da var. Büyük caz festivallerinin çoğunda programın en az yarısı hala caz. Mesela, North Sea bu sene şenlik, Kenny Barron, Abdullah Ibrahim…
Biz bunları görmek istiyoruz. Ben hiç bir müzisyeni kötüleyemem ama adında caz olan bir festivale de bu isimleri yakıştıramam. Caz festivalinin içinde caz olması lazım, akustik caz ve swing eden caz müzisyenlerinin olması lazım. Diyeceksiniz ki, bütün efsaneler öldü ama yeni nesilde akustik caz yapan çok iyi müzisyenler, gruplar var. Avrupa’da turnedeyken, festival için yakına gelmişlerken neden bunlar programa alınmıyor? Neden?
Çünkü, İstanbul Caz Festivali’nin direktörü Harun İzer’in -ki yakın tanışıklığımız olan bir insandır- müzikal hamurunda caz diğer türlere göre daha az yer tutar. Akustik caz dinlemediğini biliyorum. Bu nedenle program, caz-dışı popüler isimlerle dolu. Caz festivalinde caz olmaz mı?
Görgün Taner’in döneminde festival cazla doluydu. Pelin Opçin’in döneminde caz-dışı isimler yer almaya başladı. Caz deyince akla baget gelecek; davul takımı, kontrabas, kuyruklu piyano akla gelecek. Saksofon, trompet, trombon… Haydi bunları bırakalım, festivale Tito Puente, Buena Vista Social Club geliyordu. Big band’ler geliyordu. Tüylerimiz diken diken oluyordu; üç beş gün önceden konserin heyecanını yaşıyorduk. Bizi bu heyecandan neden mahrum bırakıyorlar? Dünyanın caz festivallerinde caz varken, gerçek caz varken, neden bizim festivallerimize yurt dışından akustik caz gelmiyor?
Bu seneki caz festivalinin programına bakınca; beni burada çeken bir isim yok. Ben konserlere biraz da eğitim için gidiyordum, hala da dinlediklerimden öğreneceklerimin olduğuna inanıyorum. Biliyorsunuzdur, 19 Nisan’da CRR’ye Kenny Barron geliyor. Geçmişte festivale defalarca gelmişti. Temmuz’da da North Sea’de. İstanbul Caz Festivali dünyada çok önemli bir yere sahipken, niçin bizim festivalimiz böyle düşüşe geçti? ANAP gibi oldu, eridi, bitti. Festivalde yeni akım müziklerin dışında bir şey yok. Onları küçümsemiyorum, sadece dinlemiyorum ama madem demokrasi var, bu tip gruplar da gelebilir. Caz zaten azınlık işi ve madem festivalin adında caz var; hiç olmazsa önemli bir bölümü caz olmalı. Kabul edilebilir bir durum değil bu. Eleştirmek hakkımız ama bakıyorum da eleştirebileceğim bir şey dahi kalmamış. Caz yok!
Yavuz Baydar, Ali Sönmez, Sadettin Davran, Hakan Atala, Faruk Eczacıbaşı, Can Kozlu ve daha pek çok değerli isim Danışma Kurulu’ndaydı. Bu isimlerin hepsi cazı iyi bilen ve çok seven insanlardı ve festivalde yer alacak müzisyenleri süzgeçlerinden geçiriyorlardı. Bu yapı bozulunca iş çığırından çıktı.
Bütçe sorunlarını ya da diğer engelleri anlayabiliyorum ama şu zamanda sadece yeni müzik yok dünyada. Caz müziği bir Rolls Royce’dur, tipi fazla değişmez; kızılderili atı gibidir, ancak eyer koyup bineceksin yoksa atar seni üzerinden. İyi caz her yerde…
Özetle, bu sene festivalin için loş ve boş!
İstanbul Caz Festivali cazı tekrar öne çıkarmalıdır. IKSV yönetiminin kendisine gelen eleştirileri ciddiye alacağına ve önümüzdeki sene içinde caz olan bir program yapacağına inanmak istiyorum.
*
FERİT ODMAN/MÜZİSYEN
Sosyal medyada fikrimi net olarak belirtmiştim. Festivalin bu yılki programına baktığımda ben caz göremedim. Bir caz festivalinin temel işlevinin caz kültürünü sunmak ve yaygınlaştırmak olduğunu düşünüyorum.
Programda yer alan müzisyen ve grupların kendi stillerinde çok iyi müzik yaptığına eminim, ancak uluslarası bilinirliği olan tek bir caz müzisyeni göremedim. Bu festivalin adında caz olmasa sorun değil. Başka bir şemsiye ile bu ve benzer müziklerin gelmesinde tabii ki mahzur yok. Ama işte festivalin adında caz var ve dürbünle de baksak içinde caz yok. Zorlarsam müziğinde caz öğelerinin bir kısmını zaman zaman yansıtan bir iki isim var, hepsi o kadar. Sosyal medyada yazdığımı RT edenlerin büyük kısmı caz sever insanlar ve onlar da bu durumdan mutlu değil.
Bir müzisyen olmanın yanı sıra ben de bir seyirciyim, ben de seyrettiklerimden, dinlediklerimden besleniyorum. Swing varsa, armonik çeşitlilik varsa hele hele akustik çalgılar varsa caz da var. Gidip beslenebileceğim tek bir konser yok bu listede.
Kaldı ki 7-8-9 Temmuz’da North Sea Jazz Festival var. Oradaki isimlere bakınca hakikaten cazseverler için şölen niteliğinde. Tabii ki bütçe engelleri vardır ama hazır burnumuzun dibine gelmişler iken ve tarihler çakışıyorken orada sahneye çıkanlardan birini ya da bir kaçını getirmeyi nasıl düşünmemişler, hayret ediyorum. Hayatını caza adamış ve geçmişte bu festival sayesinde müthiş konserler izlemiş bir müzisyen olarak bu durum beni çok üzüyor.
*
İRFAN ALIŞ/MÜZİSYEN
Geçtiğimiz pazar akşamı Bova’da üç müzisyen dinledim. Dünya çapında müzik yaptıklarını düşünüyorum. İki türk ve bir yunandan oluşan bir gruptu. Onlardan biriyle konuştum; birilerinin arkasında çalmaktan bıktığını söyledi. ben de rastlantı sonucu dinlemiştim..
Festivaller bence bu gizli yetenekleri ve değerleri ortaya çıkarmaktan uzak. Daha çok popüler grupları katarak reyting kıskacına yenikmiş gibi bir hava veriyor. Caz başlığında olmayacak gruplar görüyoruz senelerdir.
Mesela ben Peyk grubunun solistiyim; şarkı formunda üretimler yapıyoruz. Caz ise sahnede doğaçlayarak yapılır. Bu açıdan bence yurt dışı ve içi cazcılarını biraraya getirebilmeli caz festivali. Bu program daha çok pop-rock ve pop-fusion diye adlandırabilir; ya da adlandırmakta bile zorlanacağımız bir festival. Ha, bunu da anlayabilirim ama bu programa bakınca bir caz festivali olmadığını net söylerim.
Ben olsam Bova ve Nardis’i bu işe katardım. Şehrin cazını ayakta tutan iki güzide mekan. Oralarda anket yapardım; gelenlere sorardım, kimi görmek istersiniz diye.
100 öneriden uygun olanlarının peşine düşerdim. Tabii ki, yerli/yabancı oranını iyi gözetirdim. Bunları kaydederdim, albümleştirirdim hatta… Bu, festivalin marka değerini arttırırdı. Burada çalmak onore edici bişey olurdu. Orada çalan bizim gibi gruplara gelen yepkileri de önlerdi bu iş. Sonuçta onlar da değerli müzisyenler, ama şarkı formu başka caz doğaçlama başka…
*
ASLI BÖLGEN/CAZSEVER
Bu yılki caz festivalinin katılımcı listesini okudum; sonra emin olmak için tekrar baktım, bu gerçekten İKSV’nin İstanbul Caz Festivali programı mı diye!
Türkiye’de kültür ve sanat alanında yıllardır öncülük yapmış İKSV’nin festival programlarını hazırlarken neyi baz aldığını anlamaya çalışıyorum. Alternatif folktan girilmiş, elektronik müzik, R&B soul, pop-noir ve çeşitli değişik janrlardan çıkılmış, aralara da az biraz caz kırıntıları eklenmiş.
Katılacak müzisyenlerin hiçbirinin, elbette, emeği, değeri yadsınamaz ancak ya İKSV 30 yıldır yaptığı festivalin adını değiştirmeli, ya da şapkayı önüne koyup düşünmeli… Son yıllarda ülkemizde daha küçük oluşumların lokal olarak düzenlediği caz festivalleri bile, üzerinde daha fazla düşünülmüş, daha fazla emek harcanmış gibi geliyor. Türkiye’de her biri alanında çok yetenekli caz müzisyenlerimizin yanında, dünyada da bu festivalde yer almak isteyecek sayısız caz müzisyeni olduğunu düşünüyorum. İskandinav ülkelerinden İsrail’e, Japonya’dan Doğu Avrupa’ya…Ve bu sanatçıları getirmenin bence bütçeden çok vizyonla, caz gündemini sıkı takip etmekle ilgisi var. İKSV umarım ben ve benim gibi caz severlerin yorumlarını dikkate alır da, seneye 31. yılında caza doyarız.
*
C. GÖRKEM YILMAZ/CAZSEVER
Açıkcası programın içinde caza dair pek bir şey bulamadım. 2002 yılından beri festivali takip eden bir caz sever olarak bilhassa son yıllarda festival içindeki ‘caz’ın dirhem dirhem azaldığını üzüntüyle takip ediyordum. 30. yıl programı ise ne yazık ki festivalin caz line-up açısından dibe vurduğu yıl oldu.
İstanbul Caz Festivali’nin geçmiş programlarını şöyle bir düşündüğümde, bu festivalde Miles Davis’ten Ornette Coleman’a kadar çok büyük ve önemli isimlerin yer aldığını anımsıyorum. O günlerden bugüne geldiğimiz noktada, ne yazık ki hayal kırıklığımı tarif etmek benim için zor. Temmuz ayının Avrupa’da caz festivali dönemi olduğunu cazı biraz takip eden herkes bilir ve bu dönemde çoğu band turnede olur. İstanbul Caz Festivali’nin de organizasyonu oluşturan 15 festivalden biri olduğu IJFO (International Jazz Festivals Organization) içinde yer alan diğer festivallerinin hazırlamış olduğu bazı festival programları ile İstanbul Caz Festivali’nin açıklanan programını mukayese edince aslında caz line-up bakımından festivalin ne kadar vahim durumda olduğu çok açık görülüyor.
Asıl sorunun güçlü sponsorları da olan festivalin hali hazırda Avrupa’da turnede olan caz müzisyenlerini festivale getirebilmesinden ya da getirememesinden ziyade, caz festivali direktörünün ve ekibinin caza olan veya olmayan ilgisinden kaynaklandığı düşünüyorum. Ezcümle caz festivali gibi bir caz festivali yapma kaygıları yok.
Festivalin nasıl olması gerektiği sorunuza gelirsek; öncelikle festival programına olan eleştirimin açıklanan isimlerden değil de açıklanmayan isimlerden dolayı olduğunu belirtmek isterim. Yani bu isimlerin festivalde olmasında hiçbir beis yok, ama bu festival şayet bir caz festivali ise, ben de bir caz sever olarak programda ‘gerçek caz grupları’ isterim. Ki ben cazın o geniş yelpazesi içinde avant-garde/ free jazz veya spiritual jazz gibi daha kıyıda köşede kalmış caz türlerini de çok fazla dinleyen biri olarak illa programda cazın her türüne de yer verilsin gibi bir şeyi kastetmiyorum burada. Ama ana akım dediğimiz caz (mainstream, hard-bop, post- bop) muhakkak olmalı. Festivalin merkezinde caz olduktan sonra soul, funk, r&b vs. gibi müzik türlerinin de programda olması festivali daha da zenginleştirir ve Avrupa’daki önemli caz festivalleri de line-up’larını bu şekilde hazırlarlar.
*
EREN KURU/CAZSEVER
Öncelikle tüm sanatçılara saygımı sunarak başlamak istiyorum. Hepsinin verdiği emek ölçülemez ancak “30. İstanbul Caz Festivali” adı altında yapılan orginizasyonda daha fazla caza emek ve gönül vermiş müzisyeni görmek ve dinlemek isterdik.
Selen Hanım ve Ferit Bey’in yorumlarına katılmak ile birlikte ABD ve Avrupa tarafında pek çok müzisyen ile anlaşılıp, festivale katılım sağlanabilirdi. Hatta 7-18 Temmuz tarih aralığında cazın dallarına göre günler bölünebilirdi. Gelen dinleyeciler cazı farklı ritim ve tonlarda dinler, yorumlayabilirdi. Ek olarak festivalin son güne “Jam Session” eklenip daha da enstrümanların ön planda olduğu saat dizayn edilebilirdi.
Son olarak, caz festivaline gelen birinin caz dinleyerek eve gitmesini isteriz. Eğer caz ritmini dinlemeyip, onu hissetmeyecekse adına ‘caz festivali’ demenin anlamı kalmıyor.
*
FATİH KAPILAR/CAZSEVER
Hangi Caz? Konu İKSV olunca caz konusunda derin şüphelerim var. Festivale geçmeden bir adım öncesinden başlayayım.
İKSV’nin performans mekanı Salon var; şehirdeki her etkinlik takipçisi bilir. Hem tarihi yapısı, hem bulunduğu lokasyon vb. nedenler ile çok naif, sıcak bir ortama sahip, harika bir mekan. Bugüne kadar Branford Marsalis’ten tutun Anouar Brahem’e, yerli caz müzisyenlerimize kadar aklımıza bir çırpıda gelemeyecek onlarca ‘büyük’ isme yer verdi programlarında. Bir kaç sene evveline kadar… Sonra ne oldu bilmiyorum; Salon’da caz bıçak gibi kesildi. Tamamen yeni nesil alternatif işlere, türlere yöneldiler.
Festival tarafında ise yıllardır zaten baş aşağı bir gidiş olduğu açık. Programda headline olarak kalın puntolarla yazılmış isimleri görünce dönüp tekrar baktım; farklı bir festival içeriğine mi bakıyorum diye. Klasik, bildiğimiz cazdan başka ne ararsanız var. Folk, elektronik, soul pop…
Bu isimler, İstanbul gibi çok spesifik, tarihi, başka şehirlerin adını verdiği veya ev sahipliği yaptığı caz festivallerinde (bırakın liste başı olmayı) yer almışlar mıdır bilmiyorum!
Yukarıda bahsettiğim Salon IKSV anlayışının festival olarak programlanmış hali…
Kaldı ki seçilen mekanlar da artık festivalin ve şehrin ruhunu yansıtan alışageldiğimiz mekanlardan çok farklı. Parklarda paket programlara dönüşmüş içerik.
Diğer takıldığım bir nokta; malum ekonomik şartlardan, döviz kurlarından dolayı organizasyon zor diyen bir kesim de var. Tamam ama CRR programına bakıyorum. Sezonun ilk yarısında Kenny Garrett, Dominic Miller, Mark Guiliana gibi isimler vardı; deprem nedeniyle başlanamayan ikinci kısım da ise (resmi olarak açıklamadılar ama sanatçı sayfalarından ulaşabildiğim kadarı ile) Brad Mehldau, Kenny Barron Trio, Lars Danielsson gibi markalar var (veya vardı). Müthiş!
Peki, ülkenin kültür iklimine katkı amaçlı bir vakfın düzenlediği caz festival nasıl olmalı?
Emsalleri ile karşılaştırılıp nasıl içerikler yaratılmış incelenebilir ama buna bile gerek yok. Festivalin kendi arşivi nereden nereye gelindiğini açık bir şekilde ortaya koyuyor.
Evet festival bir kültür renkliliği içerebilir ama burada başlık ‘caz’. Alt başlıkları çeşitlendirebilirsiniz.
Ama elimizde ana başlığa ait içerik olmadığı gibi hep yan dal var. Gişe endişesi midir bilmiyorum, hep vokal var .
*
TAŞDEMİR AŞAN/CAZSEVER
Vakıf kültüründen doğan ve beslenen bir festival, İstanbul Caz Festivali… İKSV, yıllardır kültür ve sanatın lokomotifi olmuş bir kurum. Kurulduğundan bu yana, kâr amacı gütmeden üstlendiği bir misyonu ve vizyonu olan bir oluşum. Kültür ve sanatı hep daha yukarılara taşımak için çaba harcamıştır. İmza attığı proje, etkinlik ve festivaller bunun göstergesi oldu hep…
Festivalin 30. yılını ben çok önemsiyordum, yabana atılacak bir emek ve başarı değil Türkiye’de bir caz festivalini 30. yılına taşımak. Bu yıl önemliydi ve bu öneme ve de en önemlisi “Caz Festivali” vurgusuna yakışacak bir program beklerdim. Beni üzen bu oldu. Caz festivalini popüler kültürün yavanlığına teslim etmemek gerekir. Ülkemizin en köklü kültür sanat organizasyonlarına imza atmış bir İKSV misyonuna yaraşır, İstanbul Caz Festivalinin 30. yılına yakışacak, uzun yıllar hayranlıkla anlatılacak bir 30. yıl şöleni olmalıydı bu yıl…
Çoğu kez dillendirilen, benim de duyduğum ‘bilet satılmaz’ vurgusu ve kaygısı bana göre inandırıcı değil. Caz konserlerine rezervasyon yaptırabilmek için AKM önünde bir gün önceden kuyruklarda beklenilen festivaller yaşadık. Salonlar, açık hava tıklım tıklım olurdu.
İstanbul Caz Festivalinin bir müdavimi olarak üzülüyorum festivalin geldiği noktaya… Halbuki, daha İstanbul Caz Festivali doğmamışken İKSV, müzikseverlere, bir çok caz konseri izletmişti İstanbul Festivali adı altında… Nasıl bir anlayış değişikliği olduysa, son yıllarda İstanbul Caz Festivali’nin caz temeli gittikçe zayıfladı. İstanbul Müzik Festivali programındaki özeni ne yazık ki İstanbul Caz Festivali programlarında ben göremiyorum.
İstanbul Caz Festivali organizasyonunun bu tutumu, caz müziğini sevenleri festivalden gün be gün uzaklaştırıyor; belki bu yalnızca benim gözlemim de olabilir. Böyle böyle bitirilecek güzelim İstanbul Caz Festivali, diye endişeleniyorum.
Önümüzdeki yıllarda bu mevcut anlayış değişsin ve festival eski görkemli günlerine, programlarına kavuşsun, diye umuyorum, bekliyorum.
*
HARUN İZER/FESTİVAL DİREKTÖRÜ
İstanbul Caz Festivali bu yıl 30.kez düzenleniyor ve programımızda her zaman olduğu gibi caz ve cazla etkileşime girmiş, cazın yaratıcı kardeşleri saydığımız farklı türlerde, çok çeşitli zevklere hitap eden konserler var. Seyircilerimizin festivalimize olan ilgisi ve verdiği değer bizler için oldukça sevindirici. Öncelikle bu açıdan, yazan, görüşlerini bildiren herkese teşekkür ederiz. Gelen bütün yorumları okuyor, değerlendiriyor, ilerisi için dikkate alıyoruz. Ve tabii bütün müzikseverleri hem yeni isimleri keşfetmek hem de sevdikleri isimlerle buluşmak için bu yaz 30. İstanbul Caz Festivali’ne bekliyoruz.
*
Bu dosya yayına girdikten sonra elimize ulaşan görüşleri ekliyoruz.
*
ÇAĞLAYAN YILDIZ/MÜZİSYEN
Aslında İstanbul Caz Festivali, sadece isminde yer alan ‘caz’ kelimesini değiştirerek tüm bu eleştirilerden kurtulabilir. İstanbul Bşi Festivali örneğin. Böylece kimse bu yapı içinde caz arayışına girmez; programa bakar ve “bşi varmış gerçekten, bana uyar/uymaz” der, geçer gider.
*
ORHAN TEKELİOĞLU/AKADEMİSYEN
Kısaca cevaplayacak olursam: mesele “caz” ise, herhalde bugüne değin hazırlanmış en zayıf program olabilir. Tabii ki, neden böyle olduğuna dair festival yöneticileri tarafından birçok gerekçe söylenebilir, artan döviz kuru ve çok pahalı olabilecek bilet fiyatlarından, Türkiye’ye gelme konusunda isteksiz star caz müzisyenlerden, Türkiye’deki siyasal türbülans ve olası etkilerinden söz edilebilir. Yine de netice ortada, çok zorlayarak belki bir tür “world music” festivali havasında, “geleneksel” ya da “yeni” cazdan hiçbir esinti taşımayan, tuhaf, ortaya karışık ve ne yazık ki “lezzetsiz” bir mönü.
Daha önceki yıllarda, bazıları caza “komşu”, bazılarıysa tamamen “yabancı” müziklerden gelen global popstarları bir nebze de olsa anlayabiliyor, o konserlerden gelen gelirin programdaki “caz” içeriğine destek olduğunu düşünerek sineye çekebiliyorduk; ama bu kez, gerçekten Türkiye’de sevilen, kabul gören caza dair hiçbir içerik bulunmuyor. Belki anakronik (dış dünya ile aynı zaman diliminde olmayan anlamında kullanıyorum) bir hakikat ama bu ülkedeki özellikle festivale para ayırabilen caz dinleyici daha eski uslu, daha klasik cazı seviyor. Şahsen ben bu gruba dahil olmasam da durum özetle bu.
Bu programdaki en büyük risk, şu anki programda yer alan isimlerle yapılacak konserlerin dinleyici bulamama ihtimalidir, bu hususta yanıldığımı umuyorum.
Göze çarpan bir diğer “boşluk” yerel ve tanınmış caz müzisyenlerinin (Okay Temiz hariç) programda yer almaması ki burada, festival yönetimi tarafından bir değerlendirme ve bir tercihin yapıldığını düşünüyor ve çok yanlış bulduğumu belirtmek istiyorum. Başta saydığım koşulların (ekonomik kriz vs.) yarattığı zafiyet, Türkiye’deki yerel müzisyenleri programa eklenerek bir fırsata dönüştürülebilirdi. Herhalde ve umarım ki festivalin isminde yeralan “uluslararası” ile sadece dışardan gelecek olan müzisyenler kastedilmiyordur. Son olarak, festivalin 30. Yılı, müzik konserler bir yana, bu konuda neler yapıldığı (ya da yapılmadığı) anlaşılmıyor. Bir kurumun otuzuncu yılı öyle geçiştirilecek bir şeyse, o kurumun kendi tarihine kayıtsız kaldığını söylemek, sanmam ki, yanlış bir değerlendirme olsun.