Cléo de 5 à 7 (Beşten Yediye Cléo) (Agnès Varda 1961)
Hayatın Aksayan Ritmi Bizi Dürter
Beden ve dünya birbirinden kopuk değildir. Beden algılayan bir şeydir. Aynı zamanda hem öznedir hem de nesnedir. Dünyada bulunduğumuz ve yaşayan, nefes alan bir bedene sahip olduğumuz için çevremize bakışımıza göre özne, çevremizin bize bakışına göre nesne haline gelebiliriz. Ya da bir şekilde başkalarını nesneleştiririz. Bir arada olmak böyle bir şey. Birbirimize dahil olarak yaşamın tanığı ve katılımcısı haline geliyoruz. Hikâyemizi anlamlandırmak ya da kendi varlığımıza ikna olabilmek için; başka bir gözün bize bakması, başka başka seslerin kulaklarımızda çınlaması ve yabancı bir tenin bedenimize değmesi gerekir. Yaşamımızı bir anlama teslim etmek için buna ihtiyacımız var gibidir. Yanlış giden şeyler olacaktır mutlaka. Başka türlü yaşamak gayesi kalmaz elimizde. Er ya da geç işler ters gider. Gitmeli de. Hayatın aksayan ritmi dürter bizi.

Bir tür endişe hali olmadan yaşamak, kaybedecek ya da elde edecek bir şeyimizin kalmaması; eninde sonunda sonlanacak hayatımızı bir an önce bitirme isteği uyandırır. Yitirmek korkusu, endişesi ve bizim onlarla savaşma şeklimiz hayattaki yerimizi belirleyen unsurdur. Ama bu korkuların boyunduruğu altında olmamak en güzeli. Kendimizi dize getirebilmeli. Korku hapseder. Korkuyla ancak kendine düşman yaratabilirsin. Korkuyla hem içinde hem de dışında savaşlar çıkarabilirsin. Bunu hayatta kimse engelleyemez. Kendin dışında. Eğer sen kendini engellemezsen diğer şeylerin önemi kalmaz. Sen kendini engellersen yolunun üzerinde her şey canavarlaşır. Böyle durumlarda korkularımızdan arınmak için inanmadığımız şeylerin altında bir sığınak aramaktan gocunmayız. Bir farkındalığın yolunu bulup, sadece ‘gözlenen’ ya da ‘gözleyen’ olmaktan çıkıp her ikisinin de içinde olmalıyız. Anlam böylelikle gelir bulur bizi. Bütün hikayeleri basitçe algılayabildiğimiz, hep bir başka mananın peşinde koşmadığımız, altta gizlenen bir mesaj için kazı yapmadığımız zaman kendinizi görünenin basitliğine bırakmak mümkün olabilir.
Kaderimizi Tayin Edebilir Miyiz?
Filmin ana karakteri Cléo, genç ve güzel bir şarkıcıdır. 60‘lı yıllarda, her zaman olduğu gibi kolektif korkular hakimdi. En yaygın olanı kanserdi. Kanser hastalığına yakalanıp yakalanmadığını öğreneceği gün, test sonuçlarını beklediği sürenin içinde tanırız Cléo’yu. Cléo için zaman; çok hızlıdır, çok yavaştır, çok geniştir, çok dardır. Bu bekleyiş Cléo’yu başka birine dönüştürecektir. Kaderimizi tayin edebilir miyiz? Kaderden kaçmak ya da yaşadıklarımızı bir mananın içinde görmek için inanmadığımız şeylere başvururuz. İnanmış gibi yapmanın konforuna sığınırız. Cléo da böyle yapar. Filmin açılış sahnesinde gittiği tarot falcısında seçtiği kartlardan sonra falcı “Bir kavga görüyorum gelecekte.” der. Cléo, test sonuçlarını beklerken çıktığı sokaklarda, karşılaştığı bakışlar ve sahneler aracılığıyla bir arzu nesnesinden arzulayan özneye dönüşür. Madam Cléo, puantiyeli elbisesiyle sokakları arşınlayarak şehirde iz bırakmaya çalışır. Sıklıkla kullanılan öznel kamera kullanımı üzerinden insanların karakterimize bakışlarını izleriz. Birinci tekil bakış açısı, kamera kullanımı dışarıdaki insanların Cléo’ya nasıl baktığına ve onu nasıl bir arzu nesnesi haline getirdiğine dair ipucu verir. Kadının yalnızca bakılmak için orada olduğu algısı oluşur. Cléo da sıklıkla kendini izler. Yansımalardan, seslerin içinden ve bakışların arasından kendine bakar. Kendi görüntüsünü izlerken ölüm düşüncesinden kaçmaya çalışır. Cléo: “Çirkinlik bir tür ölüm gibi. Güzel olduğum sürece başkalarından daha canlıyım.“ diyerek göremediği korkularından arınmaya çalışır.

Başkalarının Gözü Tarafından Şekillenen Hayatlar Kırılgandır
Agnès Varda, Cléo’dan bahsederken onun “çıplak olmayan bir karakter” olduğunu söyler. Bunu açıklarken çıplaklığın onun için gardını indirebilmeyi, başkalarının karşısına savunmasız çıkabilmeyi temsil ettiğini anlatır. Bir şarkı provası sırasında hayatında ona dönen bakışların farkına varır Cléo. Kendini sokağa atar. Onu bir kalıba sokan her şeyden uzaklaşmaya çalışır. Aynalardan, evlerden, yaşam alanlarından… Varda’nın kendi yorumuyla ‘bakılan nesne’ olmaktan ‘bakan özne’ olmaya adım atar. Cléo ‘bakılan nesne’ değil ‘bakan özne’ olmaya başladığında geçirdiği dönüşümle birlikte çıplaklığa da adım atar. Bakmayı öğrendikçe, başkasını merak etmekle birlikte, başkasına da kendini açmayı öğrenir. Sokaklarda, kafelerde sesler çoğalır. Yüzler geçişir önünden, artık farkına varır. İnsanlar ona bir arzu nesnesi olarak bakmaktadır. Sıyırmaya başlar kendini o bakışlardan. Ölüm korkusunun da şokunu yaşayan Cléo, başkalarının gözü tarafından şekillenen hayatının ne kadar sahte ve kırılgan olduğunu fark eder.
Bir Şarkı Bekleyiş Haliyle Süzülür İçimize Mıhlanır
Cléo, test sonuçlarını beklerken Paris’in sokaklarında dolanır. Ona bu endişeli bekleyişinde biz de eşlik ederiz. Bu eşlik sırasında bir şarkı duyarız ondan. Corinne Marchand tarafından seslendirilen Sans Toi (Sensiz) şarkısı; Cléo’ nun söylediği şarkı, ona yitirmek üzere olduğu sesi hatırlatırken, bekleyişinin ifadesi olarak sesinden süzülür ve biz izleyenlerin içine mıhlanır. Sözlerini buraya bırakmak isterim:
"Bütün kapılar ardına kadar açık Rüzgar direkt ieçride esiyor Bomboş bir evde yaşıyorum Sensiz, Sensiz Denizle çevrili Issız bir ada gibi Kumlarım beni terk ediyor Sensiz, Sensiz Görülmemiş güzellikleri Acımasız kışa bırakıyorum Ruhum hayal edemiyor Sensiz, Sensiz Çaresizlik içinde sürünüyorum Tabut sehpasında Vücudum çürüyor Sensiz, Sensiz Eğer bu kadar uzun beklersen Çoktan ölmüş olurum Kül gibi, solgun ve yalnız Sensiz, Sensiz…"
Zaman akar gider. Mutluysak farklı akan, endişeliysek farklı akan, birini bekliyorsak farklı, eğleniyorsak farklı, yaşlandığımızda farklı akan zaman. Zamanın hızını ve akışını içinde bulunduğumuz durumlar belirler. Bir de öznel zamanımızın dışında kendi döngüsünü takip eden ve ne olursa olsun kendi hızında akıp giden nesnel zaman vardır. Zaman kavramları arasında, içinden çıkamadığımız her zorunluluk bizim hastalığımız oluyor. O yüzden bazıları biricikliğini yitiriyor. Bizim dışımızda olan hayatla bağımızı koparmadan kendi sığınak noktamızı iyi belirlemek gerekir. Kendimize yüzlerden, sokaklardan, seslerden, kokulardan, savrulan düşüncelerden, titreyen hislerden bir sığınak yapmalıyız. Bakmayı da, bakılmayı da iyi bilmeliyiz. Belki o zaman yaşamımız anlamlı bir cümlenin içinden geçer.