Cennetin Anahtarı: Chris Potter (Edition 2023)
Mirasçıları tarafından kullanım hakkının geri alındığı 2018 yılına kadar adını Thelonious Monk’tan alan, şimdi ise Herbie Hancock adına düzenlenmekte olan yarışmada, 1991 yılında, Joshua Redman ve Eric Alexander’ın ardından aldığı üçüncülük ödülünden bugüne, eşine az rastlanan bir üretkenlik ve tutarlılıkla inşa ettiği müzikal üretimiyle, endüstrinin, yazarların ve cazseverlerin takdirini kazanmış olan Chris Potter, dördüncü canlı kaydıyla karşımızda.
Got the Keys to the Kingdom, Potter’ın, sesleri, olanca görkemiyle uzama sermeye başladığı andan, son notanın peşi sıra yükselen alkışlara kadar geçen 61 dakika boyunca dinleyicisinin sahneden kopmasına olanak tanımayan nitelikte bir albüm.
Chris Potter, Village Vanguard’ın gediklisi. 15 yıl boyunca üyesi olduğu Paul Motian grubununkileri hariç tutarsak, bu büyülü sahnede kaydedilmiş 2 albüm yayınlamıştı.
2022 Şubat ayında kaydedilmiş Got the Keys to the Kingdom öncekiler gibi quartet formunda. Lift: Live at the Village Vanguard (Sunnyside, 2004) albümünde yer alan basçı Scott Colley ve Follow the Red Line (Sunnyside, 2007) kadrosundan piyanist Craig Taborn‘un yanı sıra, davulda, son yıllarda liderin ekiplerinde sıklıkla çalan Marcus Gilmore yer alıyor.
Dörtlü tümüyle cover parçaları yorumluyor. ECM döneminde ve Edition’dan yayınlanan albümlerin -neredeyse- tümüyle kendi bestelerinden oluştuğunu düşünürsek, bu, Potter için alışılmadık bir durum. Bir kaç hafta önce, internetten de canlı yayınlanan Porgy & Bess konserinde çoğunlukla albümdeki parçaları yorumladığını düşünürsek, parça listesini, bilinçli bir tercih sonucu oluşturduğunu varsayabiliriz.
Şöyle ki; fazla dillendirilmese de, milenyum sonrası cazda bir çeşit repertuvar krizi baş göstermişti. İyi eğitimli, ilerici fikirlerle donanmış ve evrimleşmezse cazın gerileyeceği inancına sahip müzisyenler, popüler formları caza eklemleme çabasına ağırlık vermeye ve standartlardan uzaklaşarak kendi bestelerini yorumlamaya yöneldiler. Rekabetin çoğaldığı ve caz yaparak hayatlarını sürdürmenin zorlaştığı bir dönemde, başkalarının bestelerine ödenecek telif ücretini bulmanın zorluğu da eklenince -gelenekselciler bir kenara- modern ana akım müzisyenleri repertuvarlarını kendi ya da birlikte çalıştıkları müzisyenlerin bestelerinden oluşturmaya ve kurguladıkları altyapı üzerinde kendilerini özgürce ifade etmenin keyfini sürmeye başladılar. Bu yönelim, caz müzisyenlerinin sadece birer icracı değil aynı zamanda yetkin birer besteci olduklarını da ortaya koyan ve sonuçta, cazın tıpkı Avrupa Klasik Müziği gibi ‘ciddi’ bir müzik türü olduğunun kabul edilmeye başlandığı yeni bir dönemin de ateşleyicisi oldu.
Diyalektiğin kötü tarafı, kusurlu dünyayı kusursuz şekilde tanımlayabilmesinde…
Kanaatimce süreç, icra yeteneğinin ve müziğin kurallarına hakim olmanın ‘iyi’ beste yapmaya yetmediğinin ortaya çıkması ile devam ediyor. Dinleyici kitlesi -ezici çoğunlukla- sadece soloların değil bestenin yazılı bölümünün de kulak okşayıcı olması gerektiği düşüncesinde. Bir anlamda dinleyici, sadece düşünmenin ya da hissetmenin değil insiyaki şekilde eğlenmenin ve keyif almanın peşinde. Bugünün üretimine baktığımızda, özgün caz bestelerinin çok azının dinleyici arzusunu karşılayabildiği hükmüne varmamak elde değil.
Özetle, çağdaş ana akım cazda akıl/duygu dengesi bozulmuş durumda.
Albüme geri dönersem, Chris Potter’ın, konser repertuvarını, bu açmazın farkında olarak oluşturduğu düşüncesindeyim. Nitekim, kendi eserlerini yorumladığı ECM ve Edition döneminin, önceki albümlerine göre yavan olduğu; ortaya koyduğu şaşırtıcı fikir zenginliğinin bir noktadan sonra dinleyiciyi boğduğu ve müziğinin ‘teknokrat’ bir havaya büründüğü kanaatine sadece benim sahip olduğumu sanmıyorum.
Albüm, daha önce hiç bir caz müzisyeninin dokunmadığı bir blues klasiği ile açılıyor. Zamanında soul yıldızı Sam Cooke tarafından da icra edilmiş olan You Gotta Move daha ziyade The Rolling Stones’un muhteşem albümü Sticky Fingers’daki haliyle biliniyor.
Potter’ın kendinden emin solo hitabeti ile açılıp da Colley’nin otoriter ritmi, Taborn’un tabakalar halinde serdiği akorları, Gilmore’ın hararetli vuruşları katılınca, You Gotta Move muazzam bir enerjinin saçıldığı, -Sonny Rollins’in sergilediği türden- tavırlı ve deyim yerindeyse seyirciyi afallatan bir icraya dönüşüyor. Melodinin ve onu çerçeveleyen armonik yapının etkileyici sadeliği icra boyunca dinleyiciyi yalnız bırakmıyorsa da dörtlünün sergilediği bireysel ve kolektif yetkinlik dinleyiciye tarifsiz bir doygunluk sunuyor. Rock cazın içine girecekse, böyle girmeli!
Yazıyı (daha) fazla uzatmamak ve herkesi kendi keşifleriyle başbaşa bırakmak için kişisel analizlerimi es geçiyorum; kısaca bahsetmekle yetineyim. Büyük besteci Heitor Villa-Lobos imzalı Nozani Na, Antônio Carlos Jobim‘in balad şaheseri Olha Maria, Charlie Parker‘ın az ziyaret edilen bebop orijinali Klactoveedsestene ve albüme adını veren gospel/blues klasiği Got the Keys to the Kingdom, yaratıcı repertuvarın biri diğerine benzemez ve Village Vanguard’ı olduğu gibi dinleyeceğiniz uzayı da görkemli şekilde dolduracak genişlikte bir ses paleti ile yorumlanan parçaları.
Yazılarımı takip edenlerin bilebileceği üzere, Blood Count kayıtsız kalamadığım favori standartlarımdan. Bestenin farklı yorumlarından Charles Lloyd’un Trios/Chapel yazısında bahsetmiştim. Chris Potter, bestenin barındırdığı kederi ve kabullenememe halini etkileyici bir üslupla seslendiriyor; ne denli büyük bir anlatım ustası olduğunu kanıtlıyor.
Bende bıraktığı etkiyi, umarım, yeterli şekilde aktarabilmişimdir; Got the Keys to the Kingdom, alelade bir canlı kayıt değil. Kulübün sonik sunumunu doğru şekilde yansıtan kaydı, müzisyenlerin yetkinlikleri, grup uyumu, bireysel üslupların sergilenmesi ve repertuvar seçimi ile Chris Potter’ın başyapıtlarından biri olarak adlandırılmaya aday bir albüm.
Bir kere dinlemek kafi gelmeyebilir; son alkışlardan sonra albümü başından sonuna bir kez daha dinleme isteği yaratabilir; karşı koymadan teslim olun ve bir cazseverin bu dünyadaki cenneti niteliğindeki Village Vanguard’da kaydedilmiş bu muhteşem konserin odanıza ışınlanmasına izin verin.
Got the Keys to the Kingdom, cazın kulüpte dinlenmesi gerektiği olgusunu bize hatırlatan bir albüm.
Cennetin anahtarını bilmem ama Village Vanguard’ın yedek anahtarını Chris Potter’a verme zamanı gelmiş mi, ne dersiniz?