Akbank Caz Festivali

Trios/Chapel: Charles Lloyd

Peşinen söyleyeyim; bu albümü dinlemeye karar vermek için yazıyı okumanıza gerek yok. Hatta başka kaynaklardaki yazıları da okumanız gerekli değil. Hasbelkader şu ana kadar haberdar olmadıysanız bu yazı vesilesiyle öğrendiniz. Eşsiz benzersiz müzisyen Charles Lloyd‘un yeni albümü belli başlı tüm müzik platformlarında yerini aldı.

Cazsever iseniz, hangi cazdan hoşlandığınızdan bağımsız, görür görmez dinlemeye başlamanız gerek. Neden mi bu iddia? Bu albümü dinlemeyecekseniz caz sizin için bir tutku değildir de ondan. Yazının sonunda bu iddiayı temellendirmeye çalışacağım ama okumaya devam edenler için aşağıya Youtube linkini bırakıyorum; tıklayın ve kendinizi Blood Count’a teslim edin. Sonra devam edelim.

Biliyorum, tarifsiz bir kederin varlığını duyumsuyorsunuz. Haklısınız, çünkü az sonra öleceğini bilen bir insanın kaleminden çıkmış son parçayı dinliyorsunuz. Arkasında bıraktığı 52 yıllık ömrü müziğe adamış, son 30 yılını ‘ruh ikizim’ diye tarif ettiği Duke Ellington‘la birlikte geçirmiş ve caz tarihinin en güzel, en edebi öykülerinden büyük kısmına imzasını atmış insanın yazdığı son besteyi… Hani, Duke Ellington’ın “o benim sağ kolumdu, sol kolumdu; başımın arkasındaki gözlerimdi; zihnimin dalgalarını içinde barındıran başın sahibiydi, başımın içinde zihninin dalgalarını barındırdığımdı.” diye tarif ettiği ortağı Billy Strayhorn‘un zihninden bize miras kalan son notalar…

Ölümünün hemen ardından, 1967’de Duke Ellington’ın kaydettiği …And His Mother Called Him Bill albümünde yer almıştı Blood Count. Johnny Hodges‘ın altosundaki keder, gözyaşlarına boğacak denli canını acıtıyordu insanın.

İlginçtir, çok yorumlanan bir beste olmadı.

Söylenenin mükemmelliğinden midir, söyleneceklerin anlamsızlığından mıdır, söylenecek yeni bir şey bulunamadığından mıdır bilinmez, uzun süre yorumlayan çıkmadı. Ta ki, Stan Getz el atıncaya kadar. 1982 tarihli Pure Getz albümündeki yorum caz tarihinin doruk noktalarından biri olarak zamana karıştı. Hodges, 30 yıllık dostunun arkasından kederini dile getiriyordu ama Getz’in yorumu düpedüz bir isyandı; saksofonu, Jim McNeely‘nin olağanüstü eşliğinin önünde kızgınlıkla haykırıyordu. Getz konserlerinde Blood Count çalmaya devam etti. Kopenhag’ın ünlü kulübü Montmartre’da verdiği 1987 tarihli konserdeki Blood Count yorumu ise galiba bestenin kaydedilmiş en müthiş, en ürkütücü icralarından biri olarak tarihe geçti. Anniversary adıyla yayınlanan bu konser Kenny Barron‘ın bir piyano dahisi olduğunun da ilanıydı.

Tuhaf ve acı bir tecellidir, Blood Count’u bu derece müthiş yorumlayan Getz de tıpkı Strayhorn gibi ömrünün son bir kaç ayını hastanede kan sayımlarıyla geçirdi ve onun gibi kansere bağlı komplikasyonlardan ötürü hayata gözlerini yumdu.

Joe Henderson, Strayhorn şarkı kitabını ele aldığı Lush Life (2004) albümünde Blood Count yorumladı. Tabii ki iyi bir yorumdu, kötü diyen çarpılır; ama Getz’in saksofonundaki ifade öylesine zihnime mıhlanmıştı ki, aynı tatmini alamadım.

24 Haziran’da piyasaya sürülen Trios/Chapel canlı kaydedilmiş; ustanın devamını yine bu yıl yayınlayacağı Trios üçlemesinin ilk bölümü. Charles Lloyd & the Marvels grubunun da üyesi olan gitarist Bill Frisell, ustanın 2016’dan bu yana yayınladığı albümlerin, biri hariç tamamında yer almıştı. Daha önce Lloyd kayıtlarında yer almamış olan basçı Thomas Morgan, öte yandan, 2016’dan bu yana Frisell ile birlikte 4 albümde bas çaldı. Dolayısıyla Chapel üçlüsü kompozisyonel açıdan mükemmel.

Albüm Blood Count ile açılıyor. Ustanın besteyi ilk ele alışı değil; Lift Every Voice (2002) albümündeki versiyon belleğime başarılı bir yorum olarak kaydolmuş. Ancak söylemeliyim ki Trios/Chapel, bestenin öyküsünü bilen dinleyiciyi allak bullak edecek düzeyde bir icra sunuyor. Ne Hodges’ın yası, ne Getz’in inkarı; Lloyd besteyi bambaşka şekilde, vakarla ve teslimiyet duygusuyla icra etmiş. Olacak olanı kabullenen bir insanın yorumu adeta.

Lloyd’un, gitarist Gabor Zsabo ile ortaklığının ürünü, 1965 tarihli “Of Course, Of Course” albümünde de yer almış The Song My Lady Sings ile birlikte bir kez daha anlıyoruz ki, Frisell’ın çalışındaki karakteristik öğeler, her ne sıfatla olursa olsun, üyesi olduğu grupların tınısının belirleyicisi oluyor. Thomas Morgan’ın şarkı söyler akıcılıktaki solosunun ardından, Lloyd’un olanca yaşına rağmen ifade gücünde hiç bir azalma olmadığını kanıtlayan şiirsel çalışı ile, kelimenin hakiki anlamıyla, güzel bir icra.

Lloyd’un geçen sene yayınlanan Tone Poem albümünde The Marvels tarafından enfes şekilde icra edilmiş olan Ay Amor‘un bestesi Kübalı şarkıcı ve piyanist Ignacio Jacinto Villa Fernández’e ait. Aşkın şarkıya tercüme edilmiş hali diye nitelenebilecek bu beste, nezaketle, letafetle yorumlanmış. Kaydın tamamında olduğu üzere Frisell/Morgan uyumu telepatik düzeyde.

Lloyd’un flüt ustalığını sergilediği Beyond Darkness ve albümü kapatan Dorotea’s Studio albümün tonal bütünlüğünü, dinleyiciyi bir anda içine alan atmosferini pekiştiriyor.

Tek tek ele alındığında ya da dinlenildiğinde insana eksiksiz doygunluk veren icralar arka arkaya sinematik nitelikte bir bütünün parçasını oluşturuyorlar. Öyle ki, Lloyd albümlerinin çoğunda olduğu üzere, Trios/Chapel de dinleyicisini aktüel gerçekliğinden koparıp kendi dünyasının içine çekmekte zorlanmıyor.

Charles Lloyd Chapel Trio

Yazının başındaki iddiaya geri dönelim.

Charles Lloyd, kariyerinin son deminde sans-critic bir mertebeye erişti. Tıpkı Miles Davis ya da Bob Dylan gibi estetik anlayışının dışına çıkmak zorunda kalmadan, müzik dünyasındaki algısını kanıtlama ihtiyacı hissetmeden, hesap vermeden üretiyor. Kendisinin arzusu dışında verilen derviş ya da bilge sıfatı, müzikal üretiminin sürekliliği ve tutarlılığı ile bir arada düşünüldüğünde, Lloyd, dinleyici kitlesinin olduğu gibi, dünyanın en yetenekli ve yaratıcı müzisyenlerinin de odağında yer alıyor. Caz aleminde çok az müzisyene nasip olacak şekilde, çok genç yaşta, zamanının en büyük rock yıldızlarıyla aynı sahneyi paylaştığı, hatta Miles Davis’in rock müzik ile flörtünün öncüllüğünü yaptığı dönemi, 10 yıl sürecek olan bir inziva ile sonlanmıştı. Bu arınma süreci, sadece kişiliğini ve yaşama bakışını değil müzikal vizyonunu da derinden etkilemiş olmalı ki, ne istediğini bilen bir müzisyen olarak geri döndüğü 80’lerin başında, dinleyiciden ve sektörden, büyük bir teveccüh gördü.

Son 40 yılında sergilediği müzikal bakışının ECM ile çalıştığı uzun dönemde billurlaştığı kesin. Bu bakışı, tone poem olarak tanımlamak, şiirsel bir dille öykü anlatma sanatı olarak tariflemek, sanırım, yanlış olmayacaktır. Acelesi olmayan, sanki swing etmekten kaçınan, en az sözle en çok duyguyu aktarmayı hedefleyen, grup uyumunu ve iletişimini cömertçe sergilemeye imkan veren, birlikte çalıştığı genç yeteneklere kendilerini ifade etmeye imkan verecek şekilde verimli alan açan, sessizliği müziğin organik parçası olarak algılayan ama tüm bu sükunete rağmen dinleyicisinin kendi içine gömülüp sahneden kopmasına olanak tanımayacak denli dışavurumcu bir müzikal ifade tarzı…

Lloyd’un ECM’den ayrılıp Blue Note’a geçişi ile birlikte girdiği dönem, ne kadar yürüdüğü yolu değiştirmemiş olsa da, yürüyüşünde belirgin bir fark yaratmışa benziyor.

Bu dönemin öne çıkan albümlerinde çok net bir Amerikana tınısı var. Bu tını, hissiyatın ötesinde müziğin ana karakterini belirleyecek ölçüde baskın. Bunun nedeni aşikar; Marvels’de slide gitar virtüözü Greg Leisz‘in ve daha önemlisi gitarist Bill Frisell’ın yarattığı atmosfer.

Uzun lafın kısası, 83 yaşına rağmen şaşırtıcı derecede zinde çalan, hala, kendini yenileyebilme kudretine ve yeteneğine sahip, olağan dışı, olağan üstü bir müzisyen Charles Lloyd. Başta dediğim gibi, her yeni Charles Lloyd albümü, düşünmeye, okumaya gerek duymaksızın, denk gelindiği yerde dinlenmesi gerekenlerin başında geliyor.

Trios üçlemesinden çıkacak iki albüm daha var. İkinci bölümde piyanist Gerald Clayton ve gitarist Anthony Wilson yer alıyor. Üçüncü bölümün üçlüsü ise gitarda Julian Lage ve tabla üstadı Zakir Hussain‘den oluşuyor. Hussain ve Lloyd arasındaki lekesiz uyumu, malumunuz, Sangam albümünde işitmek mümkün. Anthony Wilson ismi yukarda saydığımız müzisyenler kadar popüler olmayabilir ancak Clayton’ın da piyanoda yer aldığı son albümü Songs and Photographs 2019’un en iyi albümleri arasındaydı ve Wilson’ın gitardaki ustalığı da tartışılmaz seviyede. Lage ve Clayton, Lloyd’un yakın dönemde birlikte çalıştığı isimler. Her ikisinin de kuşaklarının ve enstrumanlarının en yetkinleri arasında yer aldığını düşünürsek Trios serisinin gerisinin de Chapel gibi mükemmel olacağını rahatlıkla söyleyebiliriz.

Yayınlanacak iki albümle birlikte Trios üçlemesinin, Charles Lloyd’un magnum opus’u olacağından kendi adıma şüphe etmiyorum.

Umalım ki Charles Lloyd ile birlikte yolculuğumuz uzun süre daha sürsün.

Turgay Yalçın

Yayın Yönetmeni, Kurucu Ortak, Yazar, Radyo Programcısı.

Turgay Yalçın 'in 215 yazısı var ve artmaya devam ediyor.. Turgay Yalçın ait tüm yazıları gör

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir