Akbank Caz Festivali

21. Filmekimi: Muğla Güneşinden İzlanda’nın Issız Dağlarına

Muğla Güneşinden İzlanda’nın Issız Dağlarına

*

Güneş olmayan bir günün sonrasında bu yazıyı yazıp bir an önce küçüklük videolarıma dönmek istiyorum.

Filmekimi’nin ikinci günü Cannes’da French Touch Prize of the Jury ödülünü alan Güneş Sonrası’yla geçiyor. Yönetmeni İskoç Charlotte Wells ilk uzun metrajı Güneş Sonrası’yla, bizi Muğla’ya tatile gelen genç bir baba ve on bir yaşındaki kızının gezisine götürüyor. Filmin doksanlarda geçmesine rağmen, kendi çocukluğumun kalıntılarını filmin her köşesinde buluyorum. Küçükken elime verdikleri kameraya kaydettiğim; gittiğimiz her yolculuğu, annem veya babamın yaptıklarını hayali seyircilerime anlattığım videolar filmde beni karşılıyor. Tatil köylerinin sessiz yalnızlığı, geceleri hepsi birbirine benzeyen yeşilliklerle çevrili taş yolları, saçıma taktırdığım süsler, amfitiyatroda dans ve karaoke.

Beni bütün bu güzel çocukluk anılarıma götürense, filmdeki kız Sophie’nin taktığına benzer küçük Walkman’im ve kulaklıklarım. Karaoke sahnesinde, Sophie sahnede babasıyla REM’den Losing My Religion’ı söylemek istiyor. Aynı sahneyi babamla yaşayabilirdik ama rollerimiz değişirdi. Babam karaoke yapmak ister, ben utanır reddederim her zaman. Ama değişmeyen bir şey vardır, babamın sesinden duyduğum şarkılardan biri hep Losing My Religion’dır. Belki de doksanlarda İngiltere’de geçirdiği yılların etkisidir.

Bir şey daha değişmez. Beraber dans ederiz. Filmde Calum ve Sophie’nin dans ettiği sahnede, Calum harika dans hareketleriyle kızını dans etmeye çağırıyor. David Bowie, Queen, Under Pressure. Parça çaldıkça Sophie ikna oluyor, utanıyor ama gülümsüyor. Sarılıyorlar. Yanıp sönen ışıklar bir Sophie’nin yirmi yıl sonraki hâlini bir de Calum’ı gösteriyor. Büyük Sophie, Calum, David Bowie’nin sesi ve en son küçük Sophie’nin gülümseyerek boynunu yana eğdiği o an. Sonra ekran kararıyor.

Eve dönerken, aklımda Under Pressure çalarken babamla gittiğimiz tatilleri hatırlıyorum. Filmin çok beğendiğim afişindeki sahnesini ise filmde gördüğümü hatırlayamıyorum. Filmin aklımda kaybolan anları; Sophie’nin bahsettiği, kameraya çekmediğimiz anları kaydettiğimiz zihin kameramdan kaçmış olmalılar. Zihin kameramı açıp görüntüleri izlemek için müzikli açma tuşuna basmam, Under Pressure’ın birkaç notasını duymam yetiyor. Artık Sophie’nin ve benim kamera görüntülerimiz zihnimde aynı şarkının altında birlikte duracaklar.

*

Daha önce hiç gitmediğim dağların sisleri bizimkilerden farklı mı olur? İzlanda’nın dağlarının arasındaki sisler seslere dönüşürken, uğultunun İzlanda’da her mevsimde farklı çınladığını düşünüyorum.

Hlynur Pálmason’un yönetmenliğini yaptığı, bu yıl Cannes’ın ana seçkisi Un Certain Regard’da gösterilen Godland veya Tanrı’nın Unuttuğu Yer bizi yönetmenin kendi hayatı ve kurgu dünyasının kesişimine götürüyor. İzlanda’da doğup büyüyen, hayatının bir kısmını Danimarka’daki okul ve üniversitelerde geçiren Pálmason, İzlanda ve Danimarka tarihindeki geçişleri İzlanda’ya giden Danimarkalı bir rahibin hikâyesiyle anlatıyor. Bu hikâyeyi ise bize filmin eskiden çekilmiş fotoğraflardan esinlendiği söylenen kareleri, karakterlerin ceket ve şapkalarına düşen yağmur damlaları ve sonra yüzlerine yansıyan güneş, patlayan volkanlar ve sakince dağların arasından geçen sis bulutları anlatıyor.

Filmin müziklerini yapan Alex Zhang Hungtai manzaraları sese dönüştürüyor. Değişen mevsimlerin içinden kendini göstermeye çalışan yeşillikler gibi müzik filmin içinde bazı anlarda yeşeriyor.

Bir akordeon melodisi ailenin bir araya gelip dans etmesini, çocukların gülüp eğlenmesini sağlıyor. Güzel anlar fotoğraf çeken rahibin kamerasından çıkıp büyük ekrana yansırken bazı anlarıysa geride bırakıyoruz. Kamera içine almak istediklerini alıyor, adanın kendisi gibi kameranın yuvarlak lensine sığan ve sığmayanlar var.

Filmin başka bir sahnesinde rahibin aşık olduğu Anna, kız kardeşi Ida’nın piyanosu eşliğinde şarkı söylüyor.

Şarkının sözleri konuşuyor: “Adada şarkı söyleyen tek bir kuş bile yok.”

Anna kuşların şarkısını söylüyor. Bazı şeyler görüntüde olmasalar da sözde ve müzikte var olmaya devam edebiliyorlar.

Duru Aygüven

Galatasaray Üniversitesi Fransız Dili ve Edebiyatı öğrencisi. Lindy hop ve solo caz eğitmeni. Noir Fanzin'de yönetici, yazar, editör. Yabancı dillerle ilgileniyor, çeviri yapıyor. Günlerinden caz, dans ve sinema eksik olmuyor.

Duru Aygüven 'in 19 yazısı var ve artmaya devam ediyor.. Duru Aygüven ait tüm yazıları gör