Tutkunun Peşi Sıra
Düşünsenize, şöhretli bir sanatçısınız. Kimliğinizin en bilinen parçası, doğaldır ki, ürettikleriniz. Bir gün başınıza bir dert musallat oluyor ve kendinize geldiğinizde zanaatınız hakkında hiçbir şey hatırlamıyorsunuz. Hiç-bir-şey! Geride bıraktığınız yaşamınızı anlamlandıran en temel olgu artık yok. Mecazi anlamda siz artık yoksunuz. Nasıl hissederdiniz?
Pat Martino’sunuz, Jerry Garcia’sınız ya da Joni Mitchell ve artık gitar çalamıyorsunuz. Gitar çalmayı unutan hatta önceden gitarist olduğunu dahi hatırlamayan bir müzisyenin trajedisi, Dante’nin İlahi Komedya‘sında anlattığı, Lethe Irmağı‘nın suyundan içip geçmişlerini unutan insanlarınki gibi kutlu olmasa gerek. Bu olsa olsa, Tanrı’nın Borges‘e körlüğü ve kütüphaneyi aynı anda vermesinden de kötü bir şaka olabilir.
Başarılı ve takdir gören bir caz gitaristi olarak kariyerinin doruğundayken, 1980’de geçirdiği beyin anevrizması sonrasında uzun süre komada kalan Pat Martino uyandığında kendini hafızasını kaybetmiş halde bulmuş. Geçmişinde ünlü bir müzisyen olduğuna inandırmak için, evinin salonunu süsleyen fotoğraflarını, plaklarını ve ödüllerini göstermişler. Öyle ki, çalışma odasındaki gitarlardan birini eline aldığında, enstrümanın nasıl çalındığına dair fikri dahi yokmuş.
Martino, hem fiziksel zaafiyetlerini hem de travma sonrası stres bozukluğunu sadece medikal tedavi ile aşamayacağını fark etmiş, anılarını kazanmaya çabalamaktansa yeni anılar yaratmak üzere şimdiye ve yarına odaklanmış. Bir çocuk edasıyla, yeniden öğrenmeye başladıkça gitarın ve müziğin yeni yaşamının da odağında yer alacağını anlamış. Kolay bir süreç olmamıştır, orası kesin.
Yeni Pat Martino kimliğiyle aktif müzik yaşamına geri dönmüş ve 1987’de kaydettiği The Return albümünden başlayarak 35 yıl boyunca, neredeyse eski Martino’dan daha iyi bir gitarist ve müzisyen olarak kariyerini sürdürmüş.
Jerry Garcia‘nın da benzer bir öyküsü var. Tüm zamanların en önemli ve başarılı rock gruplarından The Grateful Dead‘in esas adamı iken, hoyrat bir yaşam sürmenin sonucu olarak şeker komasına girmişti. Onca uyuşturucunun, alkolün, uykusuzluğun yapamadığını, dişindeki bir apse yapmıştı. Jerry Garcia, koma sonrası iyileşme sürecinde gitar çalamadığını fark etmiş. Dostu ve müzikal ortağı Merl Saunders‘ın desteğiyle önce yeniden yürümeyi ve sonra da yine onun eğitmenliğiyle temel müzik kurallarını ve gitar çalmayı öğrenmiş; neticede karakteristik stilini tekrardan kazanmış. Bu süreçte öğrenmeyi istediği ilk parça ise My Funny Valentine olmuş. Sözlerini dikkate alınca hiç de şaşırtıcı değil: “Ah benim eğlenceli sevgilim/ Sen benim en sevdiğim sanat eserimsin.”
Garcia kısa süre sonra The Grateful Dead ile konserlere geri döndüğünde, yanında yeni besteler de getirmiş. Dead’in en sevilen şarkılarından biri haline gelecek olan Touch of Grey‘in sözleri de az manidar değil. Robert Hunter, şarkının nakaratını, Garcia’nın geri dönüşünü kutsamak için yazmış olmalı: “Halledeceğim/Sağ kurtulacağım.”
Garcia’nın geri dönüşüyle birlikte, The Grateful Dead, tarihinin en büyük ticari başarılarına erişmiş ve eskisinden daha büyük kitleye hitap etmişse de, Garcia’nın pervasız yaşam biçimi ona sadece 8 yıl kazandırabilmişti.
En yakın tarihli geri dönüş ise Joni Mitchell‘dan.
Efsanevi besteci şarkıcı Joni Mitchell’ın, bir kaç gün önce Newport Folk Festivali‘nin kapanış konserinde sahneye çıkması, sadece hayranlarını değil tüm müzik dünyasını şaşırttı. Hayranları derken, aslında müzikseverlerin tamamına yakınını kastediyorum. Mitchell, son 60 yılın en önemli figürlerinden biri. Rock ya da folk veya caz fark etmez, onu takdir etmeyen müziksever, ondan -bir şekilde- ilham almamış müzisyen yok gibidir. Hele kadın müzisyenler için Mitchell, kusursuz bir prototip ve ilham kaynağı.
Son konserini 22 yıl önce vermiş olan Mitchell 2015’de beyin anevrizması geçirmişti ve zorlu tedavi sonrasında bir daha şarkı söyleyebilmesine olanaksız gözüyle bakılıyordu.
Newport konserinin kayıtlarını dinleyince, Mitchell’ın gençliğindeki, hatta ortayaşlılığındaki gibi olmadığı aşikar ancak öylesine sahici ve kendinden emin söylüyor ki, şu zavallı dünyamıza vereceklerinin bitmediğini düşünmemek mümkün değil.
Konser sonrası verdiği röportajda, Mitchell, anevrizmanın bir komplikasyonu olarak gitar yeteneğini kaybettiğini söylemiş: “Öğreniyorum. Internetteki videolarımdan, parmaklarımı klavyeye nasıl yerleştirdiğimi izliyorum. Neredeyse bebekliğime dönmüş gibiyim. Önce yataktan nasıl kalkacağımı öğrendim, şimdi de gitar çalmayı öğreniyorum.”
Bu üç isim ortak noktada buluşuyorlar. Ciddi sağlık sorunu yaşadıkları yetmezmiş gibi, kimliklerini var eden zanaatlarını da yitirdiler. Onları -sıradan insanların yapacağının aksine- kaybettiklerini geri almak için böylesine zorlu bir çabaya sevk eden dürtü şöhret zirvesinden düşme korkusu değil, müziğe olan tutkularıydı. Zaten, insanlık kültüründe edindikleri haklı yeri kazanmalarının nedeni de tutkularının peşinde yılmadan koşmaları, korkmadan üretmeleri değil mi? Bizim onları sevmemizin tek nedeni iyi müzik yapmaları değil de, en az bunun kadar önemlisi, yaptıklarının ruhuna sızan tutku değil mi? Müzisyenleri ve biz dinleyicileri buluşturan bu aşk değil mi?
Siz siz olun, tutkularınızın peşinde koşmaktan da, tutkulu insanları yakınınızda tutmaktan da vaz geçmeyin. Öbür türlüsü beyhude yaşanmış bir hayattan öte geçmeyebilir.
…ve siz Joni Mitchell! “Ne olur bütün güneşler batmadan bir türkü daha söyleyin bu yerde“.
Yorumlar kapatıldı.