Türk Sinemasında Bir Kadın Direnişi ve Müziğiyle Sinemanın Sesi Olmuş Bir Besteci: Dönüş ve Yalçın Tura
Yirmi yedi yıllık tek parti döneminin ardından 1950’de Demokrat Parti’nin iktidara gelmesi Türkiye’nin siyasî tarihinde büyük bir kırılmaya sebep olmuş; 27 Mayıs 1960 darbesi ve 1961 anayasasıyla ülkenin sosyal ve ekonomik açıdan ekseni değişmiştir. Siyasî gerilimin artmasıyla oluşan iklimin etkileri yaşamın her alanında hissedilirken, diğer kültür sanat alanlarında olduğu gibi Türk sinemasında da bunun yansımaları kısa zamanda görülmeye başlamıştır. 1960’larda Metin Erksan (1929-2012) ile Türk sinemasına girdiği kabul edilen toplumsal gerçekçilik akımı 1970’li yıllarda da etkisini sürdürmüş; gerek çekilen film sayısı, gerekse nitelik açısından Türk sinema tarihi adına verimli bir evre yaşanırken, ilerleyen yıllarda çekilecek benzer filmler için de bir zemin oluşmuştur.
Bu dönemde çekilen filmlerden biri de Türk sinemasında müstesna bir yere sahip olan 1972 yapımı Dönüş’tür. İrfan Ünal’ın yapımcılığını üstlendiği, senaryosu Safa Önal’a ait olan filmin başrollerinde ise Türkân Şoray ile Kadir İnanır yer almışlardır. Şoray’ın yönetmenliğini yaptığı ilk film olması açısından da ayrı bir öneme sahip olan Dönüş, aradan geçen yarım asra rağmen izleyicide uyandırdığı yoğun dramatik etkiyi koruyabilmiş ender filmlerden biridir. 1960’larda yaşanan işçi göçünden yola çıkılan hikâyenin merkezinde, kocası İbrahim’in kendisini ve yeni doğmuş oğlunu köyde bırakıp çalışmak için Almanya’ya gitmesi üzerine bebeğiyle bir başına kalan Gülcan vardır. Bir yandan çocuğunu büyütüp tarlasını sürerek geçimini sağlamak için var gücüyle çalışan, diğer yandan uzun zamandır onda gözü olan Reşit ağanın yaptığı kötülüklerle mücadele eden Gülcan’ın yaşadığı acılar filmin ana temasını oluşturur. Kocasından gelecek bir mektubu, ondan alacağı en ufak bir haberi bile dört gözle bekleyen ve tarifsiz acılara katlanarak sevdiği adama bağlılığını koruyan Gülcan’ı yalnız bırakan; uğradığı zulme tanıklık etmelerine rağmen sessiz kalıp haksızlığa ortak olan köy halkı ise toplumdaki yozlaşmayı temsil eden bir diğer tema olarak karşımıza çıkar. Güçlü bir kadının onurlu direnişinin Türk sineması açısından en gerçek, en etkileyici örneklerinden birini sunan film, yaşadığımız coğrafyada kadının varoluş mücadelesinin trajik öyküsünü çarpıcı bir biçimde anlatır.
Şoray ve İnanır ile birlikte hikâyenin kötü adamını canlandıran Bilâl İnci’nin (1936-2005) performanslarıyla zihinlere kazınan Dönüş, doğrudan film için yazılmış özgün müzikleriyle de Türk sinemasının unutulmaz yapımları arasına girmiştir. Besteci ve müzikolog Yalçın Tura’nın imzasını taşıyan müzikler, bakir kalmış bir mevzu olan Türk sinemasında film müziğinin tarihi ve mahiyeti açısından önemli kilometre taşlarından biridir. Bizzat Şoray’ın talebiyle bestelenen, sözü ve müziği Tura’ya ait olup Seha Okuş tarafından seslendirilen Hasretinle Yandı Gönlüm şarkısı, filmle aynı sene, Radyofon etiketiyle 45’lik olarak yayınlanmıştır. Hikâyenin dramatik örgüsünü besleyerek kullanıldığı sahnelerdeki etkiyi belirgin ölçüde artıran parça, genel olarak filmin dokusuyla uyum sağlamış ve aradan geçen elli yıl içinde filmle özdeşleştirilmiştir. Filmin birkaç yerinde gelen, flüt ve piyanoyla seslendirilen çalgısal müzik için de aynı değerlendirmeyi yapabiliriz. Plağın künyesine ilişkin bilgilerde İstanbul Gelişim yazıyorsa da Tura’nın aktardığı bilgiden altyapıda iki önemli müzisyenin emeğinin olduğunu öğreniyoruz; muhtemelen pek çok kişi için sürpriz olacak bu iki isim, popüler Türk müziğinin gelişimine büyük katkılar sağlamış olan Onno Tunç (1948-1996) ile Attilâ Özdemiroğlu’dur (1943-2016).
Opera, bale, orkestra ve oda müziği gibi klasik yapılarda eser vermiş üretken bir besteci olan Yalçın Tura, 1950’lerin ortalarından 1990’lı yılların ikinci yarısına dek, yani kırk yılı aşkın bir süre film müzikleri yazmıştır. Dönüş, bestecinin 1970’li yılların başlarında müziğini yazdığı en çok ses getirmiş çalışmalarından biri olsa da aynı dönemde çekilmiş başka önemli filmlerde de Tura’nın imzasını görürüz. Yılmaz Güney’in (1937-1984) hem yönetmenliğini üstlendiği hem de başrolünü Filiz Akın ile paylaştığı 1971 yapımı Umutsuzlar ile Safa Önal’ın yazıp yönettiği, başrollerini Tarık Akan (1949-2016) ile Necla Nazır’ın paylaştıkları 1973 tarihli Umut Dünyası da Tura’nın müziklerinin kullanıldığı filmler arasındadır. Her iki filmde de bestecinin 1961’de keman ve piyano için yazdığı (1991’de eseri gözden geçirmiştir) Üç Vals adlı eseri kullanılmış; Umut Dünyası’nda Gül Yine Sen isimli koral müziğinin temasına da çeşitli sahnelerde çalgısal olarak yer verilmiştir.
Yalçın Tura’nın müziğini kısacık bir yazıda anlatmaya imkân yok elbette. Yine de özellikle film müziklerinde tonaliteyle birlikte makamsal renkleri denge ve uyum içerisinde kullandığını; figür/motif tekrarlarının öne çıktığı, ezgisel zenginliğe dayalı yapıtlarında çoğunlukla dramatik etkiyi artıran bir hüzün duygusunun hissedildiğini; orkestrasyon ve enstrumantasyon açısından dinleyicinin rahat nüfuz edebileceği bir dokuya sahip olan müziğinin genel olarak yalın ve lirik bir karakterde olduğunu söyleyebiliriz. Tura’nın besteciliğinin sınırları nettir. Müzik dilindeki dinginlik; yerel öğeleri çoksesliliğin potasında eritirken herhangi bir karmaşaya yol açmayacak, dinleyiciyi yormayacak biçimde ustaca yerine yerleştirmesi; rafine armonilerle bezeli tutarlı ve ölçülü üslûbu, bende hep besteciliğiyle duruşu arasında bir rabıta olduğu hissini doğurmuştur. Tıpkı teori ve armoni dersleri aldığı hocası Cemal Reşid Rey (1904-1985) gibi, Cumhuriyet’in müzik politikalarının etrafında şekillenen tartışmalarda militanca bir tavır takınmak yerine daha çok üretimiyle ilgilenmiş ve yine hocası gibi tekniğe saplanıp kalmayarak bestecilikte sezgisel yanını korumuştur.
Ne var ki Yalçın Tura da diğer pek çok besteci gibi bugüne dek hak ettiği değeri görememiş; eserleri yeterince seslendirilmemiş, müziğinin mahiyeti bilimsel açıdan ortaya koyulamamıştır. Bu yazı vesilesiyle merak edip YÖK’ün sitesinden kendisi hakkında yapılmış lisansüstü tezlere göz attığımda da maalesef ne kadar elim bir tablo olduğunu gördüm. Bugüne kadar müziğiyle ilgili toplam dört tez yazılmış; bunlardan ikisi viyola konçertosu biri de keman sonatı hakkında. Kırk yılı aşkın bir zaman film müzikleri yazmış, aralarında çok önemli yapımların olduğu pek çok filmin milyonlarca izleyicinin zihninde yer edinmesine büyük katkı sağlamış bir bestecinin bu alandaki üretimine ilişkin ise tek bir çalışma var; tezsiz yüksek lisans programında yapılmış, paragraflar arasında devasa boşluklar olan, toplam kırk sekiz sayfadan oluşan evlere şenlik bir “yüksek lisans projesi” (tez değil). Dahası 1970’li yılların ortasında kurulan ve ilk Türk musikisi konservatuvarı olan kurumun ilk hocalarından biri olmasına; bir süre aynı okulda müdürlük ve müzikoloji bölümü başkanlığı yapmasına ve burada birçok talebe yetiştirmiş olmasına rağmen, yukarı bahsedilen tezlerin hiçbiri bu konservatuvarda yapılmamış.
Giderek bir çöl hâline gelen sanat camiasının elde bir avuç kalmış çınarlarını, yalnızca anma geceleriyle taltif etme veya fahri doktora gibi bir garabetle “onurlandırma” yolunu seçenler bu tablodan utanırlar mı bilemiyorum. Fakat bugüne kadar Yalçın Tura hakkında somut bir çalışma yapmamış olan ben, bir müzikolog olarak bu ayıbın kendi payıma düşen kısmını hicap duyarak alıyorum.
Tura ve diğerlerine yapılan ayıp öylece karşımızda duruyor işte. Belki birileri payına düşeni alır da ellerini taşın altına koyup gereğini yaparlar diye. Evet, var mı alan?