Akbank Caz Festivali

Tunes of Tuna Ötenel: Ozan Musluoğlu ile Röportaj

Farkındasınızdır, Jazz Semai, bir süredir mütevazı caz dünyamızın sohbet ortamlarında baş köşeye yerleşti. Geçtiğimiz cuma günü -uzunçalar formatıyla yayınlanışından 44 yıl sonra- tüm dijital platformlarda dinleyicinin beğenisine sunulması basında ve sosyal medyada -haklı olarak- takdir ve şükranla karşılandı. Yayınladığımız yazıda bu önemli gelişmeyi detaylı olarak işlemiş; Jazz Semai’nin Türkiye’nin ilk caz albümü olarak anılmasının nedenlerini ve caz sanatı açısından önemini ortaya koymaya çalışmıştık.

Aslını sorarsanız, Jazz Semai’nin gündemimize tekrardan girmesi albümün dijital olarak sunumundan 6 yıl önceye dayanıyor. Daha önce sahaflarda ender kopyası bulunabilen, bulunanların çoğunun da aradan geçen zamanın yorgunluğunu inkar etmeyecek kondisyonda olduğu Jazz Semai uzunçaları Kasım 2016’da Rainbow 45 şirketi tarafından tekrar basılmıştı. Kapak baskısının kalitesi, özenli remastering işçiliği ve tanıklıkları da içeren 4 sayfalık kitapçığı ile birlikte analog müzik ve caz severlere, deyim yerindeyse, hediye edilmişti.

Daha yakın tarihli gelişme ise, Ozan Musluoğlu, Batu Şallıel, Uraz Kıvaner ve Ferit Odman’dan oluşan grubun bu yıl gerçekleştirdiği Remembering Jazz Semai ve Tunes of Tuna Ötenel konserleri. Ekibin 19 Kasım akşamı Londra Caz Festivali kapsamında sahne alacağını görünce Ozan Musluoğlu ile telefonda görüştük ve projenin detaylarını doğrudan dinleme fırsatı buldum.

Aklıma ilk gelen örnekler Kaan Bıyıkoğlu’nun hayata geçirdiği Tribute to Art Blakey ve Plays Thelonious Monk projeleridir; Musluoğlu’nun ve bu projede yer alan diğer müzisyenlerin de ait olduğu kuşağın, çaldıkları müziğin geleneğine olan saygılarını göstermekte cömert oldukları tespitimi söylediğimde heyecanla onayladı.

“Haklısınız. Kaan’ın her iki projesi de geleneğe ve cazın geçmişindeki efsanevi müzisyenlere saygı sunuyordu. Benim de yer aldığım işlerdi ve hem biz hem de seyirci çok keyifli zaman geçirdi. Proje kelimesi Tuna Ötenel çevresinde hazırladığımız konserler için de çok uygun bir terim. Süreç hızlı ilerlediği için mutlaka bazı eksiklerimiz olmuştur ancak sahneye çıkmadan önce bir çok detayı kafamızda netleştirmiştik. Bir konserle sınırlı kalmayacak şekilde yola çıktığımızı hissediyorduk. Fikir kafamda canlandığı anda bunu neden yapmamız gerektiği de oturmuştu. Öncelikle bu albümde yer alan besteler canlı olarak dinlenilmeyi hak ediyordu; üç müzisyen de ülkemizdeki caz geleneğinin en önemlilerindendi ve takdir edilmeleri gerekiyordu. Özetle, birileri bunu yapmalıydı ve bize kısmetmiş.”

Bilmeyenler için kısaca özetleyeyim. Jazz Semai 1978 yılında uzunçalar olarak, Nino Varon’un Nova Müzik şirketi olarak yayınlanmıştı. Biri hariç tümüyle Tuna Ötenel’in bestelerinden oluşan repertuvar, akustik piyano, elektrik piyano, alto saksofon ve vurmalılarda Ötenel’in yanı sıra, vurmalılar ve davulda Erol Pekcan ve yine vurmalılar ve basta Kudret Öztoprak’tan oluşan üçlü tarafından stüdyoda çalınmış; kaydı ve remiksi Ümit Eroğlu tarafından yapılmıştı.

Jazz Semai her ne kadar kült statüsünde ise de -daha düne kadar- erişmenin zorluğu ve dijital/yazılı basında değeriyle orantılı yer almadığı için profesyoneller tarafından bile ıskalanan bir albüm oldu. Musluoğlu da bunu doğruluyor.

“Daha önce albümden bir kaç parçayı dinlemiştim aslında ancak başından sonuna müzisyen kulağımla dinlememe Türkiye’de Caz belgeselinin yönetmeni, eski dostum Batu Akyol vesile oldu. Kendisi Jazz Semai fanatiğidir. Pandeminin hemen başıydı; Batu’nun ısrarına dayanamayıp dinlemeye başladım. Her parça bitiminde, kendime kızdım, nasıl daha önce farkına varmamışım bu güzelliklerin diye. Detayları fark ettikçe heyecanım daha da arttı ve vakit kaybetmeden işe giriştik ve hemen Tuna Ötenel abimizi aradım.”

Musluoğlu, Jazz Semai adını duyar duymaz öylesine bir heyecanla anlatmaya başlamıştı ki araya girip albümü bir müzisyen gözüyle değerlendirmesini rica ettim.

“Aslını sorarsanız o dönemin imkanlarını düşündüğünüzde zoru başarmış ağabeylerimiz. Üçlü olarak stüdyoya girmelerine rağmen, çoğu parçanın sunumu saksofonun da eklenmesiyle dörtlüye dönmüş halde. Düzenleme açısından bakıldığında da çok etkileyici bir albüm. Burası bariz ki stüdyoya girdiklerinde, doğaçlama bölümler hariç her detay önceden tasarlanmış. Çok lezzetli, naif melodiler o kadar tatlı şekilde çalınmış ve kaydedilmiş ve icralar kulağıma o kadar organik gelmişti ki, ilk dinleyişimde kulağım dördüncü müzisyeni aradı. Şimdi bizlerin girdiği stüdyolar teknolojik olarak çok gelişmiş ama o zamanın analog olanakları çok kısıtlıymış. Üst üste yaptıkları kayıtları öyle başarılı şekilde kurgulamışlar, mikslemişler ki dinlerken sanki dört kişi birlikte bir konser veriyorlarmış edasıyla çalmışlar albümü.”

Bestelerde sizi çeken yön neydi?

“Tuna Ötenel müzisyen olarak olduğu gibi besteci olarak da çok büyük bir yetenek. Melodiler kolaylıkla akıyor. Yazılarında naif, ince bir estetik var ve içinde bulunduğu zamanı ve Türkiye’yi çok güzel yansıtıyor. Yabancı bir müzisyene bu albümü dinlettiğinizde onlara çok orijinal tınlayan bir sound’u da var albümün ve melodilerin. Bizim folklorümüzden, kültürümüzden ince izler taşıyor; kültürel dokuyu cazla çok güzel harmanlamış. Sonuçta evrensel caz dilini çok iyi kullanıyorlar ama içine yerel olanı oldukça dozunda ve organik olarak şekilde katmışlar. Bize ait sesler, motifler yabancı durmuyor, sakil kalmıyor. Artık dijitale de aktarıldığından ötürü sadece ülkemizde değil, zamanla caz dünyasında da ses getireceğine inanıyorum Tuna Ötenel’in besteciliğinin ve albümdeki müzikal işçiliğinin. Bu estetik öyle etkileyici ki, ne zaman çalsak muhteşem haz alıyoruz.”

Tuna Ötenel’i aradınız. Nasıl karşıladı?

“Devam etmemizin en önemli nedeni onun yapmaya çalıştığımız projeye olan bu manevi desteğiydi, onun bize sağladığı motivasyondu. Projeyi sadece Türkiye’de değil yurtdışında da çalmayı istediğimizi söylediğimde ise nasıl mutlu olduğunu size anlatamam. Bir anlamda zamanında imkansızlıklar nedeniyle yapamadıklarının bir bölümünü gerçekleştirme, onun müziğini tanıtma şansı olarak gördüğümüzü söyledik. Tam bu noktada önemli bir engelle karşılaştık. Sonuçta biz Jazz Semai parçalarını kendi müzikal üslubumuzla yorumlamayı değil aksine albümde yer aldığı haliyle çalmayı istemiştik ve maalesef hiç bir belge yoktu. Başlangıçta parçaları notaya dökme işini ben ve Batu Şallıel yapacaktı; konser tarihi de belirlenmişti ve o dönemde ikimizin de öylesine yoğun bir programı oluştu ki yetişebilmek için yüzümüzü daha önce benzer çalışmaları yapan dostlarımıza döndük. Çağlayan Yıldız ve Kaan Bıyıkoğlu, Ötenel bestelerinin bir kısmını, kayıtlarından hareketle notaya geçmişti ama bizim çalmayı istediğimiz repertuvarın sadece bir kaç parçası ellerindeydi. Bu aşamada şansımıza Uraz Kıvaner’in programı rahatladı ve bu işi o devraldı. Kısa süre içerisinde de mükemmel bir sonuçla döndü.”

Ben artık konserleri takip edemiyorum. Pandemi sonrasındaki caz müzisyenleri müthiş bir yoğunlukta sahne alıyor. Değil mi?

“Evet. Pandemi döneminde biz müzisyenler de dinleyiciler de o kadar sıkıldık ve çalmayı, dinlemeyi o denli özlemişiz ki baharla birlikte başlayan ve kısmen hala süren çok yoğun bir çalışma temposuna girdik.”

Bu aşamada her şey tamamlanmış gözüküyor. Ben konseri izleyemedim. Malum Ankara’da yaşıyorum. İnşallah 18 Aralık’ta CSO ADA Ankara konserinizi izleyeceğim. Görüşlerine ve beğenisine çok güvendiğim kişiler ilk konser sonrası adeta orijinal albümdeki üçlüyü dinlediklerini hissettiklerini yazdılar.

“Seyircinin bu şekilde hissetmesi bizim açımızdan gurur verici. Şöyle ki, Touche’deki ilk konseri kaydetmiştim. Bir süre sonra Ankara’ya başka bir proje için gittiğimizde ben, Uraz Kıvaner ve Ferit Odman, Tuna abiyi evinde ziyaret ettik. Konseri baştan sonra dinledik hep beraber. Onun dinlediğinden aldığı haz, duygulanması, hatta zaman zaman eliyle eşlik etmesi bizi çok etkiledi.

O ziyarette dile getirilmişti, bu proje Tuna abinin gözünde de meşaleyi alıp daha ileri bir noktaya ulaştırma çabasıydı. Tuna abi yapmaya çalıştığımızı bu şekilde görüyordu, aradan 44 yıl geçmiş, kendisinden etkilenmiş genç kuşak müzisyenler onun bestelerini noktası virgülüne uyarak onun aranjmanlarıyla sahneye taşıyorlar. Onların kıyafetlerini giyip sahneye çıkmak gibi bir şey bu. Takip etmişsinizdir, ilk konserden sonra basında ve sosyal medyada konserle ilgili yazılanlar moralimizi çok bozmuştu, ama Tuna abiyi o şekilde gördükten sonra, her ne kadar süreç içinde bazı detayları atlamış olsak da, yapmaya çalıştığımız şeyin doğruluğuna o an emin olduk.”

İlk konser sonrası oluşan atmosfer konusuna geleceğiz ama önce projenin mevcut durumunu konuşalım istiyorum.

“Jazz Semai neticede türlü nedenlerden ötürü devamı gelememiş bir proje. Gönül isterdi ki, bu albüm yurtdışında da dağıtılsın, Türk cazının bu üç öncü müzisyeni festival festival dolaşsın, konserler versin ve daha iyi olanaklarla çalışmaya devam edebilmiş olsunlar. Ama coğrafya kaderdir denir ya; evet coğrafya maalesef bir kader, Türkiye dışına çıkamamışlar. Şu anki tanıtım koşulları o dönemde olsaydı, bu albümün dünyada da ciddi ilgi görebileceğinden eminim. Biz, bir anlamda bu albümün üstünü örtmüş 44 yıllık toprağı eşeleyip, orijinal haliyle dinleyiciye sunmayı ve albümü hatırlatmayı istedik. Türkiye’nin bu albüme borcu olduğunu hatırlatalım istedik. Londra Caz Festivali ve Nardis’in 20. yılı kutlaması niteliğinde bir dizi konser gerçekleşecek. Biz de Tunes of Tuna Ötenel projesi ile 19 Kasım’da sahne alacağız. Böylelikle bu eşsiz bestelerin ve albümün sesini İngiliz cazseverlere duyurmaya gayret edeceğiz. Ama hemen öncesinde, pazar günkü hain terör eylemi yarattığı atmosferde iptal edilmezse, 16 Kasım’da yine Touche’de olacağız.”

Yoğun programla neyi kastettiğini daha iyi anlıyorum. Gelelim ilk konser sonrası aldığınız eleştirilere…

“Kim olduğumuz da, yaptıklarımız da, niyetimiz de aslında gayet açıktı, belliydi. Bu noktalarda iletişim eksikliği olmuştur, olabilir. Yoksa daha önce söylediğim gibi konser ya da repertuvar sıkıntısı çekmiyoruz. Maşallah diyeyim bu arada. Dördümüzün de albümleri var, besteleri var, kendi projeleri var. Ama aynı zamanda ustalarımıza karşı gönül borcumuz var. Bizim en temel motifimiz buydu, bu borcu elimizden geldiği kadarıyla ödemek. Yoksa Remembering Jazz Semai de şu anda yapmakta olduğumuz Tunes of Tuna Ötenel projesi de maddi çıkar hedeflediğimiz projeler değil. Biz Remembering Jazz Semai projesine hem kendi hayatımıza, hem de müzisyen dostlarımızın hayatlarına 44 yaşında ama taptaze bir ilham versin diye yola çıktık. Kendi yolumuzun yanına eklediğimiz bir yol olsun istedik. Hem ülkemizde hem de yapabildiğimiz oranda dünyada bu albümün farkına varılmasını istedik. Güzel bir şey yaptığımızı düşünürken duyduklarımız ve yaşadıklarımız karşısında şok olduk. O zaman da böyle hissetmiştim, şimdi de aynı hissediyorum; biz bu denli sert eleştirileri, saldırıları hak etmedik. Kaldı ki, projenin bize göre üç sahibinden ikisi hayatta değillerdi; çalacağımız bestelerin sahibi olan Tuna Ötenel’e hem yasal açıdan hem de manevi desteğini almak üzere başvurduk. Anlatmıştım, ondan da öylesine teşvik gördük ki, geri kalan detayları halletmek üzere işe koyulduk.

Açıkçası o koşuşturma içerisinde nezaketen de olsa diğer isimlerin mirasçıları ile temasa geçmemiz iyi olabilirdi. Bu bir hata ise, buna varız. Ama asla art niyet içinde hareket etmedik. Sonraki konser için temasa geçtiysek de maalesef aynı karşılığı alamadık. Biz kendi adımıza gereken dersleri aldık, umarım tartışmaların diğer tarafları da buradan kendilerine pay biçmişlerdir.

Ortada ticari bir kaygı yok. Tam tersine değeri para ile ölçülemeyecek şeyler uğruna bir işe giriştik. Türkiye’de caz varsa, bunu sağlayan kıymetli büyüklerimize onların kardeşleri, oğulları olarak hürmetimizi göstermek istedik. Ama işte hayat…”

Bu denli açık konuşmanız için teşekkür ederim. Bazen olanları olmamış kabul etmek, tabii ki değerlendirme yaparak öne bakmak en doğrusu. Görüyorum ki siz de bu muhasebeyi yapmışsınız ve artık Tunes of Tuna Ötenel projesi ile devam ediyorsunuz.

“Evet. Tüm olan bitenden sonra, aynı şevkle, aynı şükran duygusuyla davranarak projeyi biraz değiştirdik. Tunes of Tuna Ötenel, büyükçe kısmı Jazz Semai’de yer alanların yanı sıra önceki ve sonraki dönemlerinde bestelediği eserlerini içeriyor. Tuna abi, kelimenin en hakiki haliyle birinci sınıf bir besteci. Misal Polonya. Tam bir caz bestesi gibi tınlıyor. Her çaldığımızda onu hissediyoruz. Mesela Ağıt, inanılmaz naif bir melodi, yani o duyguya hemen sokuyor sizi. Ya da Caz Semai; işte bu Türk müziği dedirten ama onu caz dokusuyla çok başarılı şekilde kombinlemiş bir beste. Tuna abinin beste kitabı hazinelerle dolu. Biz de bir yandan onun besteciliğini, aranjörlüğünü bir yanda da Jazz Semai ismini öne çıkarmayı istiyoruz.”

Sevgili Ozan Musluoğlu. Kendi adıma bu hazineleri tozlandıkları yerden çıkarıp caz dünyasına geri kazandırdığınız için çok teşekkür ediyorum.

Turgay Yalçın

Yayın Yönetmeni, Kurucu Ortak, Yazar, Radyo Programcısı.

Turgay Yalçın 'in 226 yazısı var ve artmaya devam ediyor.. Turgay Yalçın ait tüm yazıları gör