That’s Cool, Lester!
Lester Young, caz tarihinin en etkili tenor saksofoncularından biriydi. 1930’lu yıllarda Kansas City’deki Count Basie grubuyla öne çıktı. Tamamen kendine has bir stilde çalan orijinal bir yetenek olarak müzik çevresinde hızla kabul edildi. O zamanlar neon ışıklarda, adı sıkça dönen tenor saksofoncu Coleman Hawkins‘di. Hawkins, temelde armoninin nüanslarını keşfeden arpejleri ve notaları kapsamlı bir şekilde kullanırken, Young daha sade çalarak hikaye anlatan melodiler yarattı. Notaları, tonu ve swing tutkusu, bugün her zamanki kadar taze olan derin duygu, zeka ve mizah anlayışı taşıyordu. Aynı soloyu asla iki kez çalmadı.
Young, nazik tavrı, kendine özgü giyim tarzı, sanatsal ilkelerinden ödün vermeyi reddetmesi ve orijinal kelime dağarcığıyla biliniyordu. Billie Holiday için Lady Day takma adını icat etmesiyle ve günümüzde de kullandığımız şekliyle That’s cool! ifadesini sık sık kullanmasıyla tanınıyordu.
Lester, diğer müzisyenler tarafından saksofon çalma stiliyle olduğu kadar, keskin zekası nedeniyle de büyük saygı görüyordu. Tenor saksofoncu Johnny Griffin, “Hayatımda sadece iki orijinal müzisyenle tanıştım. Diğerleri sanki rol çalıyorlardı. Biri Lester Young, diğeri Thelonious Monk’du. Doğru bildiklerini dümdüz konuşabiliyorlardı. Bazen komik, bazen de ironik olabiliyorlardı ama her zaman haklıydılar” diyorken, ünlü caz piyanisti Billy Taylor da onun hakkında şunları söyledi: “Lester’ın hayatta yaptığı her şeye yaklaşımı güzellikle ilgiliydi.”
Young, 1909 yılında Mississippi, Woodville’de doğdu. Ebeveynleri Willis ve Lizetta hem okul öğretmeni hem de müzisyendiler. Lester’ın hayatının başlarında bir noktada boşandılar. Her ikisi de memleketleri New Orleans’a geri döndüler.
Lester, küçük erkek kardeşi Lee ve kız kardeşi Irma ile birlikte annesiyle yaşıyordu. Annesi bir solistti. Lester, geleneksel ilahiler, gospel ezgiler ve günün popüler salon müziğini dinleyerek büyüdü. Maalesef eğitimci kimliğimden dolayı bunu yazarken hicap duyuyorum, esasen Lester maddi sebeplerden dolayı eğitim hayatını yarıda kesmek zorunda kaldı. Önceleri sokakta ayakkabı boyayarak ve gazete satarak para kazandı. Afro Amerikalı göçmenlerden dolayı, müzikal anlamda güçlü kökleri olan New Orleans’ta her gün pek çok müzik tarzını duyuyordu. Buna sonradan caz adı ile tanımlanacak olan hot ve ratty stilleri de dahildi.
1919 yılında, Lester henüz 10 yaşındayken, babası aniden eve geri döndü ve çocuklarının velayetini aldı. Üç kardeş annelerini bir daha 20 yıl boyunca görmediler. Diğer kardeşlerine nazaran Lester, annesiyle çok yakındı. Annesinden aniden ayrılması onda travmatik etkiler bıraktı. Dik durmaya çalıştı ve bunu toplum içinde asla belli etmedi.
Lester’ın babası New Orleans müzik camiasında profesör olarak biliniyordu. Bir süre New Orleans bölgesinde okul müfettişi olarak görev yaptı. Anne ve babasının kökleri, Avrupa formlarına vurgu yapan Creole müzik geleneklerinin baskın olduğu Lafourche cemaatine kadar uzanıyordu. Çocuklarını müzik konusunda her iki ebeveyn de iyi eğitmişlerdi.
Lester önce grupta davul çalmaya başladı. Birkaç yıl sonra, o zamanlar henüz yeni bir enstrüman olan saksofona geçti. Bir melodiyi bir veya iki kez dinledikten sonra çalabilme yeteneğine sahipti ve bu sayede inanılmaz hızlı ilerledi. Hatta bir gün babası, Lester’a blöf yaptı. Önüne birkaç ölçü yazarak bıraktı. Ölçüleri bilerek yanlış yazmıştı. Sonra Lester’a küçük bir pasaj dinletti. Sözde babası, dinlediği pasajı notalar ile yazılı olarak ifade etmişti. Sözde ama özde değil… Lester’a “çal” dedi. Fakat Lester okuduğu notaların yanlış olduğunu söyleyerek, kulağı ile duyduğunu çaldı. Lester yazılanı değil, duyduğunu doğru olarak çaldı. Babası bir şart koştu. Esasen Lester’ı ödüllendirmesi gerekiyorken, ona bir darbe indirdi. Nota kağıdı olmadan bir daha sahne almaması için ona “nota yazacaksın” dedi. Lester’ın başka seçeneği yoktu. Kabul etti.
Babası Willis titiz bir grup lideri, katı, disiplinli ve zeki bir müzik adamıydı. Baba Willis, müziğin, dönemin ırkçı Jim Crow yasaları gereği, siyahileri içine çeken, yoksulluk ve aşağılanmadan kurtulmanın bir yolu olarak görüyordu. Grubunda çalan müzisyenlerden mükemmellik isterdi. Onları düzenli çalışmaları konusunda teşvik etti. Turneler vasıtasıyla onları, Orta Batı ve Güney Birleşik Devletleri gezme vaadi ile ödüllendirdi.
1920’li yıllarda, babasının grubuyla turneye çıkan Lester, güçlü bir müzik disiplin duygusu geliştirdi. Ülkenin çeşitli yerlerindeki gelenek ve görenekleri ilk elden görerek ve yaşayarak öğrendi. Babasıyla olan ilişkisi pek de öyle güllük gülistanlık değildi; hegemonyasından kurtulmak için gruptan ayrıldı. Minneapolis, Minnesota’ya yerleşti. Burada Lester cazla ilgilenmeye başladı. Müzik yarışmalarında tanıştığı bir kaç grupta çalmaya başladı. Şehirde itibar kazandı. O yıllarda şehri Pendergast suç örgütü yönetiyordu. Lester bunu fırsat bilerek, caz müzisyenleri için işin bol olduğu Kansas City’ye taşındı.
1934 yılında, Fletcher Henderson‘ın grubu Kansas City’ye geldi. Dönemin ikonik ismi, Coleman Hawkins gruba eşlik edecekti. Fakat Coleman sahneye çıkamayacak kadar rahatsızlandı. Henderson panik olmaya başladı. Bu nasıl olabilirdi. Derhal kulisten dışarı çıktı ve kalabalığa seslendi. “İçinizde tenor saksofon çalabilen var mı?” dedi. Lester Young ve Herschel Evans, yanlarında saksofonlarıyla, kendi konserlerine giderken, yollarının üzerinde olan, Fletcher Henderson Band konserini izlemek için mola vermişlerdi. Henderson’ın bu teklifini duyan ikiliden önce Herchel Evans onlarla çalmak istedi. Fakat başarılı olamadı. Lester Young bunun üzerine çalmak için elini kaldırdı. Sahneye çıktı. Hawkins’in koltuğuna oturdu. Tek kelimeyle kusursuz çaldı. Bu yetenek, Henderson’ı o kadar etkiledi ki, o yıl Hawkins İngiltere’ye gittikten sonra Young’dan grubuna katılmasını istedi. Lester kabul etti. Grubun beklentilerinin, Coleman Hawkins ayarında çalabilmek olmamasını şart koştu. Hawkins sesleri sürekli değiştiriyor ve grubu yönlendiriyordu. Young ise sanki grubun dışından bir enstrüman gibi saksofonu öne çıkarıyordu. Bir kaç konser sonrası grup üyeleri ile anlaşamamaya başladı. Gruptan ayrıldı.
Lester Minneapolis’e geri döndü. Bir süre sonra Earl Hines için seçmelere katıldı ama işe alınmadı. Hines’in menajeri Hines’e, Young’ın saksafonunu “neden böyle dışarıda” tuttuğunu sorduğunda Hines şöyle yanıtladı: “Evlat, bu onun bir özelliği… ve bunu farklı olmak için yapıyor sanırım. Yaptığı şey bizim zamanımızın çok ilerisinde. Ortalama bir müzisyen ne yaptığını anlamıyor, çünkü hepsi Coleman Hawkins hayranı… ama bir gün… bir gün…..”
1936 yılında Lester Young’ın özgüveni o kadar tavandı ki, Count Basie’ye hayranlığını sunan bir telgraf gönderdi. Basie, Young’ın adını duymuştu. Onunla tanışmak istedi. Zamanlama mükemmeldi. Çünkü Basie, uzun süreli bir iş için New York’a gitmek üzereydi. New Yorklular, blues rifflerine yoğun vurgu yapan, Kansas City’li Bassie grubunu sevdiler. New York yılları, zamanla grubu swing çağı yıldızlığına taşıdı.
İşte en sevdiğim hikâyede tam olarak burada başladı. Lester Young, onu New York City ile tanıştıran ve böylece, bir ömür boyu sürecek dostluğu ve eşsiz bir müzikal işbirliğini başlatan Billie Holiday ile Count Basie grubu ile tanıştı. Holiday’in 1930’ların sonlarında başlayıp, Billie ölene dek süren şarkılarının yorumlarını, Lester Young’ın saksofonu olmadan hayal etmek kesinlikle imkansız.
Young, Basie grubunda beş yıl kaldı ve bu süre zarfında önde gelen bir saksafon solisti olarak itibarını pekiştirdi. Bununla birlikte, o yıllar için diğer Afro Amerikalı müzisyenlerde olduğu gibi, Young’ın şöhreti ve prestiji, Benny Goodman, Glenn Miller, Gene Krupa veya Artie Shaw gibi beyaz müzisyenlerin standardına gelemedi. Siyahi müzisyenlere o dönem içim ticari radyolarda veya lüks otellerde büyük paralar teklif edilmiyordu. Siyahi müzisyenler, para kazanabilmek ve gelir elde edebilmek için sürekli yollarda olmak zorundaydı. Benzer şekilde, plak şirketleri genellikle, yeni bestelenen şarkıları beyaz sanatçılara verirken, Billie Holiday ve Lester Young gibi müzisyenlere kendi etiketleri altında, daha önceden icra edilmiş şarkıları okuma teklifi götürüyorlardı.
1940 yılında Lester Young, Count Basie grubundan ayrıldı. Annesi Lizetta ve kardeşlerinin yerleştiği Los Angeles’a taşındı. 1943 yılında ise Basie grubuna geri döndü. 1944 yılında, II. Dünya Savaşı’nın zirvesinde, orduya alındı. Söylemeye gerek yok, ordu hayatı müzisyenler için pek uygun değildi. Yıllar önce Henderson grubunda tarzını değiştirmeyi reddettiği gibi, şimdi de ordunun, Lester’ı ‘Er Young’a dönüştürme baskısını reddediyordu. Mahkeme belgelerine göre, üzerinde marihuana bulundu ve kafasının iyi olduğunu cesur bir dille kabul etti. Bir yıl kışlada tutuklu kalmaya ve sonrasında da ordudan atılmaya mahkum edildi. Young’ın Basie grubundaki yakın arkadaşları olan Gene Ramey ve Jo Jones, esasen Young’ın tutukluluğunun, üzerinde uyuşturucu bulundurmaktan ötürü olmadığını, karısının beyaz tenli olduğunu öğrendikten sonra, öfkelenen bir komutan tarafından oyuna getirildiğini iddia ettiler. Ayrıca Young’ın gözaltındayken ciddi şekilde dövüldüğünü ve bunun sonucunda koordinasyonunun daha sonra bozulduğunu da söylediler.
Young askerden kovulduktan sonra, yeniden turneye çıkmaya ve kayıt yapmaya başladı. Ancak bazı müzik eleştirmenleri tarafından hem sanatsal hem de kişisel olarak düşüşte olarak gösterilmeye başlandı. Bunda muhtemelen askeri orduda yaşadığı travmatik durumun etkisi büyüktü. Ancak, özellikle Siyah basındaki diğer eleştirmenler ve müzisyen arkadaşları, çalışmalarını en üst düzeyde övmeye devam etti.
Jazz at the Philharmonic ile turneye çıktı. Yeniden evlendi, iki çocuğu oldu. Louis Armstrong ile aynı mahallede, Queens, New York’da bir ev satın aldı. Aile hayatını sevdi. Turnelere ve kayıt yapmaya devam etti. Lester, bebop’u müzikte doğal bir evrim olarak savunan makaleler yayınladı. Kendi grubunu kurdu ve yaptıkları müziğe relaxed bop adını verdi. Bu ona ait bir tamlama idi. Tıpkı Billie Holiday’ a Lady Day demesi ya da That’s Cool söz öbeklerini caz terminolojisine yerleştirmesi gibi…
Kayıt ve kulüp yoğunluğu ile, Young’ın 1940’lı yılların sonundaki ünü ve itibarı her zamankinden daha büyüktü. Bununla birlikte, 1950’lerin ortalarında sağlığı gözle görülür şekilde düşüyordu. Asla ağır uyuşturucu kullanıcısı olmadı, ancak kulüplerde çalışmanın mesleki bir tehlikesi olan ciddi bir alkol bağımlılığı oldu. Bu zamana kadar bazı müzisyenler Young’ın azalan müzik yeteneğini kabul etseler de, evrensel olarak saygı görmeye ve hatta birlikte çaldığı tüm müzisyenler ve günümüz icracıları tarafından, saygı görmeye devam etti. Lester, son albümü Lester Young in Paris‘i kaydettikten bir hafta sonra, 1959 yılının Mart ayında vefat etti. Cenazesine annesi Lizetta da dahil olmak üzere, aile üyeleri, birçok caz harikası arkadaşı ve hayran kitlesi katıldı.
Young’ın, kendi kariyerlerindeki etkisini kabul eden müzisyenler arasında Miles Davis, Sonny Rollins, John Coltrane, Sonny Stitt ve Stan Getz sayılabilir. Harry Belafonte’ye göre, onu şarkı söylemeye ilk teşvik eden Lester Young’dı. Allen Ginsburg ve Jack Kerouac gibi Beat kuşağı yazarları, Young’ı sanatsal bütünlüğün vücut bulmuş hali olarak yücelttiler. Yazıları aracılığıyla Lester Young efsanesinin caz müzisyenleri ve meraklılarının dünyasının ötesine geçmesine yardımcı oldular. Onunla birlikte çalan tüm müzisyenler tarafından övgüyle bahsedilen, gerçekten eşsiz ve cefakâr bir sanatçıydı.
Bu makaleyi okuyan tüm dostlarımdan bir ricam olacak. Lester Young’dan Just You, Just Me şarkısını açın, gözlerinizi kapatın, derin bir nefes alın ve yüksek sesle That’s Cool! deyin. Bunu Lester ile deneyimlemek şahane…