Terence Blanchard: Retrospektif
Klasik cazla başladığı kariyerini eşit derecede başarıyla, fusion, film müziği ve hatta klasik müziğe doğru genişleten besteci, piyanist, trompet ustası ve NEA Jazz Master Terence Blanchard, 29 Eylül Cuma akşamı, şehre cazı geri getiren 33. Akbank Caz Festivali kapsamında Zorlu PSM, Turkcell Platinum Sahnesi’ne çıkıyor.
İşin güzel yanı, Blanchard, son albümü Absence‘ı (2021) kaydettiği ekiple, yani, çağdaş müziğin en revaçta oda orkestrası Turtle Island Quartet ve 2015’de kurduğu The E-Collective ile festivali şereflendirecek.
Blanchard’ın trompetini ilk defa Spike Lee‘nin Mo’ Better Blues filmi vesilesiyle dinlemiştim. 1980’lerin sonunda geçen film, Denzel Washington’ın canlandırdığı Brooklyn’li bir caz trompetçisinin öyküsünü anlatıyordu. Enfes bir tema müziği vardı; caz, en az başarılı oyunculuk kadar filme hakimdi. İlk fırsatta soundtrack albümünü edindim ve öğrendim ki Wesley Snipes’ın canlandırdığı Shadow Henderson’ın tenor saksofonunu Branford Marsalis, Bleek Gilliam’ın trompetini ise Terence Blanchard çalmıştı. Albümü çok kere dinledim. İlk kez Grammy’ye aday olduğu Again Never parçasını, tertemiz çalan trompetten ötürü, aklıma her geldiğinde döndürmüştüm.
Böyle bir tanışmadan sonra Terence Blanchard’ı yakın takibe almamak imkansıza yakındı. Bir çok cazsever gibi ben de öyle yaptım; bu paragrafta kalın harflerle yazılan tüm isimlerle birlikte Blanchard’ın kariyerini büyük keyifle takip etmeye başladım; adının yer aldığı -neredeyse tüm- albümlere ayrıcalıklı davrandım. Karşılığını fazlasıyla aldığımı rahatlıkla söyleyebilirim.
Terence Oliver Blanchard 1962’de New Orleans’da doğmuş. Yaşamını sigortacı olarak kazanan babası kilise korosunda org çalmanın yanı sıra amatör bir opera sanatçısıymış. Dolayısıyla caza meğil etmesinin temelinde şehrin zengin Afro Amerikan kültürü yatıyorsa, yıllar sonra operaya el atmasının ana nedeni de çocukluğunda kulağını dolduran sesler.
Beş yaşında piyanoya, sekizinde trompete başlamış. On yaşında katıldığı bir yaz kampında, ileride yollarının sık kesişeceği ve aynı zamanda hemşerileri olan Branford ve Wynton Marsalis kardeşlerle tanışmış. New Orleans Yaratıcı Sanatlar Merkezi’ne kaydolmuş ve gelişiminde çok önemli rol oynayan Ellis Marsalis‘in tedrisatına girmiş. Cazın 1970’lerde girdiği krizden güçlenerek çıkmasını sağlayan genç aslanlar kuşağının manevi babası olarak kabul edilen baba Marsalis, Blanchard’ın trompettense piyanoya ağırlık vermesi için çok uğraş vermiş ama neyse ki başarılı olamamış.
New Jersey’de Rutgers Üniversitesi’nde Bill Fielder ve (Thelonious Monk’un son tenorcusu) Paul Jeffrey‘nin gözetiminde eğitim alırken efsanevi vibrafoncu Lionel Hampton‘ın grubunda profesyonelliğe adım atmış.
Müzisyen sıfatıyla kariyerindeki ilk sıçrama, 1982’de, Wynton Marsalis’in Art Blakey’s Jazz Messengers‘daki pozisyonuna Blanchard’ı önermesiyle gerçekleşmiş ve böylelikle genç aslanlar çetesine resmen kabul edilmiş.
Aynı dönemde grupta yanyana çaldığı diğer bir genç aslan ve (yine) New Orleans’lı Donald Harrison ile ortak gruplarını kurmuşlar. Messengers’da klasik hard bop çalarken, gruplarında da kendilerinin ve dönemdaşlarının bestelerini daha modern bir stilde yorumlamaya odaklanmışlar; doğdukları şehre özgü hot swing’i sofistike (post)bop stiliyle birleştiren başarılı albümler yayınlamışlar.
Kendi başına çıktığı müzikal yolculuğunda, Terence Blanchard, iyiden iyiye olgunlaşmış yaşam görüşüne paralel olarak, grup lideri, trompetçi ve besteci kimliklerini bilinçli şekilde inşa etmeye koyuldu; atalarının, ayakları zincirli halde adım attıkları zamandan bu yana, dozu azalıyor olsa da, Afro Amerikalıların yeni kıtada maruz kaldığı ırk ayrımcılığına karşı tavrını sanatsal üretimiyle göstermeye başladı.
Do the Right Thing (1989) ve Mo’ Better Blues (1990) filmlerinin müziğine trompetiyle yaptığı katkıdan sonra Spike Lee ile bugüne kadar süren ortaklığı başladı. Jungle Fever‘ın (1991) ardından Lee filmografisinin görkemli örneği sayılan Malcolm X‘in (1992) müziğini yazdı. Açılış sahnesinden itibaren seyircinin sarsılmasının ardında Washington’un okuduğu demeç ya da dökümanter görüntüler kadar, Blanchard’ın yazdığı müzik vardı.
Regina King, Mike Binder, Daniel Algrant, Gus Van Sant ve diğer yönetmenler için film müzikleri yaptıysa da en çok Spike Lee için yazdı.
25th Hour (2002 Spike Lee) ile Golden Globe adayı oldu, Central Ohio Film Critics Association ve Las Vegas Film Critics Society ödüllerini aldı. Miracle at St. Anna (2008 Spike Lee) için yaptığı müzik ile Houston Film Critics Society ödülüne layık görüldü.
Daha da önemlisi BlacKkKlansman (2018 Spike Lee) ve Da 5 Bloods (2020 Spike Lee) ile Oscar‘a aday oldu. Bunu Quincy Jones’dan bu yana başaran ilk siyah müzisyen olarak adını tarihe yazdırdı.
Dört yıllık kayıt suskunluğunun ardından Blanchard’ın kendi adını taşıyan ilk solo albümü 1992’de yayınlandı. Belli ki aradaki sürede, modern zamanların trompet üstadları klasmanına adını yazdırmayı sağlayacak şekilde tekniğini geliştirmişti; çalışına, şahsına münhasır dramatik öğeler eklemişti. Konuklar da dahil birinci sınıf genç bir kadroyla kotarılan albümün girişine ve çıkışına Afro Amerikan folklöründen parçalar koyması da raslantı değildi aksine Blanchard’ın müzikal duruşunun göstergesiydi. Takip eden Simply Stated (1993) benzer karakterde post bop bir albümdü ancak enfes bir potporiyi Ornette Coleman bestesiyle bitirmesi, sanatçının, New Orleans’tan köklenmiş ve avangartı dışlayan neo-bop akımı ile arasına mesafe koyduğu şeklinde okundu.
The Billie Holiday Songbook (1994) albümünde yaylılar için yaptığı düzenleme bir parça hantal olduğu için muzaklaşan melankolik-romantik atmosferi, Ivan Lins’in enfes vokalini içeren The Heart Speaks‘de (1995) başarıyla yansıttı.
Yazdığı müziklerle iyiden iyiye parçası olduğu sinemanın tarihindeki seçkin film müziklerinden örnekleri yorumladığı Jazz in Film (1998) Kenny Kirkland, Donald Harrison, Carl Allen gibi birinci sınıf müzisyenlerden oluşan bir ekiple kotarılmıştı; özellikle Man with the Golden Arm (Elmer Bernstein), The Pawn Broker (Quincy Jones), Anatomy of a Murder (Duke Ellington) gibi mücevherlere yaptığı düzenlemeler olağanüstü güzellikteydi.
Ekseriyetle kendi bestelerinin kaya gibi sağlam ritm bölümünün önünde, Branford Marsalis, Brice Winston, Aaron Fletcher olmak üzere, nefeslilerce fırtına estirir gibi yorumlandığı Wandering Moon (2000) Blanchard’ın erken dönem kariyerinin ve muhtemelen de postbop ekolünün en güzel albümlerindendi.
Diana Krall, Jane Monheit, Dianne Reeves ve Cassandra Wilson gibi yıldız vokalistlerin yer aldığı Let’s Get Lost: The Songs of Jimmy McHugh (2001), fikir olarak güzel ama düzenleme ve icra açısından orta kadar diye niteleyebileceğim bir albümdü.
Blue Note’la anlaşma imzalayan Terence Blanchard, müziğini, o ana kadar öncülerinden olduğu bop türevi akustik cazın sınırları dışına taşımaya başladı; ilerlemek için gençlik aşısının şart olduğundan hareket etti; Robert Glasper, Lionel Loueke, Aaron Parks gibi geleceği parlak yeteneklerden kurulu yeni grubuyla Bounce (2003) ve takip eden Flow (2005) albümlerini yayınladı.
Yeni müziği, hala bop temel üzerinde yükseliyor, Afrika’nın kattığı unsurları öne çıkarıyor, elastik ve özgür yapıda ritmik çeşitlilik sunuyordu; armonik açıdan gelişkin, son derece melodik karakterdeydi. Klasik anlayışın ön-arka, solo-eşlik kavramlarını esnetiyor, sade ancak detaylar açısından incelikli bir müzik sunuyordu. Terence Blanchard, tıpkı Miles gibi, kendine ayırdığı mütevazı konumu tutumlu ve çoğunlukla dramatik bir üslupla müziği yönlendirmek için kullanıyor, daha ziyade grup estetiğinin öne çıkmasını hedefliyordu.
2004’de, McCoy Tyner’ın Illuminations albümüyle eşlikçi sıfatıyla, 2008’de A Tale of God’s Will (A Requiem for Katrina) ile lider olarak, Best Large Jazz Ensemble Album kategorisinde ilk Grammy ödüllerini aldı. Blanchard, caz kültüründe üretilmiş en önemli epik öykülerden birisi niteliğindeki albümünde, New Orleans’ı yerle bir eden kasırganın arkasında bıraktığı yıkımı, yaraları tamir etmeye çalışan halkın yılgınlığını, direncini, isyanını ve tevekkülünü anlatıyordu. O zamanın uzaktan da olsa tanığıysanız ve aşağıdaki Levees’i dinlediğinizde içiniz acımıyorsa…
Choices‘da (2009), aktivist, yazar Dr. Cornel West’in okuduğu metinlerle, daha ziyade R&B şarkıcısı olarak tanınan Bilal’in soul/gospel şarkıcılığıyla, ifade araçlarına söz’ü de ekledi.
Ron Carter ve Ravi Coltrane gibi iki ağırsikletin konuk olduğu Magnetic (2013) şaşırtıcı şekilde (ya da Blanchard’ın sürekli yön değiştiren sanatsal üretimini bilenler açısından hiç de şaşırtıcı olmayacak üzere) straight-ahead post bop stilindeydi.
Yazının başında babasının amatör opera oyuncusu olduğundan bahsetmiştim; Terence Blanchard, gökkuşağı gibi renkli kariyerinin en önemli başarılarından birini, Champion operasının 2013’de Saint Louis şehrinin prestijli sahnesi, Opera Theatre’da gösterime girmesi ile yaşadı. Çocukluğunda dinlediği La Bohème yapacağını yapmıştı.
Akbank Caz Festivali’ne yanında getireceği grupla yayınlanan ilk albüm, Breathless (2015) ile, en başından beri evrimleşen yaklaşımına yeni bir halka ekledi. Yeni grubu E-Collective’i, o güne kadar (en azından saf) caz çalmamış davulcu Oscar Seaton‘ın, insanı afallatan davul stili üzerine kurguladı. Seaton gibi kıdemli ve görece ileri yaşta bir seçim bilinçliydi çünkü Blanchard, postbop’ın da temelinde olan swing’i, 60’lardan bu yana Afro-Amerikan kültürünün öncülük yaptığı diğer stillerin karakteristiklerinden groove ile genişletmeyi hedefliyordu; Seaton bu işin erbabıydı.
Son bir kaç albümünde yer alan klavyeci Fabian Almazan‘ın yanına delifişek gitarist Charles Altura‘yı ve tecrübeli basçı Donald Ramsey‘i ekledi. Blanchard’ın müziği artık funk, R&B, hip-hop, fusion da dahil siyahilerin tüm müziğini kucaklıyordu.
Bu noktaya kadar cazın içine diğer etmenleri eklemekte hiç de ürkek davranmayan ancak temelde postbop stilin içinde kalan Blanchard, E-Collective ile denklemi terse çevirdi; caz ya da bop, artık, diğer stillerin içinde bir eriyike dönüşmüştü.
Blanchard kariyerindeki en değerli zirveye, Fire Shut Up in My Bones‘un, 2021’de, ABD’nin ve New York’un beyaz dünyasının kutsal mekanlarından Metropolitan Opera House’da gösterilmesi ile erişti. Opera Evi, steril sahnesini, ilk defa bir siyahi tarafından yazılmış ve oyuncularının tamamı siyahi olan bir esere açmıştı. Bu gösterimi, Afro-Amerikalı George Floyd’un 2020’de polisler tarafından katledilmesi sonrasında ortaya çıkan direnişe, beyazların, politik doğrucukla verdiği ödün olarak görenler olduysa da, Fire Shut Up in My Bones, Afro-Amerikan kültürü açısından net bir zaferdi. Blanchard bu durum karşısında, kendisinden önce, en az aynı değerde eserler vermiş diğer siyahilere neden böyle bir şansın tanınmadını sormakla yetindi.
Blanchard, daha önce çeşitli kategorilerde 16 kez aday olduğu beşinci Grammy ödülünü, 2023’de En İyi Opera Albümü kategorisinde Fire Shut Up in My Bones ile aldı.
Absence (2021), Blanchard’ın, Wayne Shorter’ın bestelerini de içeren son albümü. Blanchard için Shorter, cazın dev ismi olmanın ötesinde anlam taşıyor. Her ikisi de Art Blakey grubunda sivrildi. Ama daha da önemlisi, Shorter, Miles’dan el alarak fusion akımının öncülüğünü yapmıştı. Miles ve Shorter’ın yeniye uyum sağlama vizyonu, Blanchard’ın tüm kariyerinin ilhamı oldu.
E-Collective, ilk bakışta, Miles’ın caz rock ya da Shorter’ın fusion gruplarıyla benzeşiyor olabilir ancak Absence, her ikisinin de etkilerinin kavramsal düzeyi aşmadığı nitelikte müzik sunuyor. İlk defa bu albümde gruba katılan ve İstanbul’da da seyredeceğimiz Turtle Island Quartet, sunuma hakim klasik atmosferinin sorumlusu. Hatta albüm, cazdan ziyade, Blanchard’ın film müziği ve orkestra yazılarının etkisini daha fazla gösteriyor. Bununla birlikte yazılı bir müzik gibi tınlamıyor, aksine, yaylıların olmasa da, E-Collective’in doğaçladığından şüphe edilmiyor.
Okuması zahmetli bu uzun yazının sonuna gelinceye değin Blanchard’ın diskografisindeki tüm albümleri tekrar ziyaret ettim; keyifli bir yazma yolculuğu oldu benim için. Size de aynı şeyi tavsiye etmeyeceğim. Ama en azından straight-ahead devresinin başyapıtı Wandering Moon ve son evresinin billurlaşmış örneği Absence’a kulak vermenizi öneririm. Bu dinleme serüveni Blanchard’ın değişimini apaçık sergileyecektir.
–
Terence Blanchard, 40 yıl önce Art Blakey’den yola çıktı, Miles ve Shorter’ın izlerini takip etti, kendi müziğini yaptı; atalarının ayakları zincirli halde adım attıkları zamandan bu yana yürüdükleri yoldan yürüdü, eşine az rastlanır bir müzikal miras inşa etti. Yolculuğu esnasında Afro Amerikan kültürünün ürettiği tüm müzikal türleri kucakladı. Zaman değiştikçe kendisini değiştirdi, kendisi değiştikçe müziği değiştirdi; sadece kendisinin müziğini değil, cazı da değiştirdi.
… ve Blanchard 29 Eylül Cuma akşamı, 33. Akbank Caz Festivali kapsamında Zorlu PSM, Turkcell Platinum Sahnesi’ne adım atacak.
Art, Miles ve Duke, eminim, kuruldukları köşede torunları ile gurur duyuyordur.
–
33. Akbank Caz Festivali Rehberi ŞURADA.
Terence Blanchard konserinin biletlerini ŞURADAN edinebilirsiniz.