Akbank Caz Festivali

Steve Coleman Reflex: Arı Gibi Üretken

İstanbul oldukça kalabalık bir şehir. Haliyle pek çok etkinlik gerçekleşiyor. Bazen arka arkaya müthiş konserler oluyor. Aktif bir konser ve etkinlik takipçisi sayılmama ve yıllardır belirli bir kalite çıtasının üstündeki etkinlikleri istikrarla takip etmeye çalışmama rağmen bir kısmını maalesef ıskalamak durumunda kalıyorum.

Dürüst bir gözlemimi paylaşayım; söyleşilerden, konserlere, gösterimlere kadar takip etmesi neredeyse imkansız sayıda etkinlik olsa da bunların çok büyük bir kısmında çeşitlilik ile kalite doğru orantılı gitmiyor.

Ağzı olanın konuşmacı zannedilerek eline mikrofon tutuşturulduğu, yokluktan kerameti kendinde sanan cühelanın da inanmadığı, bilmediği şeyleri papağan gibi tekrar ettiği sıkıcı paneller mi istersiniz? Günün kurtarılmaya çalışıldığı; müsamere havasında, körlerin sağırların büyük bir yılgın kabullenişle birbirlerini alkışladığı bayıcı etkinlikler mi?

Bu söyleşileri ya da konservari etkinlikleri izlerlerken görüşlerine çok değer verdiğim bir hocamın ‘kuru gürültü’ tanımı geliyor aklıma. Boş bir teneke kutuyu tepeden aşağı bırakırsınız, hızını alamadan tangır tungur, boş sesler çıkararak aşağı iner. Kuru gürültü işte tam bu! Gösteriş yapacak kadar, kültürlüymüş gibi satacak 1-2 laf geveleyebiliyorsanız, 1-2 şarkı mırıldanıp, tıngırdatabiliyorsanız oldu bu iş. Artık sahne sizin. 

Doğru olup olmadığını, yakışıp yakışmadığını kim sorgulayacak? Eğer sizin vicdanınız bu cicili bicili satranç tahtasındaki piyon olmaya razı geliyorsa, tebrikler; alay konusu olmaya hazırsınız demektir.

Bilinçli müziksever iyi müziği hakeder, daha iyisini talep etmeyen bilinçsizler ise kötü müziğe talim eder.

Kimi zaman ucuz eğlencenin bilgiye tercih edildiği, kalitenin yerin yedi kat altında gezdiği “Yeni Türkiye” stili bir pespayelik sarmalını gözlemliyorum kültür-sanat ortamlarında. “Bu ülkede bu kadar işte” diye kendilerini savunan kurum yöneticilerinin göz göre yalan söyleyip işlerine baktıkları bir ortam da var eğer yerseniz. İşini doğru yapanları tenzih ediyorum ama ülkenin kültür birikimi çarçur edilirken kafalarını kuma gömen isimlerin önündeki şaşaalı sıfatları kendilerinden büyükler ve benim kimlerden bahsettiğimi çok iyi biliyorlar.

Ayrıca aynı müzisyenlerin hemen her sene gelmesini bırakalım artık neredeyse senede 3-4 defa sahne aldığı, repertuvarda en ufak değişiklik yapmadan “Ay lav Turkey” diyerek aynı tası aynı hamamla hatta tellakla beraber bize kakalamaya çalıştığı konser kisvesi altındaki “dostlar alışverişte görsünler” düşüyor ara sıra önümüze. 

Instagram reklamlarıyla, medya ünlülerinin hikayelerinden basılan bomboş müzikler için salonların, alanların, koltukların, davetlilerin desteğiyle bir şekilde dolmuş olması bu kandırmacayı haklı çıkarır mı? Görünüşte dolu ama içi boş.

Alan memnun, satan memnun. Müzikseveri bilinçlendirme misyonunu sırtına giymiş olan sözde kanaat önderleri de arada bir suya sabuna dokunmadan günah çıkartmak dışında memnun. Kaybeden yalnızca, şehrin kültür-sanat hayatını takip etmek isterken vasata talim etmek zorunda bırakılan biz müzikseverler.

Bilinçli müziksever iyi müziği hak eder, daha iyisini talep etmeyen bilinçsizler ise kötü müziğe talim eder.

Neyse dostlar bu kadar dertleşme yeter asıl konuma dönüyorum.

Fotoğraf: Emre Topdemir

Steve Coleman Reflex üçlüsü ile 17 Kasım’da Cemal Reşit Rey Konser Salonu’nda sahne aldı.

Yukarıda bahsettiğim bütün bu kandırmacalar bir yana, geçtiğimiz günlerde çok sıkı bir konser izledim. Besteci, şair, teorisyen, saksofoncu Steve Coleman, elektrik basta Rich Brown ve davulda Sean Rickman‘dan oluşan Reflex üçlüsü ile 17 Kasım’da Cemal Reşit Rey Konser Salonu‘nda sahne aldı. Tahmin edebileceğiniz gibi tribünlere oynayan, seyirciyle şakalaşmaktan neredeyse şarkı söylemeyi unutan eğlencelik bir müzik figürü olmadığı için ya da çok popüler olmadığı için salonun tamamını dolduramadı. Ama yine de üçte ikisinden fazlası doluydu. İyi ve kötü arasındaki ayrımı yapabilen, canlı müziğe ilgili 2/3 salon dolusu seyircimiz var, ne mutlu!

Fotoğraf: Emre Topdemir

Coleman, 14 yaşında saksofona başlamış. Doğaçlama evreninin kapılarını ona Charlie Parker açmış. Charlie Parker ve Coltrane üzerine etkileyici ve derinlikli çalışmalar yapmış. Kendisini de bu soyun devamı olarak gördüğü için benzer bir süreç izlemiş. Chicago Müzik Koleji‘nde okurken şehrin cazlı gecelerinin büyüsüne kapılmış, yolunu bulmak için ustalarının ayak izlerini takip etmiş, doğaçlama üsluplarından etkilendiği Von Freeman ve Bunky Green gibilerinin yanında sahne tozu yutmuş ve yirmi ikisinde, Chicago’dan alabileceğini aldığının kararına vararak New York’a gitmiş. Thad JonesMel Lewis, Cecil Taylor ve Sam Rivers gibi ustalarla çalıştıktan sonra Five Elements ile New York’un gözden uzak kulüplerinde geçirdiği zamanların ardından Cassandra Wilson ve Greg Osby gibi diğer genç Afro-Amerikan müzisyenlerle işbirliği yapmış ve M-Base olarak adlandırılan hareketi kurmuşlar.

Nate Chinen’in Coleman hakkındaki bir yazısında okumuştum; Coleman, 1977’de Chicago’da öğle saatlerinde şehir parkında alto saksofon çalışırken yakında dolaşan arıların ayrıntılı ve ezoterik bir şema tarafından yönetiliyor gibi görünen uçuş düzenini izlemiş ve şaşkına dönmüş. Bu çalışkanlıkla örülü, düzenli biçimsel yapı Coleman’ın tekrara dayalı ritim kurgusuna oldukça ilham vermiş.

“Bir dağa bakabilmek ve dağı çalabilmek istiyorum.”

Aslında Coleman’ın burada gördüğü ve müziğiyle kurduğu bağ sadece bir ilham alışverişinden ibaret değil. Böyle olmadığını 2006’da gerçekleştirdiği bir başka röportajında şu sözleriyle açıklıyor: “Bir dağa bakabilmek ve dağı çalabilmek istiyorum.” Burada ifade ettiği şey dağa baktığında ondan ilham almaktan öte, dağa bakıp nota gibi bir şeyler görmek ve onu çalmak istediğiydi. Yani hayatı hem gözleriyle hem de kulaklarıyla özümseyip sonsuz sayıda gözlem ve algıdan süzdüğü bir yaratıcılık evreni meydana getirme isteği. Konser akşamı, sahnede muhtemelen dünyada görüp görebileceğimiz en muhteşem ritim ikililerinden Rickman ve Brown’un eşsiz katkılarıyla namütenahi bir yaratıcılık dehlizi içerisine çekildik. 

Fotoğraf: Emre Topdemir

Konser, hissiyatı cazın köklerinden beslenen bir icra stilinin funk formuyla birleştiğinde ne derece canlı ve yaratıcı bir hal alabileceğinin kanıtıydı. Deyim yerindeyse, Coleman’ın müziği funk’ın günümüz müziğine en doğru uyarlanabilen biçimi gibiydi. Bol bol serebral icralar ve derin bir konsantrasyon içeren bir konserdi. Ama aynı zamanda her saniyenin duyumsanarak, hissedilerek müzisyenler arasında milisaniyeler müddetinde paylaşıldıktan sonra seyirciye servis edildiği eşsiz bir müzik deneyimiydi.

Solo bölümlerine gelindiğinde ise üç kişilik orkestradan solocu müzisyen, hızla akan groove hattının önünde solo için alan kazanırken diğer iki müzisyen tekrar eden ritimleri icra ederek geriye çekiliyordu.

Fotoğraf: Emre Topdemir

Davulcu Sean Rickman’a ayrı bir parantez açmak istiyorum. Daha evvel Timuçin Şahin’s Flow State ekibinde hem canlı hem de stüdyoda izlediğim Rickman, konserden 1-2 gece önce beklenmedik bir sakatlık geçirdi. Yoğun ilaç ve fizik tedavi sonrası sahnede yerini alan Rickman, konserin ilgi odağıydı. Sakatlığından dolayı bir saniye olsun performans düşüklüğü yaşamadı, daha doğrusu ağrısı olduğu halde bize hissettirmedi. Bu denli araştırmacı, icra alanını bir an olsun dağıtmadan, kontrollü-dinamik çalan dikkat çekici bir davulcu ile çok az karşılaştım. Konser boyunca dikkatimi Rickman’dan alamadım. 

Coleman’ın tur programında konserin duyurusunu aylar öncesinde gördüğümde çok heyecanlanmıştım. Konser boyunca devam eden heyecanım bu yazıyı yazarken dahi devam etti. Benim için bu yılın tartışmasız en büyük kazanımlarından biri, bu derinlikli ve vizyoner müzisyenleri canlı canlı dinlemek oldu. Tüm tatsızlıkların üzeri müzik dolu bir perde ile örtüldü. Bu konser, bir canlı albüm kaydına dönüştürülebilse başucu albümlerimden biri olabilirdi. 

Timuçin Şahin’s Flow State albümü hakkında bilgi BURADA.

Steve Coleman hakkında daha kapsamlı bilgi BURADA.

Burak Sülünbaz

Co-Founder, Jazz Writer // Kurucu Ortak, Caz Yazarı

Burak Sülünbaz 'in 193 yazısı var ve artmaya devam ediyor.. Burak Sülünbaz ait tüm yazıları gör

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir