Stan Getz ve Unissued Session Copenhagen
Cazseverlerin hatırlamayı unutmaması gerekenler listesinin üst sıralarında olduğunda herkesin hemfikir olduğu, ancak bir nedenden ötürü endüstri ve caz basınınca ihmal edilmekten de kurtulamayan müzisyenlerin başında, galiba, Stan Getz geliyor. Getz, sanatsal açıdan ürettikleriyle zirveden hiç düşmediyse de, müzisyenler de dahil onu yakından tanıyanlarca daha ziyade sevimsiz davranışları, bencilliği ve çatışmacı kişiliği ile anılıyor. Bu nedenle de endüstrinin ve caz basınının kodamanları onu fazla hatırlamamayı tercih ediyor.
Söz konusu ihmal edilenler listesi aslında çok kalabalık dediğinizi duyar gibiyim. Haklısınız ama Getz’in, diğerlerinden belirgin bir farkı var. Cazı caz yapan öğelerin hiç birinden feragat etmeden, rahatça dinlenebilen müzik yapmayı, Stan Getz düzeyinde çok az caz müzisyeni becerebilmiştir. Tenor saksofonda elde ettiği ton öylesine belirgin ve güzeldir ki, enstrumandan alınması gereken yegane sesin bu olduğunu dahi düşündürtebilir. Zaten The Sound lakabını da böylelikle almış. Mükemmel tekniği, kusursuzca ilerleyen hitabeti, balad yorumlarındaki benzersiz derinlik, ifadelerindeki berraklık ve enstrumanında eriştiği yetkinlik düzeyi, onun, caz tarihinin en büyük doğaçlamacıları arasına girmesini haklı olarak sağlamıştır.
1943’de henüz 16 yaşındayken Jack Teagarden orkestrasında profesyonel olarak çalmaya başlamasından 1991’de ölümüne kadar müzik yaşamını faal olarak sürdürdü. Özellikle 50’lerde ve 60’larda Norman Granz‘ın kurduğu plak şirketleri üzerinden -aralarında Conception, Stan Getz Plays, Recorded Fall 1961, Focus gibi cool cazın mücevherlerinin olduğu onlarca albüm yayınladı, Amerika’nın doğusundan ayrı olarak batı yakasında billurlaşan West Coast Jazz stilinin öncüsü oldu. Coltrane ve Rollins gibi iki dev ismin de popüler olduğu bu dönemde dinleyici kitlesi, onu defalarca Downbeat anketlerinin zirvesine çıkardı.
60’ların ilk yarısında, Jazz Samba, Big Band Bossa Nova, Getz/Gilberto gibi albümlerle, cazın samba ve Brezilya müziği ile kaynaşmasının ateşleyicisi oldu, estetik ölçütleri belirledi ve albümleri milyonluk satış rakamlarına ulaştı. 70’lerin başında Marrakesh Express‘de rock parçalarını yorumladıysa ve Captain Marvel‘de caz fusion stilini denediyse de, yaşamı boyunca akustik caza ve standartlar kitabına bağlı kaldı.
Klasik dönemin bir çok yıldızı gibi Getz de 80’lerle birlikte rönenansını yaşamaya başladı. Concord Jazz etiketiyle Spring is Here, Blue Skies, Pure Getz gibi akustik cazın başyapıtları arasında sayılan albümler yayınladı. Yaşamının son dönemlerinde, çalışının karakteristiği değişmeye başladı, isyankar bir havaya büründü.
Yaşamının son yıllarında, bozulan sağlığına rağmen, piyanoda Kenny Barron, basta Rufus Reid ve davulda Victor Lewis’den oluşan ve caz tarihinin en önemlilerinden biri olarak takdir ettiğim grubuyla düzenli sahne aldı. Jazzhus Montmartre’da bu dörtlüyle ve ölümünden sadece birkaç ay önce Kenny Barron’la ikili olarak verdiği konserler ve onların kayıtları ile elli yıla yaklaşan müzikal yaşamını zirvede kapattı. Dörtlünün Serenity ve Anniversary, ikilinin ise People Time albümlerini mutlaka dinlemenizi öneriririm.
Stan Getz, aslını sorarsanız, kötü şöhretine rağmen cazın zirvesindeki yerini hala koruyor. Music Metrics Vault raporuna göre, Spotify’da en çok dinlenen caz müzisyenleri listesinde, Ella Fitzgerald’ın arkasından ikinci konumda. Bir başkası, ChartMasters ise Getz’i on beşinci konumda gösteriyor. Ne gam, her ikisine göre de ortalama her ay 4.3 milyon parçası dinleniyor. 43 yıl önce hayata gözlerini yummuş bir müzisyen hiç de fena bir figür değil.
Ölümünden sonra yirmi civarında Stan Getz kaydı, saksofoncunun zengin külliyatına eklendi. Son döneminin klasik dörtlüsüyle stüdyoda kaydettiği Bossas & Ballads (1989/2003 Verve), Barron ile ikili Montmartre’daki destansı konserlerinin tamamını içeren yedi albümlük People Time: The Complete Recordings kutu seti (1991/2009 Universal), Paris’in ünlü kulübü New Morning’de o dönem düzenli çalıştığı (ve harika) dörtlüsüyle verdiği konserin kaydı Stan Getz Quartet Live in Paris (1982/1996 Dreyfus) mutlaka edinilmesi, dinlenilmesi gerekenler arasında.
Eh, fark etmişsinizdir, Getz’in yaşamını ve eserini özetleyen bu girizgah okuyucuyu yeni bir albüme hazırlıyor.
Steeplechase Records etiketiyle geçtiğimiz ay yayımlanan Unissued Session Copenhagen, Getz’in 50. doğum gününü kutlamak için ardışık 3 gün boyunca Montmartre’da düzenlenen kapalı gişe konserlerin ertesi günü, 30 Ocak 1977’de girdikleri stüdyoda kaydedilen parçaları ve sözü geçen konserlerden daha önce yayınlanmamış iki parçayı içeriyor. Montmartre kayıtları, aynı yıl Live at Montmartre adıyla iki plak halinde yayınlanmış, CD baskısına iki yeni cira eklenmişti. Getz’in zengin diskografisinin en iyilerinden biri olarak görülen ve Stan’s Party olarak da anılan albüm, hatırı sayılır ilgiye mazhar olmuş ve sanatçının çok satarları arasına girmişti.
Stüdyo kayıtlarının rafa kaldırılmasının bir nedeni o gün sadece 28 dakikalık yeni kayıt yapılmış olması ve repertuvarın konser kaydınınkiyle benzeşmesi ise, diğer nedeni de, Live at Montmartre’ın gördüğü ilgiden ötürü yeni bir albümün dinleyicisini bulamayabileceği riski gibi gözüküyor. Yoksa Unissued Session Copenhagen, yoksanacak bir albüm değil, uzun süredir bir arada çalan fantastik bir dörtlünün birinci sınıf kayıtlarını bir araya getiriyor.
Bana kalırsa, yeni albümün asıl kıymeti, Stan Getz’in kariyeri boyunca birlikte çalıştıkları arasında en maceraperest piyanist diye tarifleyebileceğim Joanne Brackeen‘in varlığından kaynaklanıyor. Erkekler tarafından da birlikte çalışmak için tercih edilen kadın müzisyenlerin çoğaldığından -ne iyi ki- bahsedebiliyorsak, bunda, Brackeen’in görmezden gelinemeyecek derecede olağanüstü müzisyenliğinin payı çok.
Getz, şöhreti ülkesini çoktan aşmış, adı kontrabasın gelmiş geçmiş en büyük ustaları arasında sayılan Niels-Henning Ørsted Pedersen‘le birlikte çalma fırsatını kaçırmamak için basçı Mike Richmond hariç o dönemdeki sabit ekibiyle Danimarka’ya gelmiş. Profesyonel kariyerine on dört yaşındayken başlayan NHØP, ertesi yıl sahnesine adım attığı günden itibaren Montmartre’ın -deyim yerindeyse- kadrolu basçısı olmuş, Avrupa’nın en prestijli kulübüne çalmaya gelen dönemin önemli müzisyenlerine eşlik etmeye başlamış. Unissued Session Copenhagen kayıtları esnasında ise toplamda on beş yıl çalışacağı Oscar Peterson üçlüsünün beş yıllık basçısı konumunda.
1962-65 arasında bu stilde 5 albüm kaydetmiş olan ve bir caz müzisyeni için hayal edilmesi güç miktarda para kazanan Getz -ki sadece The Girl from Ipanema telifi bile çocuklarının üniversite masraflarını karşılamaya yetmiş- zaman zaman konserlerinde ve albümlerinde çalmaya devam etmişse de, adının sadece bu stille anılmasından rahatsız olup eski stiline geri dönmüştü.
Getz muhtemelen kendisini daha ziyade o dönemiyle tanıyan Avrupa dinleyicisini mutlu etmek için Milton Nascimento‘nun bossa nova bestesi Cançao Do Sol ile başlıyor. Repertuvarına yeni eklediği bu besteyi üç farklı yorumla dinleme şansı buluyoruz. Getz her zamanki gibi lirik ve derin çalıyorsa da Brackeen, Fender Rhodes solosuyla icranın yıldızı konumuna eriyor. Yalın bir şiir tadındaki NHØP ve zigzaklarla ilerleyen Getz sololarını da atlamayalım. Düzenleme açısından fark içermese de, her üç versiyondaki Brackeen sololarına dikkatinizi vermenizi öneririm. Getz’le çalışan tek kadın müzisyen olan bu öncü ve ne yazık ki göz ardı edilen piyanisti dinleme şansı albüme bambaşka bir cazibe sunuyor.
Onunla çalıştığı dönemde saksofoncunun repertuvarına giren Chick Corea imzalı Litha icrasında, Billy Hart ve NHØP parçanın değişken temposunu mükemmel şekilde idare ediyor, Brackeen yine Rhodes ile Getz’in heyecan verici solosunu destekliyor, ardından o da icraya kendi imzasını bırakıyor. Yüksek tempolu diğer bir parça, İngiliz trompetçi Kenny Wheeler imzalı Quiso‘da, dörtlü (yine) müthiş bir uyumla çalıyor, Getz orta ve üst perdede dolanıyor, Brackeen asıl enstrumanı akustik piyanodaki hünerini sergiliyor.
Getz, swing, bop ya da Latin farketmeksizin nefes kesici tempoda rahat ve çevik çalan bir saksofoncu olmasına rağmen dinleyicisi en çok onun yavaş tempolardaki çalışını takdir ediyordu. Caz tarihinin en iyi balad yorumcularından biri olarak Getz, kariyeri boyunca sık çaldığı, Benny Golson’ın efsanevi trompetçi Clifford Brown’a övgüsü I Remember Clifford, daha önce hiç yorumlamadığı, Billie Holiday’in imza şarkısı, Alex Wilder imzalı Lady Sings the Blues ve Duke Ellington’ın kendisi gibi orkestra şefi olan oğlu Mercer Ellington’ın bestesi Blue Serge olmak üzere üç baladda ustalığını konuşturuyor.
Piyanodaki ışıltılı tekniğiyle Brackeen’in, varlığını sürekli hissettiren tonuyla NHØP’nin, icranın pürüzsüzce akmasını sağlayan Hart’ın eşliğiyle Getz, parçaların ana temasını kararlılıkla ortaya koyduktan sonra, zaman zaman sakinliğini bozan duygusal patlamalarla sololarını sergiliyor.
■
Unissued Session Copenhagen, arşivden çıkarılıp ticari kaygılarla basılan ve kurnaz pazarlama yöntemleriyle satışa sunulan vasat albümlerden değil. Uzun zaman birlikte çalmış bir ekibin yanına Avrupa’dan çıkmış en iyi caz basçılarından birisini alıp seyirci önünde çaldıktan sonra coşku ve tutkuyla kaydettiği özenle seçilmiş bir repertuvarı içeriyor ve Stan Getz diskografisini zenginleştiriyor.
SteepleChase’in kurucusu Nils Winther’in, geride kalan 50 yıl içinde arşivinde neleri biriktirdiğini hayal bile edemiyorum. Umalım da, şirket ayakta kalmaya devam etsin ve dinleyeceğimiz anda yokluklarının nasıl da boşluk bırakmış olduğunu fark edeceğimiz kayıtlar dinleyicisiyle buluşmaya devam etsin.
■
Meraklısına Notlar:
- Happy Birthday Astrud Gilberto
- Turgay Yalçın’ın Dark Blue Notes’daki yazıları
- 2024’de çıkan diğer caz albümleri.
- Steeplechase Records resmi web sitesi
■■■