Akbank Caz Festivali

Piyanonun Şairi: Tommy Flanagan

Piyano üçlüsü formuna zerafet katan, çaldığı her ortama şeref veren büyük piyanist Tommy Flanagan 1930’da ABD’nin Detroit şehrinde doğmuş. Daha ziyade Amerikan otomotiv endüstrisinin başkenti olarak tanınıyor olsa da, Detroit, modern cazın gelişiminde kritik öneme sahip bir şehir. Flanagan’ın yetiştiği caz atmosferini anlamak için o şehirden kimlerin çıktığını, o dönemde şehirde kimlerin sahne aldığını sıralayayım: Jones kardeşler, piyanist Hank Jones, trompetçi Thad Jones ve davulcu Elvin Jones, gitarist Kenny Burrell, vibrafoncu Milt Jackson, vokalistler Betty Carter ve Sheila Jordan, piyanistler Barry Harris, Hugh Lawson ve Roland Hanna, trompetçi Donald Byrd, saksofoncular Lucky Thompson ve Yusef Lateef, basçılar Paul Chambers ve Douglas Watkins, bariton saksofoncu Pepper Adams, tromboncu Curtis Fuller. Farkındasınız değil mi, sadece bu isimlerin albümlerini toparlasak, orta büyüklükteki bir oturma odasının raflarını dolduracak kadar plak edinmiş oluruz.

“Flanagan benim kahramanımdır. Onu ilk kez duyduğumdan bu yana bu yaşlı adamın dokunuşuna ve ifadesine olan hayranlığım sürüyor. Öldüğü güne kadar beni etkilemeye devam etmiştir. Hatta hala…”
– Kenny Barron

Flanagan, 6 kardeşin en küçüğü. Annesi amatör bir piyanist. 6 yaşında klarnete, 11 yaşında piyanoya başlamış. Barry Harris ve Kirk Lightsey’i de yetiştiren Gladys Wade Dillard‘dan piyano dersleri almış. Fats Waller, Art Tatum, Nat King Cole ve hemşehrisi Hank Jones’un icralarını dinleyerek, onlara öykünerek kendisini yetiştirmiş. Başlangıçta, kaçınılmaz olarak Art Tatum ve Teddy Wilson‘ın etkisinde kalmışsa da bebop çılgınlığı Flanagan’ı da etkilemiş, müzikal düşünceleri ve doğaçlama yaklaşımı üzerinde güçlü bir etkisi olan Bud Powell‘ı etüd etmeye başlamış.

Ne zaman bir caz ustası şehre gelse onları dinlemek ve plaklarda ya da radyoda işittiklerinin canlı halini görmek için sahne aldıkları mekanlara gitmiş. Bazılarına kalabalığın arasına sızarak kaçak girmişse de, yaşı tutmadığı için çoğunlukla kapının önünde dikilip dışardan dinlemek zorunda kalmış.

Ustalığı o denli dikkat çekmiş ki, henüz on beşindeyken trompetçi Frank Rosolino ve saksofoncu Lucky Thomson‘la sahne almaya başlamış. Hatta o yaşta, Charlie Parker‘ın Detroit’teki bir konserinde piyanonun başına dahi oturmuş.  Ardından da şehrin ünlü caz kulübü Blue Bird Inn’in house piyanisti olmuş. Ömrünün sonuna kadar her fırsatta birlikte çalacağı Kenny Burrell da aynı kulübün gitaristi, Elvin Jones da davulcusu.

Kenny Burrell ve Tommy Flanagan

Rivayet o ki, Flanagan, set arasında barın arka odasında ödevlerini yaparmış. Bıyıklarından ötürü başlangıçta dikkati çekmemiş ama yaşının küçüklüğü farkedilince, barın sahibince kapı dışarı edilmiş. Askere gidinceye kadar da Detroit’te şehrin –az önce saydığım ve sayamadığım- sağlam müzisyenleriyle ve ziyaret eden devlerle birlikte çalmış.

Piyanistliği askerliğinin ilk yılında Kore Savaşı’na gönderilmesini engellemişse de, hizmetinin son bir yılını savaş bölgesinde geçirmiş. Dönüşte tekrar Blue Bird’deki piyanonun başına oturmuş.

Flanagan 1956’nın başında , yakın arkadaşı, hemşehrisi, gitarist Kenny Burrell’ın cesaretlendirmesiyle cazın başkentine, New York’a taşınmış ve ayağının tozuyla kendini sahnede bulmuş. O yıl içerisinde eşlikçi olarak 13 albümde yer almış. Şehre yeni gelen birisi için hiç de fena bir rakam değil. Hatta şehirdeki ilk zamanlarında, bir nedenden ötürü sahneye çıkamayan Bud Powell’ın yerine Birdland’in piyanosunun başına dahi oturmuş.

Yine aynı yılın temmuzunda, önce Cleveland’da sonra da Newport Jazz Festivali‘nde, daha sonraları piyanisti ve müzik direktörü olacağı Ella Fitzgerald’ın eşlikçisi olarak sahne almış. New York’a gelişinin üzerinden henüz birkaç ay geçmişken, dönemin en büyük yıldızlarından birisiyle aynı sahnede olmak Flanagan’ı öylesine germiş ki doğru düzgün çalamamış. Cleveland konserinin bir anında Ella’nın piyanoya yanaşıp, “böyle çalmaya devam edeceksen sahneden ineceğim” dediği rivayet edilir.

Peki ayağının tozuyla bu kadar ilgi görmesinin nedeni ne olabilir?

Flanagan herşeyden önce, dönemin baskın tarzı bebop’ın bulmacavari akor yapısına son derece hakim bir piyanist. Bu tarzın armonik zenginliğini çok iyi hazmetmiş olmakla birlikte, akranlarının tersine, çalışını dönemin kontrolsüz yırtıcılığından özenle koruyor. Flanagan, en başından itibaren, saflık ve berraklığın, tekniğin ihtişamından daha önemli olduğunun farkında.

Çaldığı her nota, bastığı her akor o ana ve diğer müzisyenlerin çaldıklarına uygun, en doğru tercihlermiş gibi tınlıyor; icranın bütünlüğünü korumasını sağlıyor. Sadece kendi solosunun değil diğer müzisyenlerin de orijinal temaya ve akor yapısına uyumlu bir şekilde çalmasını teşvik ediyor. Üstelik akıcılık, tutarlılık ve süreklilik arzeden lirik bir çalış stili ve tertemiz tuşesi var. Bunlara ilaveten ve belki de bunlardan da önce, son derece beyefendi ve esprili bir kişiliğe sahip ve akranları arasında yaygın olan lakayıtlığın tersine, sıkı bir iş disiplinine sahip.

Detroit’te birlikte cazı keşfettikleri ve her birisi caz geleneğini derinden etkilemiş müzisyenlerin ciddi desteğini gördüğünü ve Amerikan şarkı kitabının seyrek ziyaret edilen şarkıları da dahil olmak üzere çok geniş bir repertuvara sahip olduğunu ilave edelim.

İşte tüm bunlar, caz tarihinin en çok kayıt yapan ve sevilen piyanistlerinden birisi olmasını sağlıyor.

1957 Flanagan’ın müzikal yaşamı açısından önemli bir yıl. Idrees Sulieman, John Coltrane, Kenny Burrell, Doug Watkins ve Louis Hayes olmak üzere hepsi de Prestige Records’un kataloğunda yer alan müzisyenlerden oluşan The Prestige All Stars grubuyla The Cats albümünü kaydeder. J.J. Johnson grubuyla birlikte Avrupa turnesine çıkar; müziksever Avrupa dinleyicisinin ilgi odağı olur ve İsveçli plak şirketi Dragon Records etiketiyle yayınlanacak olan ilk albümü Overseas‘in kaydını yapar. İleriki yıllarda yayınlayacağı albümlerin prototipi niteliğindeki bu kayıtta Flanagan’ın yanına, basta Wilbur Little ve davulda yakın arkadaşı Elvin Jones katılır.

1957 ve 1962 yılları arası Tommy Flanagan’ın eşlikçı sıfatıyla en yoğun dönemi. Yüzlerce albümde yer alır ve lider olarak sadece 2 albüm yayınlar. Bu albümleri dinlediğimizde durumun tam tersi olduğundan şüphe etmesek de, Flanagan o dönemde lider olarak kayıt yapmaktan kaçındığını, teknik yetkinliğini yeterli bulmadığını söylüyordu.

Mükemmeliyetçiliğindendir deyip geçmek lazım.

Tommy Flanagan 1959’da, efsanevi Giant Steps kaydı için John Coltrane‘le birlikte stüdyoya girer.

Flanagan ve Coltrane daha önce, başkalarının albümlerinde yan yana çalmış iki müzisyen. Coltrane’in, Miles Davis ve Thelonious Monk’un tedrisatından geçtikten hemen sonraki müzikal arayış sürecinin başlangıcında, sheets of sound olarak nitelenen tekniğinin doruk noktasında kaydedilmiş, Giant Steps. Hani nefes kesici bir şekilde çaldığı notalar buketi içerisinden seçtiği bazı notalara yaptığı özel vurgularla, melodik akışın ima edilerek sunulduğu nev’i şahsına münhasır bir teknik diye açıklamaya gayret edeyim. Lafla olmuyor, dinleyince daha iyi kavrıyor insan.

İşte Flanagan da çok farkında değil Coltrane’nin geldiği aşamanın.

Giant Steps kayıt seansı esnasında, saat yönünde John Coltrane, Tommy Flanagan, Paul Chambers, Art Taylor

Coltrane stüdyoda Flanagan’a parçanın akorlarını gösterir. Flanagan kayıt öncesinde prova yapar ve “evet tuhaf bir akor gelişimi var parçanın ancak çalabilirim” diye düşünür.

Kaydın başlamasıyla birlikte tempoyu duyunca darmadağın oluyr Flanagan; Coltrane’i zorlukla takip eder ve solo sırası kendisine geldiğinde, o, daima en uygun cümleleri söylemesine alışkın olduğumuz müzisyen fikir karmaşası içerisinde bocalar. Sonraları bazı eleştirmenler Flanagan’ın buradaki solosunun Coltrane’in üslubuna kontra bir hava yarattığını söyleyip durumu kurtarmaya çalışsa da, bu icra Flanagan’ın uzun müzikal yaşamının uygunsuz diye nitelenebilecek yegane solosunu içeriyor.

Kim bilir, belki de bu seanstan sonra kendine güvenini kaybetmiş ve bu dönemde kendi adına nadir albüm kaydetmişti Flanagan.

Flanagan’ın eşlikçi olduğu albümler arasında en önemlilerinden biri de The Incredible Jazz Guitar of Wes Montgomery. Wes Montgomery’nin inanılmaz caz gitarı; sadece gitar değil, bana kalırsa, müzik seven herkesin dinlemesi ve edinmesi gereken bir başyapıt. Tarihçiler Montgomery’yi Charlie Christian’dan sonraki dönemin en önemli gitar stilisti olarak kabul ediyorlar. Her ne kadar caz, hiç bir dönemde iyi gitaristten mahrum kalmadıysa da, bu enstrumanda Montgomery’den sonra yeni bir caz gitar stilinin oluşması için rock müziğin yükselişinin etkisiyle cazda yaşanan gerileme hatta durma devrinin tamamlanması gerekti.

Montgomery kendisinden önceki devirde saksofon stiline öykünen ve çizgisel bir hatta ilerleyerek çalan gitaristlerin aksine çalışını, inanılmaz bir hızda ve berraklıkta sıraladığı akor dizileri üzerine oturtuyordu. Teknik yetkinliği ile kısa sürede üne kavuşan Montgomery daha sonraları ticari hüviyette bir müzik yapmaya başladıysa da çağdaşları ve ardılları üzerinde ciddi bir etki bıraktı.

“Tommy Flanagan ruhumun derinlerinde işitip de dışarı çıkarmak istediklerimi şarkıya dönüştürmemi sağladı.”
– Ella Fitzgerald

Başlangıçta daha ziyade modernistlerle çalışmış olan Tommy Flanagan, 60’ların başından itibaren, Coleman Hawkins, Arnet Cobb, Harry Sweets Edison gibi swing döneminin ustalarıyla da sahne almaya başlar.

Profesyonel kariyerinin ilk 6 yılında yüzlerce albüm kaydeden alan ve bu süre boyunca hiç işsiz kalmayan Tommy Flanagan, 1963’de, Norman Granz’ın ısrarlarına dayanamaz ve ikinci kez Ella Fitzgerald’ın grubuna katılır. 2 yıl boyunca bu büyük vokalistin piyanistliğini yapar ve istisna durumlar hariç başka hiçbir projede yer almaz. 1965’de Ella’dan ayrılıp serbest müzisyenliğe geri döndüğünde, cazın eski görkemli yıllarını geride bırakmış olduğu gerçeğiyle yüzleşir.

Bir süre Tony Bennett’in piyanistliğini yapar, birkaç albümde çalar ancak 66 ve 67 yılları Flanagan’ın lider ya da eşlikçi olarak hiçbir kayıtta yeralmadığı yıllar olur.

Bu durum sadece Flanagan için geçerli değildir. Caz 1960 ortalarından 1970 ortalarına kadar geçen yaklaşık 10 yıllık sürede kelimenin tam anlamıyla dibe vurur. Ne öncesinde ne de sonrasında olmadığı kadar kurak ve caz müzisyenleri açısından acımasız bir dönem başlamıştır.

1968’de Granz’in ve Ella’nın teklifini biraz gönülsüz de olsa kabul eder, üçüncü kez Ella Fitzgerald’ın grubuna katılır, aynı zamanda müzikal direktörlük görevini de üstlenir. Bazılarına göre, birlikte çalıştıkları 10 yıl hem ticari hem de sanatsal açından Ella Fitzgerald’ın altın dönemidir.

Bu dönemde öylesine mükemmel eşlik çıkarır ki, Ella bir söyleşisinde onun için şöyle konuşur: “Flanagan ruhumun derinlerinde işitip de dışarı çıkarmak istediklerimi şarkıya dönüştürmemi sağladı.”

Ella haklı, şöhretinin belki de en yüksekte olduğu, tüm dünyada kapalı gişe konserler verdiği dönemde, performansını parlatan, cilalayan, onu müzikalitenin doruklarına çıkaran kişi Flanagan’dır.

Flanagan açısından bakıldığında ise, durum bundan bir hayli farklı. Ayrılışından kısa süre sonra yapılan bir söyleşide Ella’yla yaptığı çalışmaların müzik tarihinde önemli iz bırakmadığını düşündüğünü söyler. Muhtemelen o da haklı; nihayetinde her gece Mack the Knife çalmak, solistin yoluna çıkmamak için çalışını sürekli geriye yaslamak ve saatler boyu nota kitabını takip etmek durumunda kalmak, Flanagan kalibresindeki bir müzisyenin uzun süre yapmayı isteyeceği son şey olabilir.

Kim (daha) haklı bilinmez.

Ed Thigpen, Ella Fitzgerald, Frank de la Rosa, Tommy Flanagan

Flanagan nihayet 1974’de Zürich’de tek başına stüdyoya girer, ancak kayıt 2005’e kadar arşivde tozlanmaya terk edilir.

Hemen ardından, 1975’de Tokyo’da, Ella’ya eşlik eden diğer müzisyenlerle birlikte, bu sefer Norman Granz’ın prodüktörlüğünde stüdyoya girer. Trio, Duke Ellington ve Billy Strayhorn bestelerinden oluşan repertuvarı mükemmel bir şekilde icra eder ve plak aynı yıl, son albümünün yayımından tam 15 yıl sonra, Tokyo Recital adıyla ve Pablo Records etiketiyle yayınlanır.

1976’da CBS Japonya kataloğundan, yine bir trio kaydı, Positive Intensity yayınlanır. Karanlık zamanları geride bırakan caz alemi, en nihayet Tommy Flanagan’ın farkına varır ve 1977’de 4 kez stüdyoya girer.

..ve sayısız konserle, seyahatlerle, huzursuz otel konaklamalarıyla, uykusuzlukla, bitmeyecekmiş gibi uzun süren turnelerle dolu 10 yılın sonunda, Tommy Flanagan kalp krizi geçirir ve bir daha geri dönmemek üzere Ella Fitzgerald’dan ayrılır; Flanagan’ın müzikal kariyerinin üçüncü ve son bölümü başlar.

Geride bıraktığı 20 küsür yıllık kariyerinin yarısını diğer müzisyenlere ve diğer yarısını Ella Fitzgerald’a eşlik ederek geçiren Flanagan, böylelikle, müzikal fikirlerini kendi tercihleri doğrultusunda gerçekleştirmeye adayacağı liderlik dönemine girer.

Flanagan, bu dönemde Al Foster ve Billy Higgins gibi ustalarla; Peter Washington, Lewis Nash, Kenny Washington gibi genç kuşağın virtüöz müzisyenleriyle çalıştı. George Mraz’la aralarındaki uyum, otoriteler tarafından, Bill Evans ve Scott LaFaro’nunkiyle karşılaştırılıyor. Trio kayıtları modern dönem caz klasisizminin doruğu olarak kabul ediliyor.

Eleştirmen Gary Giddins bu durumu skandal hatta delilik olarak nitelemişti; Blue Note’dan çıkan tek albüm hariç, 2011’de ölümüne kadar kaydettiği 30 albümün tamamı, Avrupa ve Japonya menşeili bağımsız plak şirketleri tarafından yayınlandı ve vatanı Amerika’da sınırlı bir şekilde dağıtıldı.

Müzisyenler, eleştirmenler ve dinleyiciler tarafından bunca takdir görmüş bir müzisyenin daha geniş kitleye erişmesini sağlayabilecek şirketler tarafından yok sayılması, en hafif tabiriyle, suç olarak nitelenebilir.

Eşlikçiliği bırakıp tümüyle solo kariyerine odaklandığı son dönemi Flanagan için yoğun geçer. Cazın yükselişe geçtiği bu yıllarda her kuşaktan müzisyenin, özellikle piyanistlerin idolü konumuna yükselir. Flanagan’ın müzikal yaratıcı düşüncesinden ve piyanistik akıcılığından etkilendiğini söyleyenler arasında Kirk Lightsey ve Alan Broadbent dahi var. Daha enteresanı, Helen Sung, Flanagan’ın farkına varınca klasik müziği bırakıp caza meğil etmiş. Kenny Barron, müziğe başladığından bu yana Flanagan’ın en önemli kahramanı olduğunu ve hala dahi kendisini etkilediğini söylüyor.

Kendi istediği gibi çalmaya büyük bir aşkla devam eden Flanagan’ın yoğun temposu bir kez daha kalbini zorlar ve 1991’de önce bypass ameliyatı geçirir, ardından da anevrizma tedavisi için hastaneye yatar.

1993’te Danimarka Jazzpar Ödülü‘ne layık görülür. Ödül törenindeki konserin kaydı Flanagan’s Shenanigans cazseverlerin ıssız ada albümleri olmaya aday mücevherdir.

Üç yıl sonra da Ulusal Sanat Vakfı’nın (NEA) Caz Ustaları Bursu’na layık görülür. 90’larda üç kez, 10 piyanistin birlikte sahne aldığı 100 Golden Fingers grubuyla turneye çıkar.

1989’da basta George Mraz ve davulda Kenny Washington’dan oluşan üçlüsüyle fevkaladenin fevkinde Jazz Poet ve 1993’de Detroitli hemşerisi Thad Jones için Let’s Play the Music of Thad Jones albümlerini kaydeder. Aynı yıl stüdyoya, on beş yılını sahnede birlikte geçirdiği Ella Fitzgerald’ın şarkı kitabı için girer.

Sağlığı daha da bozulmaya başlasa da, ardı ardına albüm yayınlamaya, düzenli olarak Bradley’s ve Village Vanguard gibi klas kulüplerde çalmaya, solo resitaller vermeye, ABD ve Japonya başta olmak üzere turneler düzenlemeye ve nadiren de olsa şeref konuğu olarak eşlikçilik yapmaya devam eder.

67. Doğumgünü şerefine Vanguard’da verdiği efsane konserin kaydı Sunset and the Mockingbird adıyla yayınlanır. 1998 İstanbul Caz Festivali kapsamındaki Tribute to Ella Fitzgerald başlıklı konsere, Frank Foster, John Faddis, Grady Tate, Milt Jackson ve Slide Hampton gibi efsanelerden kurulu bir yıldızlar topluluğunun üyesi olarak katılır.

2001 sonbaharında San Francisco Caz Festivali’nde John Coltrane anma gecesinde çaldıktan kısa süre sonra, on yıl önce geçirdiği anevrizmaya bağlı komplikasyonlar nedeniyle hastaneye yatırılır,

Cazın en büyük şairlerinden Tommy Flanagan, 16 Kasım 2001’de 71 yaşındayken hayata gözlerini yumar.

Flanagan bir devrimci değildi, zanaatkar sıfatını layıkıyla taşıyanlardandı. Yaşamı boyunca akustik caz geleneğine bağlı kaldı, zerafeti öne çıkardı, klişelerden uzak durdu ve yaratıcı enerjisini hiç kaybetmeden çaldı. Eşlikçi ya da lider olarak yer aldığı her ortamda piyanoyu öyküyü anlatmanın aracısı olarak gördü. Stilini oluştururken, piyanistler kadar nefesli sazların ustalarından da feyz aldı, kendi deyimiyle, piyanoyu üfler gibi çalmayı sevdi, bestenin barındırdığı duyguları piyano aracılığıyla anlatmanın peşinde koştu. Notalara, şairin sözcüklerine yaklaştığı gibi merak, haz ve zekayla yaklaştı. Seçtiği akorlar ve notalarla bir yandan melodiyi kutsarken aynı anda ondan yenilerini yaratmanın peşindeydi. Ağırbaşlı, yer yer ketum bir ifade tarzı olmasına rağmen anlatımı, dinleyicisinde eksiksizlik hissi yaratabiliyordu.

Piyanoya ve caza şeref veren Tommy Flanagan’ı sevgi ve saygıyla selamlıyorum.

Turgay Yalçın

Yayın Yönetmeni, Kurucu Ortak, Yazar, Radyo Programcısı.

Turgay Yalçın 'in 228 yazısı var ve artmaya devam ediyor.. Turgay Yalçın ait tüm yazıları gör