Ortaçağ, Caz Çağı, Bebop ve Karantina: Adam Shulman
Ortaçağ, caz çağı, bebop çağı ve karantina. Amerikalı besteci ve piyanist Adam Shulman’ın Cellar Live Records etiketli yeni albümü Just the Contrafacts bu dört tarihsel dönemin ruhunun bileşimi gibi gözüküyor.
Contrafactum, ilk olarak ortaçağda görülmeye başlayan, seküler şarkıların sözlerinin dinsel motifler taşıyan sözlerle değiştirilmesi işlemine verilen isim. Bu yöntem, aslında, günümüze kadar devam eden bir geleneğin kökünü oluşturuyor. Kaynağı ya da bestecisi bilinmeyen, biliniyorsa da zaman içinde folklörün parçası olan şarkıların sözleri değiştirilerek yorumlanması, folk ve blues geleneğinin önemli bir parçası. Bob Dylan, misal, rahatlıkla bu sanatın kralı ilan edilebilir.
Malum, modern cazın ortaya çıkışına kadar olan dönem, yani F. Scott Fitzgerald‘ın, dönemin ruhunu mükemmel şekilde aktardığı Muhteşem Gatsby ve Caz Çağı Öyküleri gibi başyapıtlarına da konu olan caz çağı, daha sonra caz standartları diye kümeleyeceğimiz şarkıların yoğun olarak yazıldığı ve yorumlandığı döneme verilen ad. Öyle ki, caz müzisyenleri, biraz telif masrafından kaçınmak ama daha ziyade kendilerini kendi bildikleri araçlar üzerinden ifade etme arzusundan yola çıkarak orijinal bestelerini çalmaya başlayıncaya kadar caz standartları repertuvarın büyük bölümünü oluşturuyordu. Ama daha yakından bakıldığında, bebop döneminde ustaların yazdığı ve sonra da marş niteliğini kazanan bestelerin büyükçe bölümünün, aslında, caz standartlarının armoni dizisi üzerine yeni melodi yazılarak oluşturulduğunu anlıyoruz.
Örnekleri çok ama bir kaç contrafact sayalım.
Charlie Parker/Miles Davis parçası Donna Lee, James F. Hanley’in 1917 tarihli bestesi Back Home Again in Indiana; Thelonious Monk klasiği Evidence, Jesse Greer and Raymond Klages’in 1929 tarihli bestesi Just You, Just Me akor dizisinden hareketle yapılmış bebop dönemi bestelerin sadece bir kaçı. Nancy Hamilton ve Morgan Lewis’in 1940’da piyasaya çıkan mücevheri How High the Moon ise en çok ilham alınan şarkılardan biri. Ornithology (Charlie Parker), Lennie-Bird (Lennie Tristano), Solar (Miles Davis/Chuck Wayne), Bean at Met (Coleman Hawkins) diye liste uzayıp gidiyor. Daha detay bilgi arzu edenler için şuraya bir bağlantı bırakayım.
Konuyu uzattığımın farkındayım ama önce Chopin’in, Op. 28 No.4 Mi Minör prelüdünü dinleyin ve sonra da Radiohead‘in OK Computer albümünde yer alan Exit Music (For a Film) şarkısını; bu contrafact meselesinin, intihal tartışmalarına yol açacak denli derin olduğunu daha iyi anlayın.
Gelelim albümümüze. Adam Shulman, karantina döneminin en karanlık günlerinde bir müzisyenin yapabileceği en iyi şeyi yapıyor; ruh sağlığını da koruyacak şekilde, zamanını müzik üretmeye, pratik yapmaya harcıyor. O dönemde, ustalarının ayak izlerini takip ederek, contrafact usülü ile caz standartlarının armoni yapısı üzerine kendi melodilerini yazmaya karar veriyor. Biriktiğini ve sonucun tatmin edici olduğunu görünce, kafasında oluşturduğu bir sextet için düzenlemelerini de bu dönemde tamamlıyor.
Hatta kaydedilecek albümün kapak fotoğrafını da, yaşanılan dönemin ürkütücülüğünü ve karanlığını çağrıştırdığından ötürü Film-Noir sinemasından ilham alarak çektiriyor. Mizahın, böyle dönemleri az hasarla atlatmanın en iyi yolu olduğundan hareketle de, bestelerinin isimlerine, ilham aldığı standartların isimlerini çağrıştıracak şekilde espri katıyor.
Efsanevi Rudy Van Gelder stüdyosunda kaydedilmiş olan albümde Shulman’a, farklı farklı tertiplerde bir arada çalmış, her birisi kendi çapında lider ve enstrumanlarında usta sıfatında müzisyenler eşlik ediyor. Cory Weeds alto saksofonda, Grant Stewart tenor saksofonda, Jeremy Pelt trompette, Peter Washington basta ve Billy Drummond davulda diye sıralayınca, insan kötü bir albüm çıkmayacağını daha dinlemeden anlıyor.
Albümün zamanımıza ait olduğunu kaçınılmaz şekilde kanıtlayan kayıt kalitesini, bir an için, kulak arkası edin; Just the Contrafacts’in bebop stilinin altın çağından kalma bir albüm olduğunu düşünmemek için çok az neden var.
Şöyle ki, hatalı tınlayan tek bir notanın olmaması, enstrumanların seslerinin arızalı seslerden muaf olması, ensembl bölümler ve sololar arasında geçişlerin neredeyse pürüzsüz şekilde akması, klasik dönemde az rastlanan nüanslar. Her ne kadar eskiler gibi tek bir günde kaydedilmiş olsa da, müzisyenlerin nota okumadaki hatasızlıklarını ve düzenlemelerin en ince detayına kadar yapılmış olduğunu düşününce, albümün, klasik dönemdekilere göre daha steril tınlamasının nedeni ortaya çıkıyor. Aslını sorarsanız sonik mükemmelik ve pürüzsüzlük zamanımızın dinleyicisi için en gerekli prodüksiyon detayı. Dolayısıyla bu durumu da albümün artılar hanesine yazıyorum.
İcralar için tek tek konuşmaya gerek yok. Duruma göre ünison ya da kontrapuan çalan nefeslilerin düzenlemesi harika. Washington ve Drummond, son derece renkli ve uyumlu eşlik ediyor ve geleneğe uygun şekilde solo aldıkları zamanı kusursuzca kullanıyorlar. Nefeslilerin, her biri nefes kesen soloları… ustalık gösterisi. Shulman, lider kimliğini açıkça ortaya çıkarmaksızın, tam bir grup elemanı gibi çalıyor ve akıcı, berrak çalışıyla kulak okşuyor. Son bir not da düzenlemelerin üslubuna dair olsun. Shulman, düzenlemelerinde doğu/batı karışımı bir tını yaratmaya çalışmış ki bu, daha önce de uyguladığı bir yöntemdi. Çalanlar doğulu, New Yorklu ve lider batılı, San Franciscolu olunca, ortaya çıkan albümün biraz West Coast biraz da East Coast kokması albümün renklerinden bir başkası. Bana sorarsanız, Shulman’ın müzisyenliğine ve üretimine özel ilgi göstermeye başlamanın zamanı gelmiş de geçiyor bile.
Her ne türden hoşlanıyorsanız hoşlanın, caz seven birisinin bu albümü dinlemekten zevk almamasını kolay kolay hayal edemem. Bağlantı aşağıda; kulağınızı verin ve siz de fikrinizi söyleyin lütfen.