Hızlı ve Öfkeli: Miles Davis

Dark Blue Notes’da CAZ 101 anketleri var. Cazın, yaşamında önemli bir yeri olduğunu düşündüğümüz insanlara cazla ilgili bir buket soru soruyoruz. Sorulardan biri “Cazı bir enstrümanla özdeşleştirecek olsanız, bu, hangisi olurdu? Neden?” başlığı içeriyor. Soruyu ilk gördüğümde hiç düşünmeden trompet cevabını vermiştim. Neden mi? Çünkü trompetin sesini, derdini muazzam bir dokunuş ile anlatan fil nidalarına benzetiyorum. Olağanüstü bir güç hissediyorum trompet sesinde. Bu benim beynimin içinde hikâyeleşen ses algısı ile ilgili sanıyorum.

Miles Davis’in de beyni, benzer bir algı ile mi eyleme dönüştürdü bunu bilemiyorum? Miles, henüz küçük bir çocukken trompeti ile evlerinin yakınındaki ormana giderdi. Hayvanların seslerini ve ulumalarını dinler, trompeti ile sesleri birebir taklit etmeye çalışırdı. Yıllar sonra, New York’ta bulunan, The Juilliard School’a gitmeye karar verdiğinde, zaten profesyonel olarak sahne alan bir müzisyendi. Bulunduğu ortamlarda, “asla beyaz ses çıkarmak istemediğini” söylüyordu.

Miles Davis boks antremanında

Miles Davis’in, tuhaf ayrıntılarla dolu, sinir bozucu ama bence harika ve baştan çıkarıcı müziğine giren pek çok etki vardı. Davis’in göz kamaştırıcı üfleme stili ile desteklenen bu müzik, sıklıkla hipnotize edici, bazen de yürek burkan cinstendi.

Davis kızgın bir adamdı. Genellikle yalnızdı. Öfkesinin en önemli sebeplerinden ikisi ırkçılık ve babasının annesine şiddet göstermesiydi. 1926’da varlıklı bir ailede doğdu. Diş hekimi olan babası, Illinois’in ikinci en zengin siyahi vatandaşıydı. Babasının alkol sorunları vardı. Miles’ın ev hanımı olan annesini, babası beyaz kadınlarla aldatıyordu. Annesi tepki verdiğinde ise, kocasından şiddet görüyordu. Annesi kafasını dağıtmak ve kocasının parasını har vurup, harman savurmak için, eyaletin en pahalı terzilerine gider, tasarım kıyafetler diktirirdi. Oldukça şaşaalı giyinir ve kocasına olan öfkesini bu şekilde çıkarırdı. Bir gün Miles’a, “karşındakini bitirmek için iyi giyinmek zorundasın.” dedi. Sanıyorum bu anne nasihati Miles’ın kanına fena işledi. Bilinen bir gerçek ki, Miles’ın giyim stili ve sahne kıyafetleri moda sektöründe ikonik hâle geldi.

Juliette Greco ve Miles Davis

1949 yılında Paris’e gitti. Paris’te çok güzel karşılandı. Ten rengine takılmayan bir Avrupa, Miles’ın aklını başından aldı. Ünlü Fransız chanson solisti ve aktrist Juliette Greco ile bir ilişki yaşamaya başladı. İlginçtir, ayrı dilleri konuşuyorlardı ama çok tutkulu bir aşk yaşıyorlardı. Juliette vasıtasıyla, aralarında Pablo Picasso ve Jean-Paul Sartre’ın da bulunduğu, entelektüel insanlardan oluşan bir çevreye katıldı.  (Miles Davis’in Paris yıllarını daha detaylı okumak isteyenler için Dark Blue Notes’daki yazım şurada.)

Birleşik Devletler’e geri döndüğünde, gece gündüz uyuşturucu kullanıyordu. Irkçılığa maruz kalan insanların yaşadıklarını, eroin kullanarak hayatından elimine ettiğini düşünüyordu. Davis’in yaşamının merkezinde duran öfkeyi tetikleyen olaylardan biri şöyle gelişti. On üçüncü doğum gününde, kendisine keman mı yoksa trompet mi hediye edilmesi ile ilgili, anne ve babası arasında alevlenen, çirkin bir kavgaya tanık olmuştu. Babası annesine öyle bir yumruk atmıştı ki, kadının maalesef ön dişleri dökülmüştü. Yıllar sonra, bir partiden eve dönerken, Davis’in ilk karısı Frances Taylor, masumca, “Quincy Jones oldukça yakışıklı” dedi. Miles karısına bir yumruk ile karşılık verdi ve Francis yere savruldu. Davis vefat ettikten sonra, Frances, Miles ile olan anılarını anlatırken, şu cümleleri kurdu. “Hayatımda Miles ile tanışana dek, hiç şiddet görmediğim için başıma gelen en kötü şey, Miles’ın beni Quincy Jones için dövmesiydi. Bu ilkti, ama ne yazık ki son olmadı. ”

Miles Davis ve Frances Taylor

Miles Davis’in o paslanmış ve zımpara kağıdından geçmiş gibi tırmalayan sesi bile öfkesinden geliyordu. 1956 yılında gırtlağından iyi huylu bir tümör alındığında, doktorlar ona on gün konuşmamasını emretti. Yapamadı. İnsanlar ona fazla sinir bozucu geliyordu. Hastane odasında doktoruna, “Herkesi becerilmiş bir çuvala benzetiyorum” dedi.

Miles Davis polis şiddetine maruz kaldıktan sonra

Liseden hemen sonra Dizzy Gillespie ve Charlie Parker ile tanıştı. Davis, bu yıllarını “Soyunukken yatakta yaptığım atraksiyonlardan sonra, kıyafetlerim üzerimdeyken yaşadığım en eğlenceli şey, Bird ve Dizzy ile çalmaktı” diye tarif ediyordu. New York’ta bir gece Birdland’de çalarken, mola verdiler. Miles kulübün önüne çıkmış sigara içiyordu. İki polis memuru, Miles’ın yanına yaklaştı. İçlerinden biri, sigara içmesine ters ters bakıp içeri girmesini söyledi. Miles “İçeride trompet çalıyorum, moladayım.” dedi. Küfürleşmeye başladılar. Miles bunu ırkçı bir yaklaşım olarak algılıyordu. Yanındaki devriye arkadaşı ile tartışmasına sinirlenen diğer polis memuru, Miles’ın kafasına copla vurdu. Polis memurunun üzerine Miles’ın kanı sıçrayınca, kelepçelendi ve polis memuruna saldırmakla suçlandı. Daha sonra beraat etti. Fakat bu olay travmalarını tetikledi.

Miles Davis ve John Coltrane

Bir gece yine New York’ta Coltrane’nin de içinde bulunduğu kendi beşlisi ile sahne alıyordu. Miles ara verirken, Coltrane bir uzun solo çalmaya başladı. Trane uzattıkça uzatıyordu.  Sonunda Miles, mola vermesi için Trane’in pantolonunun paçasını çekti. Miles, “Neden bu kadar uzun süre çalman gerekiyor?” diyerek, Coltrane’i bir de seyircilerin önünde sağlam azarladı.

Uyuşturucuyla uzun süredir devam eden sorunları vardı. Eroine ek olarak, sonunda kokain de kullanmaya başladı. Ellili yılların ortalarına doğru temizlendi. Bu ilk temizlenmesi idi. 1970’li yıllarda tekrar edecekti. Bitmek bilmeyen bir enerjisi vardı. John Coltrane’in de içinde yer aldığı beşlisi ile, Columbia etiketine geçmeden önce, Prestige plak şirketindeki yükümlülüklerini yerine getirmek istiyordu. Üç günde tam dört albüm kaydetti. Bu kayıtların gücüne hayret eden bir müzik eleştirmeni, onun için, şu sözleri kullandı.: “Quintet içindeki müzisyenleri o kadar gaza getirdi ki, tüm ekip, kelepçeleri çıkarılmış ve özgür bırakılmış suçlular gibi, çok yüksek çalıyorlardı” dedi. Davis, Columbia plak şirketine, dönüm noktası niteliğindeki Kind of Blue’yu kaydetti.

Miles Davis’in Someday My Prince Will Come albüm kapağında karısı Frances Taylor

Columbia Records, Miles’a “Someday My Prince Will Come” albüm kapağı için, beyaz bir model kullanmak istediğini söyledi. Bunu kabul etmedi. Birleşik Devletlerin ilk siyahi balerini “Frances Taylor” ile flörtleşiyordu. Israrla onlara, model olarak Taylor’ın adını verdi. Miles işini o kadar iyi yapıyordu ki, sonunda Columbia şirketi Taylor’ı fotoğraflayarak, albüm kapağını onun portre fotoğrafı ile tasarlattı.

Davis, Woodstock döneminde eskidiğini düşünüyordu. Çok geçmeden 1970’te vahşi bir geri dönüşle Bitches Brew albümünü yaptı. Bu albümde yeni seslere ve müzisyenlere yer verdi. Sonraki dört yıl boyunca inzivaya çekildi. Arınmak istiyor, telefonlara bile cevap vermeyi reddediyordu. 1980’lerde sahalara geri döndü. Pek çok programda, hatta talk şovlarda yer aldı. Miami Vice dizisinde oynadı.

1991 yılında zatürreden öldüğünde, HIV pozitif ilaçları kullandığı ortaya çıktı. Fakat bir AIDS hastası değildi. Ne kadar hızlı ve öfkeli bir insan olsa da, trompetle yaptığı icra o kadar büyülüydü ki, hayatında üzdüğü insanların pek çoğu, neredeyse hepsi, onun kusurlarını görmezden geldi. Onu sevdiler. Affettiler. Çünkü travmalarının sebebi çocukluğuna kadar iniyordu.

Öfke kontrol problemi, hepimizin başına gelebilir. Sadece hayatımızı doğru yönetmemiz, sorunları özümsememiz ve Miles’ın yaptığı gibi bir uğraş ile absorbe etmemiz gerekiyor. Gerçek şu ki, tek bir hayatımız var. Iskalanmaması gereken!

Bir Miles Davis kolay yetişmiyor.

Doğum günün kutlu olsun ve teşekkürler Miles!… İçimden geçtiğin için sana minettarım.

Mine Gürevin

Yeme içme kültürüne düşkün bir matematikçi. Fermantasyon etkisinde müzik yazıları üretmeyi seviyor.

Mine Gürevin 'in 45 yazısı var ve artmaya devam ediyor.. Mine Gürevin ait tüm yazıları gör

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir