Paris’te Bir Dev: Miles Davis
Miles’ın Paris’e İlk Yolculuğu
“Paris’e olan ilk yolculuğum, her şeye bakış açımı sonsuza dek değiştirdi. Paris’te fark ettim ki tüm beyaz insanlar önyargılı değildi.” Miles Davis, Paris şehrine olan aşkını bu sözlerle tüm dünyaya ilan etti.
Bu yolculuk, Miles’ın hayatında güçlü bir paradigma değişikliği oluşturdu. Paris’e ilk seyahatini 1949’da 22 yaşında iken yaptı. Kültür farklılığı, Miles’ı inanılmaz derecede hayrete düşürdü. Birleşik Devletler’de caz, Jim Crow yasaları yüzünden mağdur olan Afro Amerikalılar ve siyahlar gibi aykırı kabul ediliyordu. Oysa ki Paris’te iken farkettiği ve O’nu cezbeden, Miles’ın kendi dahil, tüm caz müzisyenlerine sanki kraliyet ailesinin bir ferdi gibi muamele yapılıyor olmasıydı.
1981 yılına gelindiğinde ise, eski ırkçı gelenekler Amerika’da yumuşatıldı. ABD’de Miles nihayet mevcut pop kültüründen hak ettiği saygıyı almaya başlamıştı. Bu süre zarfında caz eleştirmenleri içinde birkaç istisna dışında el üstünde tutulmaya başlandı. 1980’li yıllarda muhafazakar ve neo-muhafazakar caz eleştirmenleri, funk ve dünya müziği tarzlarını cazla karıştıran Miles’ın yeni müziğini küçümsüyorlardı. İronik olarak, Miles’ı, kalbinin istediği müziği çalma özgürlüğünü kullandığı için eleştiriyorlardı. Oysa Miles için müzik, etiketlenmeli miydi?
Miles Davis İkinci Kez Kendini Paris’e Bırakıyor
Miles Davis 1956 yılında, ilk quintet’ı ile birlikte Columbia Records firmasıyla anlaştı. Halihazırda bağlı olduğu bir plak şirketi vardı zaten. Prestige Records kayıt şirketi ile olan sözleşmesini yerine getirip, Columbia Records ile yoluna devam edebilmek için, onlarla olan ilişkisini bitirmek istiyordu. Prestige firması için maraton kayıt seansına girerek sözünü yerine getirdi ve Colombia Records ile yola devam etmeye başladı. Bu sırada Coltrane’nin uyuşturucu sorunları giderek artmıştı. Coltrane bağımlılıkları konusunda Miles’la ters düştü. 1957 yılına gelindiğinde yaşadığı bu problem Miles’ın bir kez daha kendini Paris’e bırakmasına neden oldu.
Kasım 1957’de hazır Paris’te iken menajeri Miles’ın sahne almasını planladı. Konseri izlemeye gelen Louis Malle, film müziği yapması için Miles’a teklifte bulundu. Miles’a sunulan özel bir gösterimden sonra Miles bu işi yapmayı kabul etti. Onunla birlikte çalacak müzisyenlerine sadece çalınacak notaların kabaca taslaklarını verdi ve film, müzisyenler doğaçlama yapılırken önlerinde oynatıldı. Emprovize ortaya çıkan bu besteler hiç değiştirilmeden soundtrack içinde kullanıldı.
Deli gibi aşık olacağı Jeanne Moreau ile de filmin soundtrack çalışmaları esnasında tanıştı.
Tüm bunların ardından, Miles tazelenmiş olarak Birleşik Devletlere geri döndü. Milestones, Kind of Blue ve Porgy & Bess gibi Columbia Records baş yapıtlarıyla caz dünyasını fethetmeye hazırdı.
Filmde Jeanne Moreau’nun Yürüyüş Sahnesi
“Ascenseur pour l’echafaud” albümü, aynı adlı Louie Malle filminin Grammy adayı olan Fransız film müziğiydi. Bu soundtrack önemliydi çünkü Milestones ve Kind of Blue bu albümün doğrudan torunlarıydı. Kind of Blue’nun havası bu albümün her yerinde hissediliyor.
Miles bu soundtrack’te romantik ve savunmasız bir trompet tonuyla tanınıyor. Filmde, Jeanne Moreau’nun kocasını arayan yalnız başına yürüyüşününe eşlik eden müzik, çoğu müzik eleştirmeni tarafından Miles’ın şimdiye kadar kaydedilmiş en yalnız ve yürek burkucu trompet icrası olarak kabul ediliyor. Bu örnek belki de, Miles Davis’in 50’lerin ortalarından sonlarına kadar popülerlik kazanması sırasında bir trompetçi olarak ne olduğunun somutlaşmış halidir.
Belki de bu özel sese aşık olanların, Miles’ın 1980’lerde icra ettiği müziğine, rock ve funk ritimleri katmasına neden yabancılaştığını anlamamızı kolaylaştırıyor.
Huzurlu Kapanış
Miles’ın ölümünden yaklaşık 31 yıl sonra, bulunduğumuz yerden kariyerine baktığımızda, Paris şehrinin, Miles için ne kadar önemli olduğu aşikar. Miles’ı kollarını açarak karşılayan parizyen halk, Paris şehri kadar, O’nun için aynı derecede önemliydi.
İyi müziği tanıyacak ve ayırt edecek kadar akıllı oldukları için; sırtlarının sıvazlanması gerektiğinden değil, Miles’in ten rengiyle ilgilenmeden yaptığı müziğe odaklandıkları için…
O, Paris’te bir devdi ve bir kadını sevdi!