Forum Dergisi: İlhan Mimaroğlu
1926 yılında dünyaya gelen, Mimar Kemaleddin Bey’in oğlu İlhan Mimaroğlu, müzik ve kültür dünyasının önemli bir siması. Galatasaray Lisesi’nden mezun olduktan sonra Ankara Hukuk Fakültesi’nde eğitimine devam eder. Ankara yıllarında Hayrullah Duygu’dan klarnet dersleri alır. 1955 yılında Rockefeller bursuyla New York’a gider ve burada önemli isimlerle çalışmaya başlar. Columbia Üniversitesi’nde Paul Henry Lang’dan müzikoloji, Douglas Moore’dan kompozisyon dersleri alır. New York’taki The Record Hunter plak firmasında repertuvar uzmanlığı, Amerika’nın Sesi radyosunda müzik eleştirmenliği yapar. Kendisi her ne kadar elektronik müzik ve besteleriyle anılsa da, önemli bir müzik yazarı, eleştirmeni ve radyo programcısıdır. 1971 yılında Guggenheim Vakfı tarafından ödül almıştır. Aynı zamanda 2009’da İstanbul Kültür Sanat Vakfı’nın düzenlediği İstanbul Caz Festivali’nde Yaşam Boyu Başarı Ödülü’ne layık görülmüştür.
Bu yazımda İlhan Mimaroğlu’nun Forum dergisinde yazdığı birtakım yazıları irdeleyeceğim. Tüm sayılarına Atatürk Kitaplığı’ndan ulaştığım Forum dergisi 1 Nisan 1954’te Nilüfer Yalçın öncülüğünde çıkmaya başlar. “Fikir Meydanıdır” sloganıyla on beş günlük tarafsız siyaset, iktisat, kültür dergisi olarak yayınlanır. Yazar kadrosunda Bahri Savcı, Osman Okyar, Bedii Feyzioğlu, Aydın Yalçın, Turhan Feyzioğlu, Turan Güneş, Nilüfer Yalçın, Bülent Ecevit, Kemal Salih, Nejat Tunçsiper, Cavit Erginsoy, Mukbil Özyörük, Ziya Müezzinoğlu, Yaşar Karayalçın, Kudret Ayiter, Akif Erginay gibi isimler yer alır. Sonrasında ise Bilge Karasu, İlhan Mimaroğlu, Şerif Mardin, Mümtaz Soysal, Metin And, Haluk Ülman, Sadun Aren gibi önemli isimler de dahil olur. Derginin çıkış amacı 1954 seçimleri sonrası Demokrat Parti’nin iktidarlık yöntemini eleştirmektir. Bunu yaparken akademik, bilimsel ve eleştirel olmayı kendine çizgi olarak belirler. Savunduğu birtakım ilkelerin dışına çıkmaz istemez. Forum dergisi hakkında ayrıntılı bilgi almak isterseniz, yolunuz Taksim’e düşerse İBB Atatürk Kitaplığı’na uğrayıp arşivi kurcalayabilirsiniz. Ya da Diren Çakmak’ın hazırladığı, Libra Kitap’tan çıkan Forum Dergisi 1954-1960 kitabını karıştırabilirsiniz.
Şimdi rotamızı İlhan Mimaroğlu’na kırabiliriz. Mimaroğlu, Forum dergisinde pek çok müzik yazısı yayınlar. Derginin 15 Aralık 1954 tarihli on sekizinci sayısının Kültür-Sanat köşesinin Müzik kısmında Saygun No:1 başlıklı yazısında Türkiye’de ilk defa çalınan iki çağdaş eserden bahseder. Bunlardan ilki Adnan Saygun’un son eseri olan Birinci Senfonidir. Bu yazıda Saygun’un o dönem için en iyi Türk bestekârı olarak telâkki edildiği, Kerem ve Yunus Emre gibi büyük çapta iki eseriyle epey şöhret ve itibar kazandığı ancak bu eserinin musiki mizacının romantik veçhesini ortaya koyduğunu ve bestekârlığı için bir yenilik getirmediğini söyler:
“Eser, Saygun’un bundan önce söylemiş olduklarının daha kısa zaman içinde, daha özlü ve daha derli toplu tekrarından ibarettir. Bestekârın söylemiş olduklarında bir mana bulanlar -ki bu yazının muharriri onlardandır- senfoniyi memnuniyetle karşıladılar. Diğerleri ise, kayıtlı bir tavır takınmakla beraber, eserin, Adnan Saygun’un şimdiye kadar yazdığı en iyi musiki olduğunu teslim ettiler…. Bilindiği gibi eser, Viyanalı şef Franz Litschauer’in talebi üzerine, onun oda orkestrası için yazılmıştır: madenî nefesleri ve vurma sazları olmayan bir orkestra için… Bu mahdut enstrumantasyon, Saygun’un mutad orkestra efektleriyle bezenmiş musikisinden ziyade, daha sakin, daha planlı e daha iyi inşa edilmiş bir musikiye elverişli olurdu. Bestekâr bunu gerçekleştirmiş fakat diğer taraftan elindeki küçük orkestranın arz edebildiği her türlü imkândan da faydalanarak çeşitli ses terkipleri, renk oyunları ve orkestra efektlerini de bol bol sağlamıştır. Yani dört başı mamur bir eser mi? Bunu iddia etmek güç olur.” (Forum, 15 Aralık 1954, sayı 18, s. 20)
Sıkı konser takipleriyle sahnede gördüklerini, Forum dergisindeki Müzik köşesinde aktarmaya devam eder. Kimi zaman Sevil Berberi’nin uvertüründen, Filarmoni Orkestrası konserlerinden, Mithat Fermen’in piyano konçertosundan, İlhan Özsoy’un Dvorak keman konçertosundan, Türkiye’de Brahms izlerinden, Ferit Alnar’ın ilk konserinde çaldığı Mendelssohn’un Fingal Mağarası uvertüründen, Selçuk Armaner’ın Ravel sol el konçertosundan, Chaplin’in sinemacı değil de bestekâr yönünden bahseder.
Örneğin derginin 13 Mart 1955 tarihli Trio başlıklı yazısında Amerikan-Türk Derneği’nin 1955’in Şubat ayında, Opera Salonu’nda yaptığı oda musikisi konserini anlatır. Mükemmel bir programla başlayan konser Dietrich Buxtehude’nin bir trio sonatı ile açılır. Sonra çağdaş iki eserle devam eder: Walter Piston ve Bülent Arel’in trioları. En son sonunda da Beethoven trio’su ile biter. Walter Piston o vakit 62 yaşına basmıştır ve Amerika’nın kalburüstü bestekârlarından aynı zamanda Harvard Musiki Mektebi’nin profesörlerindendir. Mimaroğlu onun için “tam manasıyla usta bir bestekâr” der:
“Eserlerinde karakter ve kudret var. Çok defa eski şekillere başvuruyor ve onların tanınabilir hatlarını muhafaza ediyor. Musikisi tonal. Fakat, gerektiğinde, ton dışına çıkıyor. Şekle hakimiyet ve sadelik, Piston’un musikisinin başlıca vasıfları arasında. Tecrübe uğruna tecrübeye girişmiyor. Söylemek istediğini -bu ne derece mühim olursa olsun- kesinlikle ve güvenle söylüyor. 1935’te bestelediği trio, kanaatimce, bestekârı, pek güzel temsil eden bir eser. Klasik yapıda bir musiki. Son muvmanda, Bach’ın plifonik yazı tarzına bir “hulûs çakılıyor. Bu muvmanda bir ilham kıtlığı ve aceleye gelme var gibi. Eserin bütününden ayrılıyor bu kısım. Mamafih trio, umumiyetle, alakayla takip edilen, hareketli, dinleyicinin bilhassa sinirlerine hitap eden bir musiki.” (Forum, 15 Mart 1955, sayı 24, s. 20)
Bülent Arel’i ise işin başında yeni bir üslup yaratma çabasından uzak, daha kendini bulamamış bir bestekâr olarak değerlendirir. Arel, 1947 yılında Ankara Devlet Konservatuvarı’nın son sınıfındayken trio yazmıştır. Bu da Mimaroğlu’na göre Faure’yi tetkik ve tahlilinin mahsulüdür. Bu eserinde klasik şekiller dahilinde modal anlayışa göre çalışmıştır. Maksadı hat devamı, desen devamı sağlamaktır. Arel’in son çalışmaları daha çok ilgi çekebilir. Örneğin Türk Oda Musikisi edebiyatında, ön safta yer almaktadır.
15 Temmuz 1955’te Caz ve On İki Ton başlığıyla derginin otuz ikinci sayısında bir yazısı yayınlanır. Burada İsviçreli bestekâr Rolf Liebermann’ın Almanya ve Amerika’daki ilk icraları yapılan, on iki ton sisteminde bestelediği Cazband ve Senfoni Orkestrası için Konçertosu üzerine yazar. Eserin caz müziğiyle klasik müziğin birleşmesinde önemli bir rol oynadığını söyler. Bu eser hakkında yazılanlar genel olarak olumsuz eleştirilerdir. Eleştirmenler Liebermann’ın konçertosuna dair görüşlerini ifade ettiğinde, on iki tonun caz müziği için çok vasat bir yol yolduğunu söyler. Ancak Mimaroğlu bu konu hakkında düşüncesini şöyle dile getirir:
“Zıt kanaatı müdafaa eden bir münekkide henüz rastlamadım. Oysaki, bütün imkânları ve tahditleriyle caz musikisinin, dodekafonik musikiyle birleşmesi, bugünkü hudutlarında bir gedik açıp Schönberg ekolünde mahreç araması, aşılması şimdilik imkânsız gibi görünen engellerle dolu bir yolun seçilmesi demek olabilir. Böyle bir sapma, cazın bestekârlığa müteallik veçhelerini alakalandırdığı nisbettte, yerinde bir hareket sayılabilir. Mamafih, bu sahada dahi bazı güçlüklerle karşılaşılacağı muhakkaktır. Zira, cazda kompozisyon denince, yazılı musiki ile irticali soloların, bestekârın iradesiyle solistin isteğinin, birleşmesi de akla gelir. İşte asıl güçlük burada, soloların irticali olarak icrasında, kendini gösterecektir. Hele, tamamen irticali çalışı tatbik eden grupların on iki tona gitmeleri, imkân dışı bir hadise gibi görünmektedir. Caz, tonal sistem içinde gelişmiş bir musikidir.” (Forum, 15 Temmuz 1955, sayı 32, s.20)
Mimaroğlu, bu yazısında biraz daha cazın ne olduğu üzerinde durur. Cazın akor dizisinden, belli kalıplarından, armonik bünyesinden konu açar. Caz yapan kişinin hayal dünyası zengin ve yaratma gücünü sadece akorlarda bulmayan bir yetenekte saklı olduğunu söyler. Buna How High the Moon ve All the Things You Are gibi parçaları örnek gösterir. Caz yapan kişi “mantık ve insicamını tehlikeye sokan kişi”dir ona göre. On iki tona tekrar dönerek şöyle der:
“Nitekim, 50 küsür yıllık tarihi boyunca, Batı musikisinin 400 yıllık tarihine muvazi bir gelişme seyri takip eden cazın, son on yıldır, Wagner sonrası ve on iki ses öncesi devre tekabül eden bir safhada bocalaması, bahis mevzuu imkânsızlığın nasıl izale edileceğini henüz caz musikişinaslarının da keşfedememiş olmalarından ileri geliyor. İstenilen, nitekim, başka ifade yolları aramadan önce on iki ton alemini fethetmek, bu sistemi caza tatbil edebilmektir. Vakıa dodekafonik sistem, bugün artık, sert ve haşin kaideleri olan, açık kapı vermeyen bir estetik değildir. Bununla beraber gene de, ancak iyi eğitim görmüş bestekârların hâkim olabilecekleri bir usuldür.” (Forum, 15 Temmuz 1955, sayı 32, s.20)
Kendisi, cazın klasik yapısından ve onun getirdiği aralıklardan çıkmayı reddeden bir anlayıştan kaçınılması gerektiğini savunur.
1955 yılından itibaren -Amerika yolculuğu sebebiyle- İlhan Mimaroğlu’nun dergiye uzun bir süre ara verdiğini görürüz. 1 Temmuz 1959’da ise derginin yüz yirmi yedinci sayısında Devlet Operası’nda Yabancılar adıyla yeni bir yazısı yayınlanır. Bir sonraki yazısı ise Beat kuşağı üzerinedir. Derginin yüz kırkıncı sayısında 15 Ocak 1960 tarihinde yayımlanır: New York Okulu ve ‘Beat Generation’. Burada Amerika’da aldığı eğitimin ve orada yaşamanın etkisiyle beat kuşağına özellikle değinmek ister.
Sadece Forum dergisindeki yazılarıyla bile müziğe olan ilgisini hiçbir zaman kaybetmeyen bir Mimaroğlu’ndan söz edebiliriz. Ömrü boyunca araştırıp yeniliği savunmuş, müziği anlamaya ve anlatmaya bir ömür harcamış bir bestekârdan söz ediyoruz. Onun konser gözlemleri, önerileri Forum dergisinin kültür-sanat sayfalarını renkle donatmıştır diyebiliriz.