Batı Müziğinde Estetik ve Felsefi Paradigma
Üç yazılık serinin ilk bölümü olan Türk Müziğinde Estetik ve Felsefi Paradigma burada.
■
Evliya Çelebi Viyana’da ilk defa Batı Müziği orkestrası ile karşılaşınca orkestra için ahengi tutturamıyorlar şeklinde bir yorum yapmış. Evet, onun dünya algısına göre ahenk yoktu ama başka bir dünya algısına göre gayet ahenkli bir müzik icra ediliyordu. Peki bu dünyanın algı formunun temel dayanağı nasıl bir estetik ve felsefi paradigma içerisinde anlam buluyordu? Bu anlamın çok sesli müziğin formal gelişiminde nasıl bir fonksiyonu vardı? Bu yazımda bu sorulara cevap arayışımda karşılaştığım manzarayı sizlerle paylaşacağım.
Batı medeniyeti Rönesans ile birlikte görselliği merkezine alarak dış dünyayı olabildiğince objektif bir ifadeyle ortaya koymaya çalışıyordu. Bu ifade için lineer perspektif en uygun araç olarak seçilecekti. Floransa kiliselerinde başlayan İncil’deki hikayelerin görünen dünyaya göre tekrar resmedilmesi bu dönüşümün ilk adımı olacaktı. Mimar Sebastiano Serlio’nun bu tekniği lineer perspektif olarak adlandırmasıyla somutlaşacaktı. Ortaçağ’ın tersten perspektif yaklaşımı ile birden fazla merkez algısıyla yarattığı çok boyutluluk, bir anı resmetmekten çok bir hikaye anlatımı görevini üstleniyordu. Lineer perspektif ise tek merkez kurgusu ile anlık görünen formların aktarımı üzerine kurgulanıyordu.
Descartes’ın en temel aksiyomlarindan biri der ki, an bir önceki an’a ait değildir o yüzden yaratım için yapmak yeterlidir. Bu aksiyomu aslında koordinat ekseninin sözel ifadesi olarak kabul edebiliriz. Yani her hareketin vektörel değerinde hem dikey hem de yatay boyut vardır. Ortaçağ menşeli bu aksiyomun geometrik değerlerle analitik ifadesi doğrusal (lineer) perspektifin hem felsefe hem de geometrideki izdüşümü olarak yorumlanabilir. Koordinat eksenindeki merkez algısı üzerine inşa edilen geometrik nesneler doğrusal perspektifin bu alandaki algı fomunun karşılığı şeklinde gözükmektedir. Batı müziğinde bu dönüşümün somutlaştığı kişi Johann Sebastian Bach olacaktı. Rönesans müziklerinde tek merkez algısının izleri İyi Düzenlenmiş Klavye eserinde doğrusal perspektifin müzikteki karşılığı olarak Batı müziğindeki armonik dilin temel zemini olacak, ayrıca armonik dokunun gelişimi Rönesans mimari Andea Palladio’nun iç ve dış mekan dengesinin iç yapının cepheye izdüşümü üzerine kurgusu ile parallelik gösterecekti.
Barok döneminde Batı müziğine ait temel noktalar somutlamaya başladıktan sonra, sekülerleşen batı toplumunda ideal insan merkezli aydınlanmacı felsefenin yansıması müzikte ideal form arayışına dönüşmeye başladı. Klasik dönem olarak adlandırılacak olan bu dönemde Haydn, Mozart ve Beethoven bu form arayışında en öne çıkan besteciler olarak belirirken Kant’ın Teorik ve Pratik Aklın Eleştirileri çalışmaları döneme damgasını vuran eserler oldu. Beethoven’ın en etkilendiği çalışma olan Pratik Aklın Eleştirisi kitabı teorik aklın duyular dünyasında kurgulanacağını belirtirken, pratik aklın ise duyular ötesi bir alanda yer aldığını belirterek Romantik dönemin kapısını aralamaya başlayacaktı. Endüstrileşen Avrupa’nın yaşadığı dönüşümün krizleri entelektüelleri ve sanatçıları aydınlanmacı felsefenin aksine aklı ikinci plana atarak akıl ötesi alanlarda arayışa yöneltmeye başladı. Özellilke Schopenhauer’in bu bağlamda hakikat ve akıl ötesi alan arasındaki ilişkilerin vurgusu Romantik dönem için önemli bir itici unsur olmuştur. Wagner’in bir türlü çözüme ulaşamayan belirsiz armonik yürüyüşlerindeki temel motivasyon gerçek ötesi bir atmosfer yaratarak aklın çizdiği alanların dışına çıkmaya çalışmaktı.
Doğrusal perspektif algısının batı düşünce ve sanat dünyasındaki fonksiyonunu ve dönüşüm süreçlerini anladıktan sonra dinlediğim eserlerle daha anlamlı ilişkiler geliştirmeye başladım. Arada var olan zamansal fark kademeli bir şekilde kayboldu. O eserlerin bana kattıklarını şükranla karşıladıktan sonra o dönemlerle vedalaşıp bugüne ait dünyamla daha organik bir ilişki kurmanın formunu gönül rahatlığıyla aramaya başladım ve o yolculuk hala devam ediyor.
■■■