Türk Müziğinde Estetik ve Felsefi Paradigma
Türk müziğini anlama derdimin derinleştiği dönemlerde akademik bilginin dağınıklığı ve gelenekle bağı kuvvetli olan kişiler ve kurumların form ve içerik arasındaki anlam karmaşası beni bu kültüre ait daha bütünsel bir bakış geliştirmek icin diğer disiplinlerden faydalanmaya yöneltti. Dede Efendi yazdığı müziği nasıl duyuyordu? Nasıl bir ritmik ve melodik algılayışı vardı? Form hangi değişkenler üzerine kurgulanıyordu? Bu sorularla ilgili birçok teknik makale mevcut ama “bu müzik nasıl bir estetik ve felsefi paradigma içinde hayat buluyor sorusu” bu kültüre ait elemanlarla daha anlamlı bir ilişki kurmamız için çok daha önemli bir yerde duruyor.
Cemal Kafadar’ın Kim Varmış Biz Burada Yoğ İken kitabında Osmanlı görsel sanatlarını anlamadan önce Osmanlının görmekten ne anladığı ile işe başlamak gerek cümlesi, o dönem benim en büyük referansım oldu. Bu müziğin dayandığı paradigma neydi? Bu noktada Godfrey Goodwin’in Osmanlı mimarisine ait açıklaması özellikle müzikte form ve mekan algısı arasındaki paralellikleri görmemde çok önemli bir kapı açtı. Goodwin, Osmanlı mimarisi iç ve dış mekan dengesi merkezli bir formda tasarlanırken Rönesans sonrası Batı mimarisinde iç mekan merkezli, Doğu mimarisinde ise dış mekan merkezli bir tasarım geleneği mevcut oldugunu belirtiyordu.
İç ve dış mekan dengesi ne demek? Yapının içindeyken dışardan nasıl göründüğüne dair formu alıgılayabilirken aynı şekilde dışındayken de içerden nasıl göründüğüne dair formu net bir şekilde algılayabilme hali. Yukarıdaki örnek çizimde de bu durumu tecrübe etmeniz mümkün. Özellikle 1600’ lere kadar Osmanlı form algısında İran etkisi edebiyattan müziğe, mimariden görsel sanatlara belirgin bir şekilde gözükmektedir. O yüzden 1600’lere kadar olan mimari formda dış mekan merkezli tasarım daha yaygındır. 1600’lerden itibaren Osmanlı kimliği kendi formunu bir çok kültürel alanda kendini gostermektedir.
Osmanlı müziğinde ise bu denge usul (ritmik formlar) ve melodi arasındaki ilişkide yer alıyor. Hem pedagojik yöntemler hem de kompozisyon formları incelendiğinde bu birlikteliğin çok belirgin bir şekilde yer aldığı görülmektedir. Özellikle Cem Behar’ın Osmanlı müziğine dair kitaplarındaki birçok açıklama ve örnekler bu ilişkiyi doğrular nitelikte. İstanbul’da doğmuş bir Fransız olan Charles Fonton’un (1725-1795) ifadesi şu şekildedir: “Şarklılar bir eser besteleyecekleri zaman önce en uygun usulü seçerler ve onu tasarladıkları eserin dayanağı olarak görürler. Bu usul adeta eserin döküleceği kalıptır, öyle ki, eser ortaya çıktığında usul ve melodi bir bütünün birbirleri için yaratılmış parçacıkları olacaklardır. Şarklıların bu son derece muntazam ölçüleri nerdeyse hafızalarını tazeleyen bir nota işlevini görür. Ölçüyü bozmak asla caiz değildir.”
Peki iç ve dış mekan arasındaki denge arayışının ontolojik motivasyonu hangi temel düşünce okulunun yansıması idi? İbn Arabi‘ye ait olan insan, ışık ve gölge arasındaki çizgidir ifadesi, bize bu kültürün dayandığı zemini gayet kuvvetli bir şekilde açıklamaktadır. Bu zemin iç ve dış mekan dengesinin metaforik bir ifadesi olarak da yorumlanabilir. İslam düşünce geleneğinde ileri dönemlerde görülen İbn Arabi’nin ve Celaleddin Rumi’nin çizgilerini terkip etme arayışı Osmanlı tarihinde önemli bir yere sahiptir. Özellikle İbn Arabi ekolünün en güçlü temsilicisi olan Sadreddin Konevi’nin eserlerinin Fatih Sultan Mehmet üzerinde ne kadar etkili olduğu düşünüldüğünde Osmanlı dünyasına ait kültür üretimi ve varoluşsal hat arasındaki ilişki daha belirgin bir biçimde gözükmektedir.
Felsefe Batıda özellikle Descartes ile birlikte analitik bir dil formu kazandıktan sonra, düşünsel form kapalı sistem kurma arayışı üzerine yoğunlaştı. Kapalı sistemi kabaca başladığımız noktaya geri dönebilen, matematiksel ve mantık ilişkileri üzerine kurulu bir yapı olarak tanımlayabiliriz. Doğrusal perspektif bu yapının görsel sanatlardaki karşılığı olup bu bağlamda Bach’ın İyi Düzenlenmiş Klavye üzerine yazdığı eserler kapalı sistemin kendini en temel somutladığı eser olarak görebiliriz. Bu eser tonal armoninin kendini belli ettiği en temel çalışma olarak da literatürde yerini almıştır.
Türk müziğinde makam, açık sistem düşüncesi ürünü bir yapıdır. İslam felsesi sentetik bir dil fomu üzerine kuruludur. Bu dil birçok çelişkiyi tutarlı bir şekilde kendi içinde barındıran ve açık bir sistem ile bir türlü başladığı yere dönmeyen bir algılayış formu içindedir. Tersten perspektif tekniği bu algı formunun görsel sanatlardaki karşılığıdır. Bu algı formunda ortaya konulan her eser ne kadar kendini somutlamaya çalışssa da taşıdığı birden fazla boyutun yarattığı sonsuzluk hissiyatı önemli bir yere sahiptir. Minyatür ve Makam işte tam olarak bu düşünsel zemini yansıtan temel iki kültür ürünü olarak karşımıza çıkmaktadır. Türk müziğinde makamların kurgusu ve gelişmesi bu bağlamda olduğu için daima birbirleriyle çelişen noktaların birlikte hareket ettiği bir yapı izlenimi uyandırır ki o kültürel paradigma içinde bu noktalar çelişki olarak gözükmemektedir.
Yukarıda özetlemeye çalıştığım noktalar baz alınınca Türk müziği dünyası ile empati kurmak istiyorsak formal olarak Osmanlı mimarisinin iç ve dış mekan uyumuna benzer bir şekilde usül ve melodi uyumu, düşünsel ve görsel dünyasındaki tersten perspektif algısının makam üzerindeki etkisini göz önünde bulundurarak ilişki kurmak zorunda olduğumuzu düşünüyorum. Aksi takdirde bu müziğe ait birikimi bugüne sağlıklı bir şekilde aktarmak sadece şekli bir nitelikde kalmaya mahkum olacaktır.