Aki Rissanen ile Müzik Laboratuvarı ve Hyperreal Üzerine Bir Sohbet
Aki Rissanen‘in Edition Records etiketiyle yayımlanan yeni albümü Hyperreal’ı incelediğim bir yazım yayımlanmıştı. Yazıma BURADAN ulaşabilirsiniz. Bu sefer Fin piyanist ve besteci Rissanen ile online olarak bir sohbet gerçekleştirdik. Bu yılın dikkat çeken işlerinden biri olan Hyperreal’ı, kariyerinin başlangıcını, caz müziği, çeşitlemeleri ve kariyerinin devamında yapmak istediklerini konuştuk.
■ Andaç Üzel: İlk sorum, müzik kariyerinizin nasıl başladığına yönelik. Müzik hayatınıza nasıl girdi, müzikle ilgilenmeye nasıl başladınız?
Aki Rissanen: Ebeveynlerim, benim için ve kız kardeşim için eve bir piyano aldı. 7 yaşındayken piyano derslerine başladım. Başladığım gibi de sevdim diyebilirim. Kısa bir süre sonra küçük doğaçlamalar yapmaya başladım. Duyduğum her şeyi çalmayı denedim. Buna ilahiler ve kilise müziği de dahil. Galiba başından beri iyi bir müzik kulağım vardı ve duyduklarımı çalmayı deneyebiliyordum. Tekrar tekrar çaldıktan sonra da çeşitlemeye başlıyordum. Başlangıçta bunlar vardı diyebilirim.
■ Peki tüm bunlardan sona caz müziğe yönelmenizi ne sağladı?
Memleketim Kuopio’da 15-16 yaşlarımdayken küçük caz gruplarında piyano çalmaya başladım. Çoğunlukla benden çok daha byük insanlarla birlikte çalıyordum. Onlar daha çok hobi olarak klasik caz çalmayı seviyordu. Ama bir yanıyla da yeni başladıkları için çok fazla yerde çok farklı ortamlarda küçük küçük etkinliklerde sahneye çıkıyorlardı. Bu şekilde bir anda etkinliklerde çalmaya başladım. Caz çalmaya çok yeni başladığım için de çoğunukla kulaktan çalıyordum. Henüz pek bir şey bilmiyordum. Ama doğaçlama yapmayı ve kendime ait bir şeyler ortaya koymayı o zaman da çok sevdim.
Daha sonra, 17-18 yaşlarımdayken, aslında caz öğretmeni olmayan ama caz müziği iyi bilen bir müzik öğretmeniyle çalışmaya başladım. Sonra en sonunda, 20 yaşımdayken, Helsinki’de caz müzik eğitimim başladı. Bu 2 yıllık bir politeknik okulda aldığım eğitimdi. 2 yılın sonunda Sibelius Akademisi’ne kabul edildim. İşte o zaman caz müziğin nasıl bir şey olduğunu öğrendim diyebilirim. Kulaktan çalmanın dışında, uymanız gereken kurallar olduğunu fark ettim. 2009 yılında ise Sibelius Akademisi’nden mezun oldum. Bir yılımı ise Paris’te Erasmus değişim programı öğrencisi olarak geçirdim.
■ Siz hem besteler yapan hem de bu besteleri piyano ile çalan bir müzisyensiniz. Özellikle beste yapmanın size nasıl hissettirdiğini merak ediyorum.
Aslında temelde ben kendimi bir besteci olarak görmüyor, öyle değerlendirmiyorum. Çünkü onlar, çok farklı bir sanatçı tipi. Çoğunlukla sadece beste yapan insanlar oldukları için, beste yapmak konusunda benim bildiğimden çok daha fazlasını biliyorlar. Bu yüzden, benim için beste yapmak bazen biraz daha zor bir iş. Ama yine de, ne olursa olsun, kendi bestelerimi yapmam gerekiyor. Buna ihtiyacım var. Buna, kendimi ifade edebilmek ve kendi dilimi ortaya koyabilmek için ihtiyacım var. Beste yapma işini, albümlerim için ihtiyacım olanlar dışında yapmıyorum.
Albümün kaydı için başlamam gereken bir tarih oluyor, o zamana kadar besteleri yapıp sonra kayda giriyorum. Besteleri, sadece bu ihtiyaç doğrultusunda yapıyorum diyebilirim. Her gün besteler yapan, kafasının içinde yüzlerce melodiyle dolaşan biri olduğumu söyleyemem. Yani aslında, bestelediğim her şey, yalnızca albümler için yaptığım üretimler oluyor. Başka insanların çalması için ya da başka enstrümanlarla çalınması için hiç besteler yapmadım. Şu ana kadar yaptığım tüm besteler, kendim ve tanıdığım enstrümanlar içindi. Bunlar, dediğim gibi sadece benim beraber çalıştığım müzisyenler ve kendim içindi. Albümler için yaptığım besteler böyle ortaya çıktı.

■ Son albümünüz Hyperreal ile Amorandum gibi daha önceki albümleriniz arasında müzikal olarak farklılıklar var. Bana göre Hyperreal, daha fazla doğaçlamaya dayalı bir albüme benziyor. Ancak hikayesini ve önceki albümlerinizle arasındaki farkları sizden dinlemek istiyorum.
Belki Hyperreal’daki müzik, daha önce aslında çocukluğumdan beri parçalarını müziğimin içinde barındırdığım bir çalışmaydı. Çocukken de elektronik klavyem vardı. Müziğimi düzenlemek için bilgisayar da kullanıyordum. Ama uzun bir süre piyanoya odaklandım. Elektronik müziğe ait bileşenler ve denemelerim, daha çok birer hobi gibiydi. O zamanlar çok ciddi bir şey değildi ama en başından itibaren seslerle oynamak büyük bir keyif veriyordu. Ritim anlamında da daha doğaçlamaya yönelik işler yapıyordum. Bunlar daha çok ritim ve groove içeriyordu, caza daha az temas eden işlerdi. Ama artık, şimdi, bunu tekrar yapmak istedim. Burayı biraz daha bir laboratuvar hatta belki de oyun alanı olarak gördüm. “Ciddi” bir caz grubu müziğine benzetmek istemedim. “Ciddi” bir albümden ziyade tekil şarkıların oluşturduğu bir koleksiyon ortaya koymak istedim. Hatta belki de, buna “single müziği” de diyebiliriz.
Hyperreal ile birlikte farklı müzik stillerini deneyebilmeye çalıştım. Davulcu Robert İkiz ile birlikte uzun bir süredir çalışıyorduk. Bir duo olarak birlikte tamamen doğaçlamaya dayalı konserler verdik. Ceyda (Berk-Soderblom) isimli, Finlandiya’da yaşayan bir Türk menajer aracılığıyla tanışmıştık. Ceyda bizi belki birlikte bir çalışma yapmak ya da ortak projeler gerçekleştirmek isteriz diye düşünerek tanıştırdı. Verneri (Pohjola, trompet) ile ise uzun yıllar boyunca birlikte çalıştık. Geçmişte birlikte çok fazla iş yaptık ama son zamanlarda bu azalmıştı. Onun başka bir grubu vardı. Verneri ile yaptığımız çalışmaların iyi olduğunu ve birbirimize uyduğumuzu biliyordum. Onun müziğinin benim bestelerimle birbirine gerçekten iyi bir şekilde uyduğunun farkındaydım. Bu laboratuvar çalışmasını başlatmak için ikisinin ismini aklımda tutuyordum. Birlikte, elektronik caz yapmanın farklı yollarını keşfetmeyi umuyordum. Verneri ve İkiz ile birlikte sahip olduğumuz aslında iki farklı duo’yu birbirine dahil etmek istedim.
Birlikte çalmaya ilk başladığımızda 2022’nin sonbaharıydı ve ilk konserimizi Ekim 2022’de verdik. Aslında evet, özetleyecek olursam, tüm bu girişim, elektronik caza yönelik farklı denemeler ve keşifler yapma ihtiyacından doğdu. Ama kaydettiğimiz şey, yayımlanabilecek kadar iyi bir kayıttı. Bunu yaptığımız için mutluyum ve eğer bir gün tekrar böyle bir kayıt için yola çıkarsak, belki de o zaman yapacağımız çalışma, bir stile daha odaklanmış bir çalışma olabilir. Ama tabii, göreceğiz.
■ Ben de aslında tam olarak onu soracaktım. Albümü kafamın içinde iki parçaya bölebiliyorum. İlk yarısı daha farklı ve daha elektronik tınlıyor. Ancak ikinci yarısı, bundan daha (yanlış olduğunu bilerek bu kelimeyi kullanıyorum) “geleneksel” tınlıyor. “Geleneksel” olarak tanımlamazdım ama şu an kolaya kaçıyorum. Hyperreal’da hikaye şarkılar arasında değişiyor ve dinleyiciyi daha elektronik tınılardan daha “geleneksel” tınılara taşıyor. Bu sizin için ne ifade ediyor ve nasıl ortaya çıktı? Hyperreal’ı çalarken değil ama özellikle dinlerken ne hissediyorsunuz?
Evet evet, neden bahsettiğini çok iyi biliyorum. İlk altı şarkıda bir hikaye varmış gibi görünüyor. Albümün ortasında tekrar başka bir hikaye başlıyor. Bunu aslında albümün şarkı listesini hazırlarken biliyordum diyebilirim. Son kısımda ise tamamen doğaçlamaya dayanan üç parça var. Bu tamamen doğaçlamaya dayalı olan kısmı da özellikle tutmak istedim. Çünkü aslında konserlerimizde böyle doğaçlamaları da bu oranda yapıyoruz. Yani aslında haklısın. Birbirinden farklı tınlıyorlar. “Geleneksel” gelmiyorlar bana belki ama atmosferik geliyorlar.
■ Evet, atmosferik sanırım benim de aradığım kelimeydi.
Benim için de böyle bir ayrım var. Tamamen bestelenmiş parçalar ve doğaçlama çalışmalar olarak ikiye ayrılıyor diyebilirim. Bunların bir aradayken tam bir albüm olduğunu hissetmenin zorluk çıkardığını biliyorum. Belki bunun bir albüm olduğu fikrinin üzerinde yeterince durmamışımdır. Çünkü günümüzde insanlar single’ları daha çok dinliyor. Parçalar halinde dinliyorlar. Belki albüm konusu artık çok fazla bir şey ifade etmiyordur. Ama yine de, insanların baştan sona dinlediğini düşündüğüm albümler yapıyorum hala. Belki de bu, bir albümden çok single’ların bir araya geldiği bir koleksiyondur. Ve bu da belki bana birbirinden farklı şarkılar yapmamı açıklayabileceğim bir alan açıyordur.
■ Ben sizin Divided Horizon gibi solo piyano kayıtlarınızı da çok seviyorum. Bu kayıtlara da devam edecek misiniz? Hyperreal gibi albümler ve solo piyano albümleri arasında geçişler yapacak mısınız?
Evet, kesinlikle. Ben bir şeyleri tamamen bırakıp başka bir projeye başlayanlardan değilim. Ayrıca Amorandum gibi piyano triolarıyla da çalıyorum. Onu da bırakmadığımı söyleyebilirim. Ama bazen bir şeyleri duraklatmak ve taze bir şeylere başlamak istiyorsunuz. Amorandum trio ile ilgili bunu hissettim ama evet farklı şeyleri bir arada yapmaya devam edeceğim. Eğer hatırlıyorsan, Divided Horizon’da “omniwerk” isimli bir enstrüman kullanmıştım. Bir yaylı orkestrası gibi tınlıyordu. Eylül ayında Çekya’da yeni bir konser serisine başlayacağım ve bu enstrümanı kullanacağım. Bu enstrümanla da bir albüm kaydetmeyi planlıyorum. Yakın gelecekte yapmayı düşündüğüm işlerden bazıları bunlar.
■ Son soruya geçiyorum o zaman. Sizi, Türkiye’de bir konserde görebilecek miyiz yakın zamanda?
Umuyorum ama şu an kesinleşmiş bir şey yok. Türkiye’de bazı bağlantılarım var ve hatta Akbank Caz Festivali’nde de çalmışlığım var. Bazı planlar var ama netleşmediği için henüz bir şeyler söylemem zor. Ancak çok istediğimi söyleyebilirim
Aki Rissanen’in son albümünü BURADAN satın alabilirsiniz.