Akbank Caz Festivali

Yok Edilen Sokak Müziği Kültürü

Hiç çok sevdiginiz bir şarkıyı sevdiğiniz bir arkadaşınızla beraber dinlediniz mi? Veya hiç beklemediğiniz bir anda radyoda sevdiğiniz bir sarkıya denk geldiniz mi? Eminim herkes verdiğim iki orneği de yaşadı ve ikisinde de tek başına dinlediği andan çok daha farklı ve iyi hissetti. Bu hissin nedeni, yaşadığı toplumun parçası olan insanın paylaşımında gizli. Her an elimizin altında duran her yerde ulaşabildiğimiz müzik, paylaştıkça bambaşka anlamlara bürünüyor.

Alanı biraz daraltalım. Müzik, paylaşımın nerede ve nasıl olduğuna göre de değişiyor. Bir caz kulübü, bir pub veya bir meyhanenin kitlesi aynı olmadığı gibi, arka planda çalan müzik de farklı türlerde oluyor. Caz kulübü denince aklımızda nasıl ki havada tokuşturulan rakı kadehleri canlanmıyorsa hayalimizdeki meyhanenin fon müziğinde caz standartları çalmıyor haliyle. Bunun standart dışı örnekleri olabilir ama mekan–müzik eşleşmesi genel olarak bu yönde.

Barları, konser salonlarını bir kenara bırakırsak, bir şehrin herkesi bir arada buluşturabilecek yeri sokaklarıdır. İnsanların her yere rahatlıkla erişimi olduğundan değil. Herkesin gün içerisinde mecburen bir yerlerden geçmek, bir yerlere ulaşmak zorunluluğunda olmasından.

Hafta içi akşamüstü saatlerinde bir cadde düşünelim. İşinden çıkan bir banka çalışanı, işe giden bir bar müzisyeni, iş çıkışı ailesi ile parkta zaman geçiren bir aile ve bir seyyar satıcı. Mevcut durumda bu saydığım insanların, konsere gitmenin lüks olduğu bir ülkede birlikte müzik dinlemesinin imkanı yoktur. Ama bu insanlar sokakta çalan muziğe kulak vererek aynı müziği dinleyebilir, aynı hisleri paylaşabilir, birlikte dans edebilir. Fatih Akın’ın Köprüyü Geçmek belgeselinde Bizon Murat bu konuya çok güzel değiniyordu.

Sosyal medyada, dünyanın çeşitli ülkelerinde sokak müzisyenlerinin şehrin en görünür yerlerinde performanslarını sergilediğini, caddelerin köşelerinde minik sahneler kurulduğunu izliyoruz. Hatta ünlü bir rock grubu, enstrüman kurulumu, amfiler ve davul dahil eksiksiz şekilde sözkonusu sokak sahnelerind çalıyor. Dinleyiciler birikiyor ve doğaçlama bir konser veriliyor. Kimse biletli değil, kitle her performansta değişiyor.

Biri geçerken kulak misafiri olup on saniyeliğine de olsa duraklıyor ve yetişmesi gereken yere gülümseyerek ilerliyor, diğeri gece boyu maruz kalacağı müzigin farkli bir tarzını duyuyor, diğeri yorgunluğunu bir süreliğine unutuyor. Anne babalar merakla bakıp elini uzatan çocuklarının arabasını müzisyenlerin önüne park ediyor.

Neredeyse her ülkede festivalleri yapılan, bir meslek olarak herkesin gözünde onaylanmış sokak müziği ve şehrin sosyal hayatına, yaşamına katkısı budur.

Kötü yapılan sokak müziği yok mu? Tabii ki var. Ama bu durumda hiçbir formuna izin verilmeyen sokak müziğinin gelişmesi de, kötü olanların elenmesi de mümkün olmuyor.

Yaşadığım kent başkent Ankara’nın sokaklarından ses gelmiyor. On yıl öncesinde Tunalı Hilmi’de, Kızılay’da, Sakarya Caddesi’nde çalarken gördüğümüz konservatuar öğrencileri, gitaristler, minik gruplar yok. Belediyeler bu iş ile mücadele etmeyi kendilerine görev edinmiş. Gitarı kılıfından çıkardığınız anda zabıtalar başınıza beliriyor. Metro istasyonlarına yerleştirilen performans alanlarında çalmanız için önce belediyeye gidip ilgili dairede sorumlu birilerinin önünde çalıp onay almanız, ardından onların belirlediği saat aralığında belirlediği yerde olmanız isteniyor. Tabi ki çoğu müzisyen buna tenezzül etmiyor. Sokaklar boş. Dönerci, telefon bayii, zincir kahveci siralaması ile ruhsuz dükkanlar kentin tüm kültürünü yok etmiş gibi görünüyor.

Sokağı sahneye adım atmanın bir yolu olarak ciddiye almamız, gençlerin bu seyyar sahnelerde yer almasını sağlamamız gerekiyor. Sahneye adım atabilecek ama atmayı tercih etmeyen, müziğine sokakta devam etmek isteyen müzisyenlerin tekrardan seslerinin yükselmesi gerekiyor.  

Dünya çapında birçok ünlü müzisyen köşe başlarında, çaldıkları yerlerde ünlü oldu. Türkiyede de örnekleri yok değil. Light In Babylon, Kara Güneş, Siyasiyabend Beyoğlu’nun dönüşümünden önce İstiklal Caddesi’nde seslerini duyurdular.

Türkiye’de evine kapanmış, sahne imkanı bulamayan, bu iş için gönüllü olan birçok yetenekli müzisyen var. Parklardan, sokaklardan yükseltecekleri sesin şehrin her yerini güzelleştireceğini düşünüyorum. Hem böylece caz dinlemek için lüks kulüplerde, otel barlarında bir içeceğe yüzlerce lira vermekten, cazı yalnızca buralara gitme imkanı bulanların müziği olmaktan kurtarma şansımız doğar diye umuyorum.

Aksi halde birkaç mekanda sıkışıp kaldığımız halimizle uzunca bir süre daha sosyal medya fenomenlerinin “caza başlamak isteyenler için üç şarkı” vasatlığına mahkum olacağız gibi görünüyor.

Yaşasın sokak müziği ve sokak müzisyenleri!

Ahmet Kaya’nın Dark Blue Notes’daki diğer yazıları
Dark Blue Notes’da görüş yazıları

Ahmet Kaya

Bas Gitarist, Radyo Programcısı, Blues Dinleyicisi. Mississippi deltasında doğup Chicago'nun ışıklı caddelerine göç eden müziğin takipçisi.

Ahmet Kaya 'in 6 yazısı var ve artmaya devam ediyor.. Ahmet Kaya ait tüm yazıları gör

Avatar photo

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir