Thomas Bernhard’ın Bitik Adam’ına Müzikal Yolculuk
Edebiyat dünyasının asi çocuğu olarak bilinen Thomas Bernhard, müziğe olan ilgisine ciğerlerindeki rahatsızlık sebebiyle devam edememiştir. Ancak müziğin yarattığı boşluğu edebiyatla doldurmuştur. Onun Bitik Adam’ı, Salzburg’da Horowitz ustalık sınıfı kursunda tanışan üç piyano öğrencisinin kurmaca hikâyesini anlatır. Üç arkadaşın tanışmasından 28 yıl sonra, “yüzyılın en önemli virtüözü” ilan edilen Glenn Gould üzerine bir eser yazmakta olan anlatıcı, arkadaşı Wertheimer’in ölüm haberini alır. Glenn Gould, bir müzik dehasıdır ve “Glenn Üzerine Deneme” adlı çalışmasını sürdürdükçe, onu ve Wertheimer’i düşünerek kendine bir yol çizer.
Anlatıcı, olayları bir lokantaya girdiği sırada anlatmaya başlar. Henüz gençlerken gittikleri okulda, Glenn besteciler içinde en çok Bach’ı sevdiğini söyler. O ise Mozart hayranıdır. Wertheimer’in o zaman kuyruklu bir Bösendorfer’ı vardır ve onu dünyanın en eski müzayede evlerinden biri olan Dorotheum’da açık artırmaya koymuştur. Anlatıcı ise Steinway’ini dokuz yaşında bir öğretmen kızına armağan etmiştir.
Birtakım anılar aktardıktan sonra hâlâ lokantada olan anlatıcımız Glenn ile ilk tanıştığı günü hatırlar. Müzik onların kaderini birleştiren unsur olmuştur. Glenn’e Mönchsberg’de Richterhöhe denilen yerde rastlamıştır. İkisi de Horowitz’den ders almaktadır. Tanışmalarının ilk anlarında Füg Sanatı’nı tartışmaya başlarlar. Anlatıcıda, “çok zeki bir bilim adamı ile tanıştım” düşüncesi uyandıracak kadar etkili tartışmanın sonrasında Rockefeller burslusu olduğunu öğrenir. İlk andan itibaren aralarında bir düşünce ortaklığı oluşur. Bu karşılaşmadan birkaç gün sonra Wertheimer onlara katılır. Anlatıcı, Glenn’i tanıdıktan sonra asla gerçek bir sanatçı olamayacağını düşünür:
Öğretmene giden yolda durmadan şu üç sözü tekrarlayıp durdum: “Asla sanatçı değilim! Asla sanatçı değilim! Asla sanatçı değilim! Glenn Gould’u tanımasaydım herhalde piyano çalmaktan vazgeçemezdim ve piyano virtüözü olabilirdim ve belki de dünyanın en iyi piyano virtüözlerinden biriydim şimdi, diye düşümdüm lokantada.”
Hayatı boyunca sıkıntılarla mücadele eden yazar Bernhard’ın Bitik Adam’ında da türlü savaşlar veren karakterlere rastlarız. Hayata dair umutları tükenmiş, yolun sonuna geldiğini hisseden, dışlanan insanlardan manzaralar çizer. Bunun üstesinden müzikle gelmeye başlayan üç arkadaşın hikâyesi de buna örnektir. Bernhard, bunu yaparken yaşadığı dönemde hiçbir zaman sevmediği Avusturya’nın sosyal ve siyasal atmosferini de işin içine katar. Müzik okulları üzerinden öğretmenlerin ilgisizliğinden, dahi bir çocuğu bile “aptal” çevireceğinden, akademilerinin sorumsuzluğundan dem vurur:
“Her yerde bu müzik öğretmenleri çalar ve görev başındadırlar, binlerce ve yüzbinlerce müzik öğrencisini mahvederler, genç müzik insanlarının olağanüstü yeteneklerini henüz bu yetenekler filizlenirken boğmak, sanki bunların hayattaki görevleridir. Artık kendilerini müzik üniversitesi diye adlandırılan bu bizim müzik akademilerindeki gibi bir sorumsuzluğa başka hiçbir yerde rastlanmaz, diye düşündüm. Yirmi bin müzik öğretmeninden yalnızca biri ideal olanıdır. Horowitz bu ideal olandı, diye düşündüm. Kendisini bu işe verseydi Glenn de onun gibi olurdu.”
Anlatıcı, kalabalık önünde sahneye çıkmaktan, göz önünde olmaktan nefret eder. Bu nedenle virtüöz olma düşüncesinden çok uzaktadır. Konser salonlarındaki kötü hava ve alkışlar adeta “sinirini bozmakta”dır. Bir süre sonra Wertheimer de anlatıcı da, piyano virtüözü olmayı bırakırlar. “Bitik adam” ifadesi ise ilk olarak tam da bu noktada geçer. Glenn, Wertheimer’e “Amerikalı-Kanadalı soğukkanlılığı içinde”, “bitik adam” diye seslenir. Anlatıcıya ise “filozof” şeklinde hitap eder:
“Bitik adam Wertheimer, Glenn’in gözünde hep bitiyordu, durmadan bitiyordu, bense Glenn’in ağzında her an, belki de dayanılmaz bir sıklıkla filozof oluyordum, böylece biz onun gözünde doğal olarak bitik adam ve filozoftuk diye düşündüm lokantaya girdiğimde. Bitik adam ve filozof, Amerika’ya piyano virtüözü Glenn’i yeniden görmeye gelmişlerdi, başka bir amaçla değil.”
Avusturya’da müzik akademilerinden, kötü konser salonlarından ve kötü müzik öğretmenlerinden şikâyet eden anlatıcı, New York’u adeta bir cennet olarak bulur ve burada müzik yapmadıkları tek bir gün yoktur.
Glenn, çok sıkı çalışmaktadır. Bir ara orman içinde bir ev alıp oraya yerleşir. Anlatıcının tabiriyle Bach ve Glenn, Amerika’daki o evde ölümüne kadar iç içe yaşamışlardır. Buraya ilk kez Wertheimer ile birlikte gittiklerinde müzisyene ait bir “özdisiplin”in ne olabileceği hakkında fikir edinirler. Evine adım attıklarında Glenn onlara Leopoldskron’dan Kanada’ya gideceği günden bir gün önce çaldığı Goldberg Varyasyonları’nın aynı partisyonlarını çalar. Piyano çalışı her zaman olduğu gibi o gün de kusursuzdur.
Wertheimer, intihar eder. Bu noktaya kadar anlatıcı, Wertheimer ile olan anıları üzerinden Glenn Gould’un nasıl iyi bir müzisyen ve harika bir insan olduğundan ve Wertheimer’in gerçekten nasıl bir “bitik adam” olduğundan bahseder:
“Bitik adam, Glenn Gould’un dahiyane bir buluşuydu, diye düşündüm. Glenn, Wertheimer’i daha ilk gördüğü anda kavramıştı, ilk kez gördüğü bütün insanları hemen doğru kavrardı. Wertheimer sabah saat beşte kalkardı, ben beş buçukta, oysa Glenn ancak dokuz buçukta, çünkü yatması sabah dördü bulurdu, uyumak için değil, derdi Glenn, yorgunluğun tınısını bitirmek için. Kendimi öldürmek, diye düşündüm. Glenn öldükten, Wertheimer kendini öldürdükten sonra, diye düşündüm lokantada çevreme bakarken.”
Thomas Bernhard’ın Bitik Adam’ı, müzik yolculuğunun henüz başında tanışan üç erkeğin hikâyesini anlatır. Bernhard’ın Avusturya’ya olan sevgisizliği New York-Salzburg örneği üzerinden zıt bir şekilde gösterilir. Salzburg, sevilmeyen nefret edilen, anlatıcının istediği hiçbir şeyi alamadığı bir mekâna dönüşürken, New York yepyeni bir keşif, hatta dünyanın en güzel yeri oluvermiştir. Onun müzik ile ilgili kurduğu bağ, romanına da yansımış ancak bunu yaparken yine kendi “sinik” karakterini, roman kişileriyle paylaşmıştır.