Akbank Caz Festivali

Phil Lynott: Gri Kaldırımlı Sokaklardan Göğe Yükselen Bir Yıldız

Ses ahenginden duygu üreten müzisyenler, doğadan ve doğa üstü hallerden ilham alan ressamlar, kelime oyunları ile zekâ pırıltısı yayan yazarlar, taşı yontan heykeltraşlar, kısaca sanatçı kimliği taşıyan sanat ehli ikonik isimler ve onların taklit edilemez yönleri beni cezbediyor. Hayatta bazı kişiler ne kadar taklit edilirse edilsin, aslı kadar etkileyici olamaz. Özgün olan, fark yaratan her zaman hatırlanır. Taklit eden yalnızca bir iz sürücüdür. Yolu gösteren değil, takip edendir. Bir fikir, bir sanat eseri ya da bir insan… Ne kadar çok benzerleri ortaya çıkarsa çıksın, asıl olanın değeri, bu benzerlikler sayesinde daha da görünür olur. Phil Lynott da taklit edilemez bir isim.

Evet, gözümün bebeği, sevdiğim, aşık olduğum, rüyalarıma giren diğer pek çok müzisyen gibi, Phil Lynott sa taklit edilemez bir isim! “İçinden tek bir tane bile falso müzisyen geçmeyen” diye tanımladığım Thin Lizzy grubunu kurdu, ruhunu bu efsane gruba üfledi, hayat verdi. Fakat taklit edilemez yönü sadece bu değildi. Travmaları şarkılarında bir ağıt gibi yankılandı. Ben de Dublinli, melez ruhlu, güzel insanı, sevdiğim parçası, Still in Love with You dinleyerek size anlatacağım. Bu şarkıyı, bilgisayar başında, word uygulama önümde açık, bir Phil Lynott’dan, bir de Sade Adu’dan döndüre döndüre dinliyor, halleniyor ve yazıyorum.

1969 yılında Dublin sokaklarından doğan bir müzik serüveni, zamanla dünyanın dört bir yanındaki rock tutkunlarının gönlünde taht kuracaktı. Bu serüvenin adı Thin Lizzy, kalbindeki isim ise karizmatik bir lider, unutulmaz bir ses ve kelimelerin ritme bürünmüş hali, Phil Lynott’tı.

Phil Lynott, yalnızca bir müzisyen değil, aynı zamanda bir hikâye anlatıcısı, bir mücadele adamı ve melez kimliğiyle kendi yolunu çizen bir öncüydü. 1949 yılında West Bromwich’te dünyaya geldi. İrlandalı annesi Philomena Lynott (yakınları Sadie derdi) ve Guyana kökenli Afro-Karayipli babası Cecil Parris’in evlilik dışı çocuğuydu. O yıllarda toplumun dışlayıcı normlarına rağmen, annesi Sadie büyük bir cesaretle oğlunu tek başına büyütmeyi seçti. Ancak bu seçim, kolay bir hayat anlamına gelmiyordu.

Phil, çocuk yaşta, ırkçılığın gölgesinde geçen İngiltere günlerinden uzaklaştırılarak Dublin’deki büyükanne ve büyükbabasının yanına gönderildi. Siyahi bir çocuk olarak, neredeyse tamamen beyazlardan oluşan bir mahallede var olmaya çalıştı. Dayısı Peter’la kurduğu kardeşlik bağı, Crumlin sokaklarında sık sık yumruklarla kazanılan bir aidiyet mücadelesine dönüştü. O dönem, Phil’in yalnızca fiziksel değil, duygusal olarak da bir yer edinme savaşı verdiği yıllardı. Babasız büyümenin yarattığı boşluk, onun kişiliğinde derin izler bıraktı. Gerçek babası, yıllar sonra ortaya çıksa da Phil bu geç gelen ilgiye “Sana ihtiyacım olduğunda yoktun, şimdi de istemiyorum” diyerek duvar ördü. Hatta, Thin Lizzy’nin baş gitaristlerinden Scott Gorham bu olaya birebir şahit olmuştu. Bir röportajında hikayeyi şöyle anlattı: “Stüdyoda kayıt yapıyorduk. Phil’in babası, bir anda içeri girdi. Beyaz rugan ayakkabılar, beyaz şapka ve beyaz üç parçalı takım elbise giymişti. Phil ve ben neredeyse birbirimize ‘Bu da ne?’ diye bakakaldık. Rahatsız ediciydi. Odadan çıkıp, en azından baba oğul bir diyalog kursunlar istedim. Ayağa kalktım, Phil beni yakaladı. Çıkmama izin vermek istemedi. Dinlemedim ve dışarı çıktım, tam 10 dakika sonra, babası kapıdan fırlayarak çıktı. Ben hemen stüdyoya girdim. Phil bana ‘defolup gitmesini söyledim’ dedi.”

Thin Lizzy (1970)

Tüm bu duygusal karmaşa, zamanla müziğine dönüştü. İçindeki yalnızlık, kimlik arayışı ve mücadele, kelimelere, ritmlere ve notalara karışarak onu benzersiz bir sanatçıya dönüştürdü. 1969 yılında kurduğu Thin Lizzy, onun bu içsel yolculuğunun sahnesi olacaktı.

Grubun çekirdeğini oluşturan Phil Lynott, vokali ve bas gitarıyla yalnızca bir müzisyen değil, aynı zamanda anlatıcıydı. Ona sahnede eşlik eden isimler arasında rock tarihinin efsaneleri vardı: Scott Gorham ve Brian Robertson, ikili gitar armonileriyle Thin Lizzy’nin özgün sound’unu inşa ettiler. Brian Downey, davulun başında ritmi sabitledi. Gary Moore, grubun farklı dönemlerinde sahneye çıkarak parçaların ruhuna derinlik kattı. John Sykes ve Snowy White gibi isimler de grubun evrim geçiren yapısına katkı sağladı.

Thin Lizzy’nin şarkıları, sokakların tozunu, aşkın kırılganlığını, yalnızlığın sessizliğini ve asi ruhun özgürlüğünü yansıtıyordu. The Boys Are Back in Town, bir grup arkadaşın dönüşünü anlatırken aslında Phil’in gençliğine, dostluklarına ve kaybolan aidiyet hissine duyduğu özlemi yansıtıyordu. Dancing in the Moonlight, yalnızlığın içine gizlenmiş hayalperest bir ruhun sesi olurken, Still in Love with You, duygusal bir kırılganlığın derinliğini anlatıyordu. Whiskey in the Jar, İrlanda kültürüne saygı duruşunda bulunurken, bir yandan da Phil’in isyan dolu iç sesine dönüşüyordu.

Phil Lynott’un müziğinde yalnızca ritim değil, bir ruh vardı. Siyahi bir İrlandalı olarak, döneminin rock camiasında benzersiz bir yerde duruyordu. Gerek sahne karizması, gerek söz yazarlığı, gerekse bas gitarla vokali aynı anda taşıyan ender sanatçılardan biri oluşuyla, müziğin sınırlarını zorladı. 1980’lerde solo kariyerine yönelerek Solo in Soho (1980) ve The Philip Lynott Album (1982) gibi albümlerle daha kişisel, daha içsel bir anlatım dili benimsedi.

Ancak Lynott’un yıldız gibi parlayan hayatı, aynı zamanda karanlık bir düşüşü de beraberinde getirdi. Alkol ve uyuşturucu bağımlılığı, 1980’lerin ortalarında sağlığını hızla tüketti. 25 Aralık 1985’te hastaneye kaldırıldı ve yoğun bakımda geçen 10 günün ardından, 4 Ocak 1986’da, henüz 36 yaşındayken hayata veda etti. Ölüm nedeni çoklu organ yetmezliğiydi; bu, onun sessiz çığlıklarının ve bastırılmış acılarının bir dışavurumuydu belki de.

Phil Lynott, sadece müziğiyle değil, varlığıyla da bir devrimdi. Dublin’in merkezinde dikilen heykeli, onun kültürel bir ikon olarak anıldığını gösteriyor. Metallica’dan Def Leppard’a pek çok dev grup, onun müziğinden ilham aldı. Ve her şeyden öte, o, melez kimliğiyle, babasız büyüyen bir çocuk olarak, kendini haykırdığı sahnelerde buldu.

Lynott’un hikâyesi, sadece rock müzik tarihine değil, insan ruhunun derinliklerine de yazılmış bir destandır. Müziğiyle, duruşuyla ve yaşadığı trajediyle, o her zaman geri dönen çocukların en görkemlisi olarak hatırlanacak.

Mine Gürevin’in Dark Blue Notes’daki tüm yazıları
Dark Blue Notes’da rock müzik
Thin Lizzy resmi web sayfası

Lynott'a

Bir çocuk Dublin'in gri taşlarında yalınayak yürüyordu…
Henüz elinde bir gitarı yoktu ama ruhu derinlerde,
Çoktan çalmaya başlamıştı yalnızlığının ilk notasını.
Ten rengi şehrin alfabesine uymasa da,
Bir anne tek başına bir çocuk büyütüyordu.
Bir şarkı gibi, kırık ama cesur.
İlk başta kimse adını söyleyemedi,
ama sesi o gri kaldırımları yeşertecek kadar yüksekti.
Sözleri, bir mektup gibi babasına yazılmamıştı,
Her dizesi bir eksiklik taşıyordu…
Bir gün o yalınayak çocuk sahneye çıktı,
elleri tellerde ciğerleri şiirle dolu…
“Jailbreak”te isyan,
“Dancing in the Moonlight”ta umut vardı.
Ve her şarkı aslında henüz söylenmemiş bir iç çekişti.
Babası bir gün çıkageldiğinde,
yılların sessizliğini iki kelimeyle yırttı:
“Si*tir git!…”
Çünkü bazı adamlar, çok geç sirayet ederler.
Ve bazı yıldızlar, en parlak anda ışıklarını kaybederler.
36 yıl ona yetti,
Dünyayı sarsan bir yalnızlığın adını notayla yazmak için,
Ve milyonları teselli eden buğulu melez bir ses için.
Bugün, Dublin’de bir çocuk onun heykeline dokunuyor,
Ve gitarın her sesinde Phil'i duyuyor:
O babasızdı.
Ama hepimizin babası oldu.

- Mine Gürevin

Mine Gürevin

Yeme içme kültürüne düşkün bir matematikçi. Fermantasyon etkisinde müzik yazıları üretmeyi seviyor.

Mine Gürevin 'in 82 yazısı var ve artmaya devam ediyor.. Mine Gürevin ait tüm yazıları gör