Akbank Caz Festivali

Müziğin İtibarını Kurtarmak

İnsanların her şeyi yapma hakkına ve becerisine sahip olduklarına inandırılarak oyuna dahil edildikleri kaotik bir çağa tanıklık ediyoruz. Fiziki, kültürel, kişisel, her türlü sınırın delik deşik olduğu bu düzenin değirmenine kendi rızasıyla su taşıyan insan, varoluşsal kaygılarının odağına görünür olmanın cazibesini koymayı tercih ettiği gün geri dönüşü olmayan bir sürecin de fitilini ateşlemiş oldu. Onu gönüllü bir esarete mahkûm ederek yapay zevklerle bezeli konfor alanında “bilgi çağı”nın nimetlerinin tadını çıkardığına inandıran düzen kurucular, sistemin devamlılığı açısından “bilgi”yi yem olarak kullandılar. Kirli gerçeklerini ve bu gerçekler üzerine kurdukları düzeni ayakta tutan kritik bilgileri bir güç olarak kendilerine saklarken, sanal dünyada dolaşıma soktukları bilgi kırıntılarıyla milyarlarca insanı uyuşturup oyaladılar. Hem de öyle bir oyalama ki, yaşam kaynaklarımızın kuruması, ormanlarımızın hızla yok olması, ülkede binlerce çocuğun istismara uğraması, hemen ötemizde milyonlarcasının katledilmesi ve daha pek çok felâket dahi en fazla Instagram hikâyelerimiz arasına serpiştirilmiş “vicdan rahatlatıcı” enstantaneler olarak yer bulabildi hayatlarımızda.

Hayatın sırrını veriyormuşçasına en basitinden komple teorilerine varıncaya kadar, gündelik hayatta her saniye üzerimize milyonlarcası boca edilen bilgi kırıntılarının iki temel özelliği var. Biri, genellikle ihtiyaçtan doğmamış, daha ziyade insanları ihtiyaç olduğuna inandırarak ortaya atılmış yapay sorunlar için yapay çözümler sunmaları. Öteki, korkunç bir hızla yayıldıkları için herhangi bir onay almadan, teyid edilmemiş veriler olarak dolaşıma girmeleri. Bunların sebep olduğu kaçınılmaz sonuç ise ortada: Manipülasyona açık, güvenilir olmayan bir iklimin hüküm sürdüğü kaotik bir düzen ve giderek duyarsızlaşmış histerik bir toplum.

Çeyrek asra erişmiş milenyum çağının sosyo-kültürel muhasebesini yapmak gibi bir niyetim yok elbette. Fakat ne müziği, ne de sanatın diğer dallarını yaşadığımız çağın koşullarından ayrı, hudayinabit bir olgu olarak görmemiz mümkün. Nitekim günümüzde türü/tarzı ne olursa olsun, müziğin başlıca sorunlarından biri teknik ve kültürel bağlamını büyük ölçüde kaybetmiş olması. Bunun da teyid edilmeyen bilgi kırıntıları ile yaşam arasında bir bağlam oluşturabilecek organik bağlar olmamasıyla doğrudan ilgisi var. Tıpkı saniyede milyonlarcası yayılıp yine birkaç saniye sonra onaylanmamış bir diğerinin dolaşıma girmesiyle hükmü ortadan kalkan “bilgi”ler misali, müzikler de hem birbirlerinden hem de kültürel bağlamlarından koptukça kısa ömürlü, verimsiz ürünlere dönüştü. Nasıl ki önce kutsanarak yaşamla olan doğal ilişkisi kesilen bilgi, daha sonra pragmatik bir sosa bulanarak pratik çözümler seviyesine indirgenip değersizleştirildiyse, müzik de hemen hemen aynı yolla gündelik hayatın olgu ve nesneleri arasına iliştirilip anlam ve itibar kaybına uğratıldı. Bugün ikisi de her yerde karşımıza çıksalar da artık bir bağlama oturup anlam ifade edebildikleri çok az yer var.

Bilgi ve müziğin kader arkadaşlığı, 20. asrın ikinci yarısından itibaren sinemanın da etkisiyle görüntünün çağın gerçeklik algısı üzerinde hakim konuma geçmesiyle farklı bir boyut kazandı. Başlangıçta görüntü ile müzik ehil ellerde sağlam bir zemine oturtuldu ve sahiden de derinlikli işlere imza atıldı. Ne var ki ilişkide baskın taraf olan görüntüyü estetik bağlamlarından koparıp yapay bilgilerle inşa edilmiş sanal dünyanın hizmetine sunanlar, bir taraftan kavramsal açıdan içini boşaltıp itibarsızlaştırırken diğer yandan müzikle olan ilişkisine esaslı bir darbe indirdiler. Önceleri müziğin etkiyi artırmadaki gücü verimli kullanıldıysa da daha sonra görüntü müzikten ayrı düşünülemez oldu. Hatta kimi eleştirmenler görüntünün sese bağımlı hâle gelmesine cevaz veren yönetmen ve yapımcıları kolaya kaçtıkları gerekçesiyle zaman zaman eleştirdiler. Ne var ki geldiğimiz noktada artık bu evreyi de geçmiş bulunuyoruz; bugün artık görüntü müziğe değil, müzik görüntüye bağımlı hâlde. Sosyal paylaşım siteleri başta olmak üzere dijital platformların tamamında, arka planında müziğin olmadığı bir videoya veya fotoğrafa rastlamanın imkânı yok. İçi boşaltılmış bu suni ilişkiden en fazla zarar görenin ise müzik olduğu aşikâr. Yüzlerce yıldır müstakil olarak varlığını sürdüren ses sanatı, yaşadığımız çağda bugüne dek hiç olmadığı kadar itibar kaybına uğramış durumda.

Hiçbir teyide ihtiyaç duymaksızın hızla yayılan bilgi kırıntılarının yarattığı otorite kaybının, her şeyi olduğu gibi sanatı da vurması kaçınılmazdı. Müzik, soyut bir malzemeye sahip olduğu için bundan en çok etkilenen alanlardan biri oldu. Herkesin kendi müziğini yapabilme imkânına kavuştuğu bir dünyada, kabiliyet, eğitim, yaratıcılık, istikrar, kültür ve deneyim gibi kavramlar teknolojinin sunduğu imkânlara yenik düştü. Hâliyle artık bu kavramlara ihtiyaç durulmayınca yeterliliklerini teyid edecek bir otoriteye de gerek kalmadı. Üretenle tüketenin birbirine karıştığı yeni düzende kaosun faturası yine müziğe kesildi. Yaşamdan beslenmeyen, dolayısıyla yaşamın doğallığını, canlılığını, heyecanını ve çeşitliliğini yansıtamayan müzikler var artık karşımızda. Günümüzde müzik dinlenen değil işitilen, hatta çoğu zaman maruz kalınan birtakım seslerden ibaret. Görüntüye eklenebildiği ölçüde kullanışlı, işimizi gördüğü, günlük eğlence ihtiyacımızı karşıladığı oranda değerli. Herkes için değilse de toplumun geneli için durum tam olarak böyle. Bunu metalaşan müziğin kaçınılmaz akıbeti olarak da okuyabiliriz.

Onu bir ses sanatı olarak görüp yanına bir şey koymadan doğrudan müziğin kendisine itibar edebilen; anlam dünyasıyla ilişki kurarak insan ruhu üzerindeki sağaltıcı etkilerini hissedebilen; sanal dünyanın insanı uyuşturan yapay gerçekliğinin dışına çıkarak kendi dünyasını inşa etmeyi başarabilen ve dilediğinde kapılarını kapatıp kendiyle baş başa kalarak müziğin ruhuna, zihnine nüfuz etmesine izin verebilenlerin sayısı gün geçtikçe azalıyor. İnsanın müzikle olan ilişkisini; müziğin, özünü doğadan, doğal olandan alan gerçeklikle bağını ve itibarını koruyabilmesi, bana öyle geliyor ki büyük ölçüde bu insanların çağın algısına direnebilmelerine bağlı. İşin kötü yanı bunların farkında olan, daha da kötüsü farkında olup da gerçekten rahatsızlık duyan, umursayan ve yüksek sesle dile getiren çok az kişi kaldı yaşadığımız toplumda. Geldiğimiz noktada vebali sadece dinleyiciye yükleyemeyiz elbette; sektöre yön veren büyük patronlardan, doğru düzgün bir kültür sanat politikası olmayan iktidarlara; direnmenin vicdani rahatlığı yerine kolayı seçip kendini düzenin kollarına bırakarak emeğini bile hiçe sayan müzisyenlerden, idealistliğin i’sine sahip olmayan akademisyenlere varıncaya kadar, bu iç karartıcı tablonun birçok müsebbibi var. Fakat çözüm için aynı şeyi söyleyebilmek mevcut koşullarla ne yazık ki mümkün değil.

Değişim yaşamın kaçınılmaz bir parçasıysa da bunu, topyekun bir kalitesizliği, yozlaşmayı ve bunların sebep olduğu kaosu meşru göstermek için zihinlerimize, ruhlarımıza enjekte edilen bir zehir, yahut bir tür illüzyon olarak kullananların elinden müziği kurtarabilmek için bilinçli, gerçeklikten kopuk olmayan, bireysel bazda bir müzikal muhafazakârlığa ihtiyaç var belki de. Biraz müziğinki, biraz da kendi itibarımız için…

Uğur Küçükkaplan’ın diğer yazıları

Uğur Küçükkaplan

Müzikolog, piyanist ve müzik eğitimcisi. Arabesk, Türkiye'nin Pop Müziği ve Türk Beşleri isimli üç kitabı yayımlandı.

Uğur Küçükkaplan 'in 21 yazısı var ve artmaya devam ediyor.. Uğur Küçükkaplan ait tüm yazıları gör

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir