Kinga Glyk Röportajı
Yeni neslin en iyi basçısı ve müziğin yükselen yıldızı olduğu söylenen 23 yaşındaki Polonyalı bas fenomeni Kinga Głyk, 5 Kasım’da CSO Ada Ankara’da sahne alıyor. Konserden hemen önce sorularımızı yanıtlama nezaketini gösterdi.
İngilizce olarak yapılan röportajı Türkçeye yazarımız Gökçen Sena Duman çevirdi.
Bas enstrümanını seçmeye nasıl karar verdiniz? Sizi bu seçime yönlendiren etken ne oldu?
Bu kesinlikle benim kararımdı. Bas çalmaya olan isteğim konusunda hiçbir zaman şüphem olmadı.
Oldum olası sahip olmak istediğim tek enstrümandı. Bas sounduyla ilgili hoşuma giden şey, tüm parçaları bir araya getirmeye yardımcı olan düşük notaları üretebilmem ve aynı zamanda istersem armoni ve melodi üzerinde çalışabilmem. Bir grupta farklı roller üstlenebilmeyi seviyorum. Elbette lead rolünü de üstlenebilirim ama bas, diğer müzisyenler için güçlü ve sağlam bir temel oluşturmak için gerekli. Bu, desteklemek için olduğu kadar ilham vermek için de orada olduğum anlamına geliyor ve bazen bas dizilimindeki tek bir notayı değiştirmek tüm temayı değiştirebiliyor. Şüphesiz ilk zamanlarda bunların çoğunu bilmiyordum ama şarkılardaki bu ritim ve düşük nota ilişkisini çok sevdiğimden emindim.
Büyüme yıllarınızdaki süreçten bahsedebilir misiniz? Ailenizle birlikte çalmak nasıl bir histi?
Benim için aile çok önemlidir. Belki de bu birlikte çalışmak için en kolay yol değildir. Çok zorlu ve sıkıntılı zamanlar atlattık ama yıllar içerisinde birbirimizi daha iyi anlamaya çalıştıktan sonra daha da güçlendiğimizi düşünüyorum. Polonya’da küçük bir köyde büyüdüm ve 12 yaşımdayken babam ve erkek kardeşimle Głyk P.I.K Trio adında bir aile grubu kurduk. Bize birçok açıdan ilham veren ve yetişkinliğimizde bağımsızlığımızı geliştirmemize ön ayak olan babama büyük hayranlık duyuyorum. Kendi ailemde büyümek, hayal edebileceğim en iyi şeydi.
Müzik, ses mühendisliği ve ekipmanlara ilişkin tüm konular hakkında kapsamlı bilgi sahibi olan kardeşime minnettarım ve annem benim en yakın arkadaşlarımdan biri, sanırım bu ona sahip olduğum için ne kadar mutlu olduğumu anlatmak için yeterli olacaktır. Burada birçok hikâye ve ayrıntıdan bahsedebilirim elbette ama bu durumda çok uzun bir cevap vermem gerekir.
Polonya, basçılar da dahil olmak üzere birçok yetenekli caz müzisyenini caz dünyasına kazandırdı. Sizce Polonya’da caz sahnesinin bu denli üretken olmasının sebepleri nelerdir?
Bu tür soruları cevaplamakta her zaman zorlanırım çünkü bu çok kapsamlı bir konu ve üzerine uzun süre çalışmam gerekir. Ancak o zaman size gerçek sebebini anlatabilirim. Bu yüzden cevaben söyleyeceğim her şey deneyimlerime, ülkemize ve davranışlarına dair algıma dayanıyor.
Polonyalıların çok azimli ve çalışkan olduğunu düşünüyorum. Kültürümüzle ilgili bu gerçeği takdir ediyorum. Zamanını müzik ve bu konuyla bağlantılı tüm hususlar hakkındaki bilgilerini ilerletmek ve geliştirmek amacıyla kullanan çok sayıda harika müzisyen olduğunu biliyorum. Birçok insan kaliteye önem verir, rol yapmak veya bir şeyi taklit etmek istemezler. İçerisinde var olduğunuz zanaatta ustalaşmaya ihtiyaç var.
Etkilendiğiniz müzisyenler kimler? Onlardan aldığınız ilhamı nasıl geliştiriyorsunuz?
Etrafımı saran her şey beni etkisi altına alıyor. Farklı duygular ve durumlar olmasaydı, müzik aracılığıyla hikayeler anlatma konusunda kendimi daha az yetenekli hissederdim. Güzel şarkılara ve melodilere kulak vermeyi seviyorum. Müzik aracılığıyla özel ve tekrarı olmayan o anları deneyimlememizi sağlayan müzisyenlere hayranım. Janr o kadar da önemli değil aslında. Ben bir caz delisi değilim, müzik yaratmanın, çalmanın veya dinlemenin tek bir yolu olduğunu düşünen inatçı biri de değilim. Derinlik ve olgunluğun peşindeyim, böylece bu rotayı takip etmek ve kendimin daha iyi bir versiyonu olmayı öğrenmek için ilham alıyorum.
İdol olarak gördüğünüz bir Polonyalı müzisyen var mı?
Kulağa tuhaf geleceğini biliyorum ama genel anlamda müzisyenleri idol olarak gördüğümü söyleyemem. Açıkçası zaten bir sanatçının yapmayı seçtiği her şeyi beğenmemeyi veya anlamamayı yeğlerim ancak imza attığı çalışmaları ve onlarla ilgili eşsiz bir özelliği takdir edebilmek beni iyi hissettirir.
Geçenlerde Michał Barański’nin yeni albümünü dinliyordum ve onun Slavik elementleri Hint etkileriyle birleştirme şekli bana ilham verdi. Önceki albümümün prodüktörü Paweł Tomaszewski’ye derin bir hayranlık besliyorum çünkü o sadece çok çeşitli müziklerin parçası olmakla kalmayıp, aynı zamanda onları büyük ölçüde geliştiriyor ve bunu kolaylıkla yapabiliyor.
Müziğinizin ne ölçüde ve ne anlamda caz geleneğinin bir devamı olduğunu düşünüyorsunuz?
Caz müzik etrafında büyümek kesinlikle müzik yaratma şeklimde büyük bir etkiye sahip. Bestelerim zaman zaman ana akım cazdan uzak olsa da bu janra gerçekten kıymet veriyorum. Kendimi bir caz müzisyeni olarak tanımlamazdım. Bu unvana büyük saygı duyuyorum ve benim için hala geliştirmeye çalıştığım belirli bilgilere sahip olmak anlamına geliyor. Ürettiğim her şey duygularımla ve müzikte güzel bulduğum şeylerle derinden ilintili. Doğaçlama ve notaları nasıl uyumlu bir şekilde seçeceğinizi ve bir hikâyeyi tutarlı bir şekilde nasıl aktaracağınızı kavramak, sahip olması kolay bir beceri değildir. Dünyanın janrları ve insanları kutulara ayırmayı ve etiketlemeyi sevdiğini biliyorum. Bu kutuların herhangi birinde kilitli kalmaktan kaçınabilmeyi umuyorum.
Kendi besteleriyle var olan bir müzisyen olmanıza rağmen, Feelings albümünüzde Lennie’s Pennies’i ve Happy Birthday Live albümünüzde Donna Lee’yi yeniden yorumladınız. Lennie Tristano ve Charlie Parker müziğiniz için ne ifade ediyor? Sizi bu klasikleri yeniden yorumlamaya iten şey neydi?
Donne Lee, basta öğrendiğim ilk melodilerden. Kendime bu melodinin notalarını kulaktan çıkarmak için meydan okudum ve bu beni son derece heyecanlandırdı. Açıkçası Jaco Pastorius’un bu Jazz standardı versiyonundan derinden etkilendim ve ilham aldım. Lennie’s Pennies, “Feelings” albümü için her şeyi bir araya getirmemde bana çok yardımcı olan prodüktör Paweł Tomaszewski’den gelen bir öneriydi. Ortaya koyduğu aranjmana bayılıyorum ve bu parçayı icra etmek her müzisyen için büyük bir keyif ve meydan okuma. Lennie’s Pennies’i orijinalinden oldukça farklı bir şekilde icra edebilmemiz beni sahiden çok memnun ediyor ama bir taraftan da şarkı hala tanınabilir durumda.
O döneme kadar iki albüm yayımlamış olmanıza rağmen, asıl atılımınız Youtube’da “Tears in Heaven” performansınızı yayınladıktan sonra gerçekleşti. Bu bir sanatçı içgüdüsü müydü yoksa planın bir parçası mıydı? Şöhretin bu şekilde gelmesi sizi şaşırttı mı?
“Tears in Heaven”ı yeniden yorumlayış hikayem bana her zaman yaptığım işe %100 dahil olmayı öğretti. Kalite son derece önemlidir. Ortaya koyduklarım konusunda asla özensiz olmak istemem…
Bu şarkıda imzası olan Jeff Berlin’in çalışmalarını büyük bir beğeniyle takip ediyordum ve müzik konusunda çok heyecanlıydım, gerçekten çalmak ve kaydetmek istedim. Elbette bu denli ilgi göreceğinden habersizdim- bu asla tahmin edebileceğiniz bir şey değil ve genellikle en beklemediğiniz anda oluyor. Bunu en çılgın hayallerimde bile göremezdim…
Dolayısıyla yaptığımız işe kendimizi adamalıyız zira hayat içerisinde farklı “Tears in Heaven” anları vardır. Bunu her düşündüğümde kendimi çok müteşekkir hissediyor ve hala şaşkınlıkla karşılıyorum çünkü bu sosyal medya ‘patlaması’, aksi takdirde dünya çapında kim olduğumu asla bilemeyecek ama şimdi konserlerime katılabilecek daha fazla kişiye ulaşmamda bana çok yardımcı oldu.
Guitar World için verdiğiniz röportajda da belirtmiştiniz, neden sizin için en zor şey sahnedeyken çalmayı bırakmak? Bu gençlik enerjisinden mi kaynaklanıyor sizce?
Bu kesinlikle bir yaş meselesi değil ama belki de yaşlandıkça duyguları kontrol etmek daha kolay hale geliyor olabilir.
Sahne, olup biten her şeyi farklı şekilde hissettiğimiz bir yerdir. Zamanın kendi temposu vardır ve günlük hayatımızdaki zaman algısı ile kıyaslanamaz. Kalp atışlarımız daha hızlıdır. Düşüncelerimiz bazen lazer gibi keskin odaklı, zaman zaman ise çok dağınık ve dikkati dağılmış durumdadır. Bana kalırsa hem performans baskısı hem de iyi çalma isteğimiz müziğin özgünlüğünü ve güzelliğini öldürebilir. Bu anlarda sessizliğin sesler kadar önemli olduğunu unutabiliriz.
Türkiye’de vereceğiniz konserde birlikte çalacağınız gruptan bahsedebilir misiniz?
Aynı zamanda ses mühendisi olan kardeşim, grubumun çok önemli bir üyesi olduğu için, bir quartet veya quintet olarak çalacağız. Sahnede iki piyanist (Paweł Tomaszewsi ve Arek Grygo), bir davulcu (Tomek Torres) ve ben olacağım.
Türkiye’de çalmayı planladığınız repertuardan bahseder misiniz?
Son albümlerimden “Feelings”in benim için özel olacak şarkılarını çalacağız çünkü bu repertuarla sadece birkaç konserim kaldı ve bundan sonra umarım şu an yapım aşamasında olan yeni müziğimi dinlersiniz.
Röportaj için teşekkür ederiz. Ankara’da çalmaktan keyif alacağınızı umuyoruz.
Ben teşekkür ederim. Gelip hepinizle tanışmak için sabırsızlanıyorum!