Caz Müziğe Yeni Bir Kimlik Kazandıran Kraliçe: Ella Fitzgerald
Caz müziğin göz kamaştırıcı efsanesi Ella Fitzgerald, kıvrak ve ahenkli vokaliyle hiçbir zaman farklı denemelere atılmaktan korkmadı ve popüler olan her müzik türünü zahmetsizce kendi tarzıyla aynı potada eritmeyi başardı. Caz sahnesinin kült figürü olarak tarihe kazınan sanatçının yaşamındaki kilometre taşlarında yürürken, inşa ettiği caz vokal geleneği önünde bir kez daha saygıyla eğiliyoruz.
Fitzgerald’ın sahne tutkusu ironik bir şekilde şarkı söyleyerek değil, dans ederek başlıyor. O dönemi anlatırken, “Kendimi hiçbir zaman şarkıcı olarak görmedim. Asıl tutkum dans etmekti” diyerek dansla olan bağını ortaya koymaktan çekinmiyor. 1920’lerin sonlarında Harlem’de yoğunlaşan Lindy Hop furyasından etkilenen Fitzgerald, evde dansçıları taklit ederek Lindy Hop yapıyor ve ortaokuldaki öğle yemeği saatlerinde arkadaşlarıyla birlikte gizlice gösterilere gidiyor. Fitzgerald’ın çocukluğu radyo ve gramofonla geçiyor. Kitleler için müziğin ilk kez serbestçe ulaşılabilir hale geldiği bu dönem, popüler müzikte bir devrim yaratmış, bu bağlamda insanların hayatlarını sonsuza dek değiştirmiş ve dönüştürmüştü.
Yeni bir çağın başlangıcını temsil eden bu değişim rüzgârı, dinleyicilere kendilerinin de bu sanatçılardan biri olabileceğini, hatta bir yıldız olabileceğini hayal etmelerini sağladı. Onlardan biri de Fitzgerald’dı şüphesiz. 1917 yılında Newport News, Virginia’da yoksul bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelen sanatçı henüz üç yaşındayken babası onları terk ediyor. Karşılaştığı ailevi zorlukların yanı sıra, o dönemde pek çok siyahinin yaptığı gibi Fitzgerald ailesi de büyük göçe katılarak daha iyi bir yaşam arayışıyla kuzeye, New York’a taşınıyor. Yonkers’da yaşamak çetrefilli elbette, ancak Fitzgerald zapt edemediği tutkularının peşinden gitmeyi tercih ediyor. Çocukluk ve gençlik yıllarını şarkı söyleyip dans ederek geçiren Fitzgerald, bir gün yıldız gibi parlayacağından neredeyse emin.
Fitzgerald geçimini sağlayabilmek için Harlem sokaklarında şarkı söylemeye ve sahne almaya başlıyor; 1934 yılının Kasım ayında, henüz 14 yaşındayken, Apollo Tiyatrosu’nda ilk kez bir yarışma için sahne alıyor. Hoagy Carmichael’ın Judy şarkısını seslendirirken sahnede kendini evinde gibi hissediyor. Yarışmada birinci olmasına rağmen tiyatro ona ödülü layık görmüyor. Yarışma birincisi bir hafta boyunca Apollo Tiyatrosu’nda sahne alması planlanıyor ancak görünüşünün uygun olmadığı düşüncesiyle Fitzgerald’a bu fırsat sunulmuyor. Bu durum Fitzgerald’ın diğer yarışmalara katılmasına engel olmuyor ve çabaları en nihayetinde ona hayal ettiği kapıyı aralıyor.
Louis Armstrong‘un eserlerine kulak verdikçe onun insanın içini açan vokal tarzından etkilenen Fitzgerald, ün kazanıp kendi tarzını belirlediği yıllarda bile sahnesinde farklı Armstrong yorumlarına yer vermekten geri durmuyor. Fitzgerald, dinlemeye, keşfetmeye ve öğrenmeye devam ediyor. Armstrong’un olağanüstü ve taklit edilemez vokali Fitzgerald’ın ilk ilham kaynağı olsa da zaman içerisinde Bing Crosby ve Boswell Sisters’ın şarkılarına ve özellikle de solistleri Connee Boswell‘e ilgi duymaya başlıyor. Fitzgerald verdiği bir röportajda o dönemi, “Boswell, o zamanların en iyisiydi. Ondan hemen etkilenmiştim. Annem eve plaklarından birini getirdi ve ona âşık oldum. Tıpkı onun gibi şarkı söyleyebilmek için çok uğraştım.” ifadeleriyle anlatıyor.
Hedeflediği görünürlüğü 1938 yazına kadar yakalayamayan Fitzgerald, Chick Webb‘e düzenli olarak aranjmanlar sunan Van Alexander tarafından günümüze uyarlanan bir 19. yüzyıl tekerlemesiyle dikkatleri üzerine çekiyor. A-tisket A-tasket dinleyicileri doğru yerde ve doğru zamanda yakalayarak listelerde 1 numaraya yükseliyor. Armstrong ve diğer siyahi caz sanatçılarının Fitzgerald üzerindeki güçlü etkisi, sanatçının trompetçi ve besteci Dizzy Gillespie ve 1940’ların diğer bebop sanatçılarıyla sahne almaya başlamasıyla belirginleşiyor.
Onu ya şarkı söylerken ya da müzik dinlerken bulurdunuz. Müzik onun etrafında dönüp duruyordu sanki. Müzik onun içindeydi. Sokakta yürürken bile sanki etrafına notalar bırakırdı. - Jimmy Rowles
1950’li yıllardan itibaren dönem dönem Fitzgerald’ın piyanistliğini yapan ve 1980’lerde düzenli olarak ona eşlik eden Jimmy Rowles, sanatçının müzikle ilişkisini şu şekilde aktarıyor: “Onu ya şarkı söylerken ya da müzik dinlerken bulurdunuz. Müzik onun etrafında dönüp duruyordu sanki. Müzik onun içindeydi. Sokakta yürürken bile sanki etrafına notalar bırakırdı”.
Sesinin kıvraklığı, doğuştan gelen müzikal yeteneği ve dur durak bilmeyen çalışkanlığıyla Fitzgerald için müzik yaşamak ile eşdeğerdi. Yakın dostları ve müzisyenler, onun şarkıları sürekli zihninde evirip çevirdiğini ya da kendi kendine mırıldanarak performans sırasında nasıl bir etki yaratabileceğini hayal ettiğini aktarıyor.1970’lerin başından beri sık sık birlikte çalıştığı gitarist Joe Pass ise, “Onu tanıdığımdan beri aklında hep bir melodi vardı. Arabada otururken, sahne arkasında, bir restoranda, sürekli mırıldanıyordu! Kafasında sürekli melodiler dönüp duruyordu. Bu onun için bir uğraştı adeta. Genellikle de unuttuğumuz, uzun zamandır çalmadığımız ya da duymadığımız parçalarla ilgileniyordu.”
Fitzgerald kariyeri boyunca müzikal becerisini damıtarak sanatında ustalaştı ve kendini zirveye taşıdı. Esin perileri arasında Roy Eldridge, Coleman Hawkins ve Lester Young gibi isimlerin de yer alması zihnini ve müzikal içgüdülerini keskinleştirmesini sağladı. Tekniğini geliştiriyordu, tarzı sürekli devinim halindeydi ve her zamankinden daha güçlüydü. Fitzgerald’ın dışavurumuna kulak verdiğinizde, yeteneğine tanıklık edip büyüsüne kapılmamak mümkün değildi. Müzikal çizgisini swing ile başlattı, sonrasında bebop’a doğru ilerledi ve ardından blues’dan bossa nova’ya ve kalipsolara değin tüm türleri eşsiz sesiyle yorumladı ve bir şarkı neyi gerektiriyorsa onu ortaya koydu.
İki yüzden fazla albüme imza atan, albümleri kırk milyondan fazla satan ve on üç Grammy ödülü kazanarak listelerin zirvesine kurulan Fitzgerald, yalnızca şarkı söylemek için yaşadı. Müzik varoluşunun odak noktasıydı ve o tüm ihtişamıyla yetmiş yıl boyunca icra ettiği müziği tanımladı ve şekillendirdi. Caz müzikte mihenk taşı olarak kabul edilen vokali, armonik hayal gücü ve son derece rafine swing duygusuyla hayranlık uyandırdı. Tarihe cazın kraliçesi unvanıyla iz bırakan Fitzgerald, tazeliğini her daim koruyan görkemli külliyatıyla ruhumuza hitap etmeye devam edecek şüphesiz.
İyi ki doğdun Ella Fitzgerald!